Beka gömleğinin örtemeyeceği çaresizlik
Beş senedir yapılan yedi seçim -veya referandumda- (2014’de iki, 2015’de iki, 2017’de bir, 2018’de iki) hikayesi bitmiş AKP ve aşırı kişiselleştirilmiş Erdoğan iktidarının devamı için şapkadan hep aynı tavşan çıkıyor: İktidarın bekası ile memleketin selameti arasında kurulan zorlama ilişki ve pozitif-negatif argümanlar eşliğinde Erdoğan’ın güçlerinin korunması/artırılması görüntüsünün devamı.
Kantarın topu (topuzu) iyice kaçtı. Tamam olmamış, görülmemiş bir şey değil belki ama yerel seçim öncesinde oluşan siyasi atmosfer, kutuplaştırıcı tahrikler ve nefret dili, sadece saldırı altında olanları değil, saldırıya katılması istenenleri bile isyan ettirecek noktalara ulaştı. İktidarı destekleyen seçmenler, bazıları daha önce gönüllü tetikçilik faaliyetlerinde sınır tanımamış yandaş kalemler bile, liderlerini, sözcülerini sağduyuya çağırmak zorunda kalıyorlar. Resmi sözcüler, daha fütursuz olması beklenen sokak hatiplerini fersah fersah geçen performanslara imza atarken, çok büyük haksızlıklara bugüne kadar sessiz kalmayı becermiş olan iktidar yandaşları, üzerlerine yapışacak etiketten daha çok korktukları için, aforozu göze alıp açık itirazlar dile getiriyorlar.
Haberini yapanlar, üzerine yazı yazanlar birer birer iddialarını, suçlamalarını geri alır, sosyal medya paylaşımlarını siler, daha önce pek görülmemiş biçimde özür dilerken, Erdoğan tıpkı Kabataş İskelesi ve Dolmabahçe Camii olayında olduğu gibi, “Ezan protestosu” suçlamasını -kışkırtmasını- meydanlara taşımaya devam ediyor. Meydanlarda tam olarak ne söylendiğini dinlemeden alkışlayanlar bulunabilse de, sokaktan pek bir destek gelmiyor, desteklemek resmi sözcülere kalıyor: AKP Sözcüsü Ömer Çelik, Cumhur İttifakı’nın bu seçimdeki metin yazarı Bahçeli, doğru olmadığı apaçık iddiaları tekrarlamakta bir beis görmüyor. Bir süredir her fırsatı, olan olmayan her imkanı kullanarak yürütülen suçlama, karalama kampanyaları neredeyse her kesime yaygınlaştırılarak, dizginden boşalmış halde sürdürülüyor. Rakiplere hapis tehdidine, sokakları dar etmeye hatta sinkafa varan seçim konuşmaları gündelik hale geliyor.
İktidarın seçim kampanyasının şirazesinin iyice kayması, ölçü ve ayar tutmaz bir hale gelmesi, sadece suçlama ve saldırılarla da sınırlı değil. Oy verme ile ahirette başa gelecekler arasında kurulan ilişkiden, camilere protokol sokan imamların ettiği duaya kadar her türden istismar devrede. Fakat asıl çarpıcı olan, iktidarın kullandığı tek malzeme olan “beka davası” söylemini etkili kılmak için ileri sürülen argümanlardaki aşırılık: AKP Genel Başkan Yardımcısı Mahir Ünal, muhalefet partilerinin desteklenmesi için “PKK telsiz anonsu geçiyor” diyor. Cumhur İttifakı’nın Ankara adayı Özhaseki, seçimi kaybederlerse su faturalarını DHKP-C militanlarının getireceğini iddia ediyor. İçişleri Bakanı Soylu, “31 Mart’ta iktidar zafiyeti oluşursa, mülki amirlerin 6 yaşındaki çocukların maskarası” olacağını ileri sürüyor. Bırakın bu iddiaların saçmalığını, dile getirilmesinin kimin çaresizliği olacağının idrakinde bile güçlük olduğu anlaşılıyor.
Bir tarafta akıl, izan, edep ve adap sınırı olmayan suçlamalar, diğer tarafta iler tutar tarafı olmayan akla ziyan korku hikayeleri. Bir taraftan dünyanın en etkili gücü olma, en süper ekonomisi olma iddiası, diğer taraftan yerel seçimdeki oy kaybıyla maskara olma korkusu. Bir tarafta hepsini ezdik, bitirdik, gücümüzü kabul ettiler övünmesi, diğer tarafta “maazallah bizi iki dakikada götürürler” endişesi. Bir tarafta “evet deyin sizi uçuralım” vaadi, diğer tarafta iki yıl geçtikten sonra “aman bizi kollayın” yakarması. Bir tarafta türlü sıkıntıları artık dayanılmaz hale gelmiş olanları “yok bir şey” deyip “varlık kuyruğuna” sokmak, diğer tarafta “tek derdiniz benim iktidarım olsun” dayatması. “Beka davası” denilen şeyin kimin bekasından bahsettiğinin saklanamaması, hatta avaz avaz bağırılması. Bütün bu tablo, herhangi birinin ifşa etmesine gerek olmayacak açıklıkta bir çaresizlik halini gösteriyor. Böylesi zorunlu abartının ve fren tutmaz aşırılığın gösterdiği başka ne olabilir?
İktidarın çaresizlik ve sıkıntılarından bahsedilince, muhalefet cephesindeki çeşitli çevrelerden yüksek itirazlar yükseliyor. Kimi hüsnü kuruntu, kimi mesnetsiz umut tacirliği suçlaması yöneltiyor; bazıları öngörüsüzlük, bir kısmı da kötü niyetli iyimserlikten bahis açıyor. Bu, edep sorunlu iktidar seçmeninin 24 Haziran’da kazanmalarını kutlama sloganının karşı cephedeki simetrisi, kabullenişe öfke kalkanı bulmak. Siyasi sürece kısa bir aralıktaki seçim sonuçlarıyla bakınca, hep “adam kazandı” oluyor. Galiba mevcut iktidarın yıkılmaz bir sağlamlıkta olduğuna inanç, bazı muhalefet çevrelerinde iktidarı destekleyenlerden bile daha fazla. “Sonuç” değişmedikçe bir şey olduğuna, tatmin olunmadıkça bir şey yaşandığına inanmamayı veya tahammülsüzlüğün getirdiği aceleciliği anlamak mümkün ama toplumsal süreçlerin çok sayıda değişkenle ilişkili başka bir ritmi olabileceğini de kabul etmek gerekir.
Türkiye’deki mevcut tablonun ürettiği, içine girdiği siyasi ve ekonomik tıkanma ve bunun üretebileceği sonuçlar konusundaki tartışmalarda pek taze olmayan ama hep güncel kalan bir yaklaşım var. Uzunca bir süre -yapısal nedenler ya da dönemsel etkilerle- ekonomik kriz uyarısı yapanlara, “hani nerede?” diye soruldu. Ekonomik kriz apaçık ortaya çıktığında ise oluşan etkiler-tepkiler tatmin edici bulunmadı. Siyasi tıkanma, mevcut iktidarın yönetememe krizi konusunda da benzer reaksiyonlar veriliyor: “Öyle diyorsunuz ama sonuç yine değişmiyor” denilerek, her şeyin aynı kalmasını sağlayan “mutlak gerekçeler” aranıyor. Oysa, ekonomik, toplumsal ve siyasal süreçler, tatmin edici bir belirginlikte ortaya çıkmadığı veya istenen hız ve ivmeye ulaşmadığında da, önemli ve kalıcı sonuçlar verebiliyor. Hatta, en güçlü görünenler onu sarsacak bir dinamik harekete geçmezken bile kendilerini tüketen sürecin ateşini harlıyor.
Beş senedir yapılan yedi seçim -veya referandumda- (2014’de iki, 2015’de iki, 2017’de bir, 2018’de iki) hikayesi bitmiş AKP ve aşırı kişiselleştirilmiş Erdoğan iktidarının devamı için şapkadan hep aynı tavşan çıkıyor: İktidarın bekası ile memleketin selameti arasında kurulan zorlama ilişki ve pozitif-negatif argümanlar eşliğinde Erdoğan’ın güçlerinin korunması/artırılması görüntüsünün devamı. Sloganları, kampanya ağırlıkları değişse de, 2012’den itibaren belirginleşen savunmaya çekilmiş iktidar stratejisi, aynı sonucun peşini sürüyor, yavaş erimeyi durduramasa da netice alıyor. Ancak, 31 Mart seçimine doğru ortaya konulan beka davası söylemi ve eşlik eden performans, asıl ihtiyacı, çaresizliği ve korkuyu fazla çıplak, pek görünür ve çok kaba biçimde açık ediyor. Bahçeli’nin, Erdoğan’ı mecburiyet ipiyle sıkı bağlamak için Cumhur İttifakı’na giydirdiği “beka gömleği”, “kralı” daha da üryan bırakıyor. Beka Davası ipinin, bunu sıkı bağlayanı nereye sürükleyebileceği konusunda da, Medyascope’daki konuşma ve yazıyı buraya bırakayım.