AKP’lilerin saati, hamaseti, hakareti
Seçmen iradesi bu kadar aşağılanabilir mi diye soracağım ki, toplumun neredeyse yarısını temsil eden siyasi partilerin oluşturduğu meşru bir ittifaka, “Zillet ittifakı” demeleri aklıma geliyor. Zillet. Aşağılanmış, hor görülmüş, hastalıklıların ittifakı... “Millet” sözcüğünden dil oyunuyla “zillet” türetenlerin vatan, millet sevdasını da Dr. Bağçalı hesap etsin artık.
Bazılarımızın karakteridir. Ne yapsak değişmez. Birileri bir kabahat işlediğinde ya da bir ayıp ortalığa saçıldığında, bunu yapan kişi yerine mahcup oluruz. Daha fazla utandırmamak için başımızı çevirip ortalığa saçılan inci tanelerini ve istiridyeleri görmezden geliriz. Oysa bazı vatan, millet ve de Sakarya sevdalılarının yapıp ettiğinin görmezden gelinecek ya da saklanacak tarafı kalmamıştır. Kendileri de hiçbir yere sığamıyordur artık. Ne beşiğe, ne eşiğe...
Buyrun sırasıylan gidelim. Bu hafta olanlara bir bakalım.
AKP Sakarya Milletvekili Kenan Sofuoğlu Tayland'da saatini çaldırmış. Önce olabilir, insanlık hali diyorsun. İnsan saatini de çaldırır, parasını da... Fakat minnoşum, havaalanında yüz binlerce liralık saat çaldırmak da nedir, çıkarıp lavaboya mı koydun saati, x-ray cihazından geçerken tepside mi unuttun? Ne yaptın?
Bu saat öyle böyle değil sayın okuyucular; 560 bin TL değerinde bir Hublot marka saat. Kulağa epeyce tıknaz gelse de, marka adı maalesef bu. Yüz binlerce liralık saatler üretip adını Hublot koymak için bu tıknazlığın aileden geliyor olması şart. Başka türlü olmaz. Web sitesine gittim derhal. Evire çevire baktım. Vallahi görkemden yıkılıyor. Zenginliğin bu derecesi korkutucu resmen. Yaratık mısınız, nesiniz? Bir insan bunca parayı nasıl koluna takıp gezer, taktıktan sonra ne hisseder? Hublot’nun web sitesini gezerken sanki Empire State binasının tepesine çıkmışım gibi başım döndü.
Hele Hublot saatleri arasında bir tanesi var ki, adını verip reklamını yapmayayım şimdi ama insan göz kamaşmasından bakamıyor. Altın kasa üzerine dizilmiş elmaslar, elmaslar. Kraliçe Elizabeth’in en gösterişli tacında bu kadar taş yok... Bunlar hep özel edisyon, sınırlı üretim. Neyse, çok da tanımadığım bu sahada top koşturmayı bırakayım. Hublot beni aşıyor. Sadece tarama faaliyetlerim sırasında “hublot” tıknazlığının aile adından filan gelmediğini, gemi ya da denizaltılarda olan türden küçük yuvarlak pencerelerin “hublot” olarak adlandırıldığını öğrendim. Ay bu muymuş dedim sonra. Bizim banyonun penceresi de bir hublot! Hüblo mu okunuyormuş neymiş. Pehhh.
İşte böyle dolandım durdum zenginin Hublot’sunun sayfasında. Tesadüf bu ya, dün akşam üzeri, ismi lazım olmayan bir markanın mağazasında çok beğendiğim ve yüzde 70 alpaka olduğu iddia edilen yünlü bir mantonun etrafında dönüp durmuştum. Satış görevlisi kredi kartına altı ila sekiz taksit yapılabileceğini, mantoyu kaçırmamam gerektiğini, içinde bir İngilizce öğretmeni kadar asil göründüğümü (!) söyledi. Vallahi aynen böyle söyledi. Dedim ki “İngiliz gibi asil deseniz belki biraz anlayacağım da, İngilizce öğretmeni asaleti ne demek?” Satış görevlisi, “aaa hiç öyle değil, bakın bilhassa büyük şehirlerdeki liselerde görev yapan İngilizce öğretmenleri çok asil bir duruşa sahiptir.” Asaletime asalet katma vaadine ve yüzde 70 ucuzlamış olmasına rağmen almadım mantoyu. Ayrıca bu yüzde 70’lik indirim masalına da pek inanmadım. O kadar büyük bir indirime konu olmuş bir ürünün neredeyse bedavaya gelmesi gerekmez miydi? Sınırlı ekonomi bilgim kulağıma bunu fısıldıyordu. Oysa bir Hublot saatinin binde biri fiyatında olsa da, bu manto yine de benim kıymık kadar emekli maaşım yanında neredeyse bir servete denk düşüyordu. Neyse daha da dağılmadan başladığımız Hublot noktasına dönersek, vekil arkadaş 560 bin TL değerinde özel edisyon Hublot takıyormuş. Bundan sonra dilimize, “Hublot takıyor Hublot, Alexander von Humboldt” diye bir tekerleme eklense yeridir.
Haftanın olayları bundan ibaret değildi sayın seyirciler. Üstelik Hublot saatli Kenan Sofuoğlu garibime gelinceye kadar daha neler neler vardı. O hiç değilse beş kez dünya şampiyonu olmuş, kelle koltukta bir motor sporcusu olarak kazanmış bunca parayı. Bugün hangi dünya şampiyonu sporcu deli saatler takıp, deli arabalar kullanmıyor ki? Onun en büyük hatası bu saati kaybettiğini sessiz sedasız kabullenip kendi kendine çare arayacağına, Instagramlarda ağıt yakması, 560 bin TL değerindeki saatin “manevi” değerinden söz etmesi oldu. 560 bin TL’lik maddi kıymet yanında maneviyat biraz komik kaçtı. Demem o ki çok da hırpalamayalım bu Sofuoğlu’nu.
Bu hafta Erdoğan’ın eski bir miting konuşması da akıl almaz yeni bir olay nedeniyle tekrar gündeme geldi. Bu konuşmasında Erdoğan, “Ağızlarından düşmeyen tek şey var işsizlik işsizlik… Doğru, işsizlik de var ama sen yüzde 12’yi konuşuyorsun da, yüzde 88 iş sahibi olmayı neden konuşmuyorsun?” demiş. Öyle ya niye konuşmuyorsun? Sayın Cumhurbaşkanımızın rahatlıkla hesabını sorabileceği çok şey var. Hızlı tren kazası oluyor, 50 kişi hayatını maalesef kaybediyor, o 50 kişiyi günlerce konuşuyorsun da aynı güzergahta sağ salim yola devam eden onca insanı niye konuşmuyorsun?
Söz konusu videonun yeniden dolaşıma girmesi de Sabah gazetesi sayesinde olmuş. Zira Sabah, Güldür Güldür şovun bu ve benzeri konuları hicveden “yandaş basın” skecini, “algı yönetimi” diye diline dolamış. Sabah’ta biraz izan olsa “algı yönetimi” lafını milli söz dağarcığından tümüyle sildirir ki, üyesi olduğu yandaş basının en birinci vazifesinin bu olduğunu külliyen unutalım. Düpedüz izansızlık, ayrıyeten de pervasızlık...
Haftanın pervasızlıkları bununla bitmedi. Tarım ve Orman Bakanı Bekir Pakdemirli Amasya’da partililere seslenirken muhalefet partileri için açık ve seçik biçimde “Adiler!” dedi. “Bu adilere sandıkta gereken cevabı verecek misiniz?” diye sordu. Bu hakaret üzerine başka bir yorum yapamayacağım...
Haftanın esas incileri nedense Gaziantep’te saçıldı. Gaziray test sürüşü sırasında AKP heyetinden biri çevrede toplananlara el sallayıp bir karşılık alamayınca, “Şeyin trene baktığı gibi bakıyorlar” dedi. Konuyla ilişkili olarak, AKP Gaziantep Milletvekili Ahmet Uzer’in açıklaması gecikmedi. Bu sözlerin “Sevinç ve gururun yaşattığı aşırı coşku haliyle” sarf edildiğini, niyetin kötü olmadığını ifade etti.
Gaziantep’te heyecan ve coşkunun verdiği baş dönmesiyle tuhaf dil sürçmeleri de yaşanmış galiba. Her ne kadar birçok yerde video linki kaldırılmış olsa da AKP'nin Gaziantep Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Fatma Şahin’in seçmenlere hitap ederken, “Dağları deliyoruz, Ferhat’ın Şirin’i deldiği gibi” dediği söyleniyor.
Olanlar dil sürçmeleriyle de kalmadı. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, tarihimizde bakanlık görevi üstlenmiş hiç kimsede benzerini görmediğimiz bir üslupla, muhalif siyasetçilere, muhalefet partilerine ve partililere hakaret yağdırmaya devam etti. Soylu -belki yine sevinç ve gururun verdiği aşırı coşku haliyle- Beyoğlu Belediye Başkan Adayı Alper Taş’a “Apo’nun uşağı, alçak!” dedi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ve İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun “Bunlar alçak, bunlar terörist, bunlar korkak, bunlar yüzsüz, bunlar ateist” hakaretleriyle hedefe aldıkları arasında HDP’liler, CHP’liler, kadınlar, akademisyenler ve akla gelebilecek her türlü muhalefet yine vardı. Muhalif olmak bu korkunç nefret dilinin hedefi olmak için yeterliydi.
HDP’li yurttaşların “HDP’ye oy verenlere değil, HDP’yi yönetenlere terörist diyorum” sözlerinin hiçbir kelimesine razı ya da ikna olması için hiçbir neden yoktu kısacası. Milyonların oy verdiği ve de vermeye devam edeceği siyasetçilere terörist demekle, oy verenlerin kendilerine bunu söylemek arasında bir fark varsa açıklasınlar. Öyle dedim, böyle dedimle olmuyor. Seçmen iradesi bu kadar aşağılanabilir mi diye soracağım ki, toplumun neredeyse yarısını temsil eden siyasi partilerin oluşturduğu meşru bir ittifaka, “Zillet ittifakı” demeleri aklıma geliyor. Zillet. Aşağılanmış, hor görülmüş, hastalıklıların ittifakı... “Millet” sözcüğünden dil oyunuyla “zillet” türetenlerin vatan, millet sevdasını da Dr. Bağçalı hesap etsin artık.
Seçime üç gün kala hamasetin de, hakaretin de dibine vurmuş gibi görünen bir dil sürüyor ve sürçüyor AKP’de.
En son Binali Yıldırım rahvan gitmiş, “İstanbul’un geleceği için, evlatlarımızın geleceği için herkesten destek istiyoruz. Buna HDP’ye oy verenler de dahil. Benim dediğim şu: HDP aday göstermediğine göre, HDP’lileri bağlayacak bir şey yok. Pekala beni destekleyebilirler” demiş.
Bu konuşmadaki “dahil” ve "pekâlâ"ya dikkat: “Kürtler dahil pekâlâ...”
Seçime üç gün kala yeterince iyi anlaşıldı mı?