'Kadın kent' sizi depremden korur
Kenti hiçbir zaman, kapitalist rant dışında tutarak yorumlayamazsınız. Kapitalist rant sadece aç gözlü müteahhidin malzemeden çalması değildir ve hatta bu esas rantın yanında devede kulak kalmaktadır. Kapitalist rant, konut yani barınma hakkının metalaşmasının sonucudur.
İstanbul depremi için son haberler, kesin olmasa da biraz iyi geldi ama zaten her şeye kadere terk edildiğinden ve Türkiye’de sadece İstanbul’dan ibaret olmadığından aslında hiçbir şeyin de değiştiği yok. Depremden kurtulabilmenin bir çaresi vardır aslında ve bu mesela sürekli kuşların hareketliliğini izleyerek, çığlık atmalarına anlamlar yükleyerek, artık neredeyse hiç kalmamış ‘deprem toplanma alanlarına’ koşmak ve eğer yanılmışsak çaktırmadan piknik yapıyormuş gibi hareket etmek değil. Ancak ekolojik bir kent(!) depremin yıkımını en aza indirebilir.
Her depremden sonra ortaya çıkan tartışmaların içinde, bir tane bile kenti tartışan yazı göremezsiniz. “Çarpık yapılaşma” adı altında, denetim mekanizmasının işlemediği üzerine ve müteahhitlerin aç gözlülüğüne gönderme yapılanlar dışında, yazı neredeyse yoktur. Halbuki "ekolojik bir kent" deprem zararlarını çok azaltır, neredeyse yok eder.
Öncelikle kenti hiçbir zaman, kapitalist rant dışında tutarak yorumlayamazsınız. Kapitalist rant sadece aç gözlü müteahhidin malzemeden çalması değildir ve hatta bu esas rantın yanında devede kulak kalmaktadır. Kapitalist rant, konut yani barınma hakkının metalaşmasının sonucudur. Yani kötü reklam oyuncusu Ağaoğlu’nun deyimiyle “Toprağın üstüne sermaye yatırımı yapmaktır”. Tabii ki metalaşan, sermaye yatırımına dönüşen barınma hakkı, kârın yoğunlaştırılmasını ve bunun için de toprağın yoğunlaştırılmasını getirir. Kapitalist kentin içindeki değer, en düzenli gelişim durumunda bile, her zaman kentin merkezinde olan feodal beyin şatosuna uzaklığına göre biçilir. Bir başka deyişle kamu hizmeti sistemli bir şekilde temerküz edilen toprakta birleşmiş ve çevrenin merkezi beslemesi ile güçlenmiş, hemen ardından merkezin çevreyi yutması ile sonuçlanmıştır. Bu merkezin daha da temerküzü, kendisine yeni çevre yaratması ve yine ele geçirmesiyle metropol kentlere kadar varmıştır.
Daha önce de yazdığımız üzere, “Türkiye’nin bir ucundan diğerine, 1700 kilometre üzerine sadece 27 kilometrelik bir çizgi üzerine bahçe içinde tek katlı evler inşa ettiğimizde” deprem zararı neredeyse ortadan kalkacaktır. Bu sadece tek katlı evlerin daha zor yıkılabilmesinden öte, esas olarak toprağın bir rant aracı olmaktan çıkmasını sağlayacak, şimdi altında ne yazık ki insanlarımızı topladığımız 7-10 katlı ucube binaların inşa edilmesini anlamsız kılacaktır. Yoksa toprağın yetersiz olduğu ve bu yüzden yukarı doğru yükselmek durumunda olduğumuz yalanı, öldürmeye devam edecektir.
Sadece deprem kayıpları bile "ekolojik kent" yaratmak için geçerli nedendir. Burada "Sağlam yüksek binalar inşa edilebilmektedir" denebilir ancak bunu neden yapmak zorundayız? Sağlam yüksek binalar, toprağın değerinin yoğunlaşmasına, daha pahalı konut inşasına, yani yalnızca zenginler için üretime yani barınma hakkının daha fazla metalaşmasına yol açar. Daha da önemlisi, bize yansıtıldığı gibi toprak tasarrufu değil, tam tersi olarak bina inşasından içindeki yaşam sürecine ve tekrar etmeliyim ki hatta sadece ürettiği dışkının uzaklaştırılması bile sürekli bir enerji ve doğal kaynak tüketimini doğurur. Bunu elde etmek için de radikal inşaat tekellerine, yeni yeni hidroelektrik santrallerine, yok olan Hasankeyflere ve birleşmiş dışkının gönderilebileceği göllere ve denizlere ihtiyaç olur.
Aynı zamanda yüksek binalar, büyük gökdelenler, kendilerinin, çok iyi gösterdiği gibi bir erkek-iktidar kent tasarımlarıdır. Kapitalist kent erkektir. Muhtemel bir "ekolojik kent" ise kadın.
Ve bir ‘kadın kent’ sizi ancak depremden korur…