Kapitalizmin asli siyasal aparatlarından biri olarak yoksul
Yoksulu ve onun dengi varsılı her toplumsal formasyonda hayat bulacak kadar sürekli kılan nedir, yoksul neden ortadan kalkmamış, yoksulluk neden son bulmamıştır? Bunun gibi varsıllık, zenginlik neden sonlanmamaktadır?
Yoksul ve yoksulluk günümüz toplumlarını ve başlıca sorunlarını kavramak için anaakım iktisatçılar, toplumbilimciler tarafından sıkça ele alınan, kullanılan fenomen ve kavramlardır. Anaakım toplumsal bilim bir fenomeni görmezden gelmiyor, üstelik toplumu anlamak ve elbette yönlendirmek üzere oluşturduğu modellerin köşe taşı kılıyorsa, onun daha önemli fenomenleri görünmez kılmaya çalıştığından şüphe edilmelidir. Bu durum, anaakım bilimcilerin yürürlükteki toplumsal yeniden üretim rejiminin elitler hiyerarşisinin önemli bir unsurunu oluşturmalarından ileri gelir. Kapitalistler ve aynı çıkar şebekesine dâhil anaakım bilimcilerin zamanımızın en önemli sorunlarından biri olarak gördükleri yoksulluğun, neden baş tacı edildiği, nasıl kavramsallaştırıldığı soruları, ilk elden yoksulun yoksulluk kadar inceleme nesnesi kılınmadığı gerçeğiyle karşı karşıya kalmamıza neden oluyor. Yoksul kimdir, bir toplumsal tip oluşturacak kadar gerçek midir, yoksa gerçekliği yoksulluk söylemine can vermesiyle mi sınırlıdır?
‘İnsanca’ yaşamı olanaklı kılacak geçim araçlarının toplamı, bir sınır olarak belirlendiği zaman, bu sınırın altında kalacak düzeyde geçim aracına sahip herkes yoksul olmuş oluyor. İlk bakışta ‘insanca’ yaşam gibi herkesin kolaylıkla benimseyebileceği bir ölçüt, azımsanmayacak büyüklükteki bir siyasal enerjiyi hükümsüz kılmak gibi sinsi bir işleve sahiptir. Yoksulun kim olduğu sorusuna verilen “yoksulluk sınırının altındaki herkes” gibi biçimselleştirmeyi son raddesine vardıran bir yanıt, yoksulu göze sokarken fiilen anlamsızlaştırmak amacına hizmet eder. Yoksul, esasen olmayana, olmaması gerekene yoksulluk kavramıyla varlık bahşedilmesiyle, olmayanın, olmaması gerekenin istikrarsızlaştırıcı enerjisinin dizginlenmesi amacıyla sıvılaştırılan, bu sayede ayrımsız, belirlenimsiz kılınan insandır. Sıvılaştırılmış bu insanı, sahip olamadıklarıyla tarif edilen bu insanı, istediğiniz vakit, istediğiniz kaba döküp istediğiniz şekli verebilirsiniz. Oysa ısrarla sadece formel varlığıyla (yoksulluk sınırı diye tarif edilen gelire sahip olup olmamakla) tanımlanan, öyle olması istenen yoksul, her defasında kendisini kuşatan koşullarca belirlenen özgünlüklere sahiptir. Öyle ki bu kendine haslıklar, yoksulun dâhil olduğu cemaatlerin (sınıf, cinsiyet, din, mezhep, tarikat, millet, kabile, aşiret, vb.) sahip olduğu kendine haslıkları aşar. Örneğin zamanımızda yoksul ümitsizdir, çaresizdir, yalnızdır, korkar, karanlıktadır, açgözlüdür, gizlenir, daima fırsat kollar, bencildir, böylelikle daima güçlünün ağındadır. Rasyonel davranmayı becereni bütün bu sınırlılıkları aşmak için yaşamamak pahasına biriktirir, biriktirir… Rasyonel davranamayanı ise harap olur, çoğu kez etrafındakileri de harap eder. Yani yoksul, belirli miktarda geçim aracına sahip olamayandan fazlasıdır, her üretim rejiminin her dönemin kendine haz özelliklere sahip yoksulu vardır. Yoksulun siyasal, ekonomik, kültürel, etik, estetik tercih ve reflekslerini tabi oldukları üretim rejimleri belirler. Peki, yoksulu ve onun dengi varsılı her toplumsal formasyonda hayat bulacak kadar sürekli kılan nedir, yoksul neden ortadan kalkmamış, yoksulluk neden son bulmamıştır? Bunun gibi varsıllık, zenginlik neden sonlanmamaktadır?
Pek çoğuna bu son soru çok anlamsız gelecektir. Öyle olmadığını düşünüyorum. Yıllar evvel, kendisine yoksulluk sınırına ilişkin fikri sorulan hocam Ahmet Haşim Köse, asıl sorunun zenginliğin bir sınırının olmaması olduğunu söylediğinde kayıtsız şartsız olumlanan zenginliğin maliyeti üzerine hiç düşünmediğimi fark etmiştim. Zenginliğin onulmaz dertlere yol açan maliyeti, refah ve zenginliğin birbirlerinden ayrı tutulmalarını gerektirmektedir. Zenginlikle olanaklı olan refah hep bir başkasının yoksulluğu, çoğu kez sefaleti pahasınadır. Yani refah nihai olarak zenginlik tarafından dışlanır. Yoksulluk diye kavramlaştırılan fenomen de esasen mahrumiyettir. Mahrumiyetin aslı ise yasaklama ve dışlamadır. Geçim araçları toplumun bir kesimine şu ya da bu mekanizmayla yasaklanmadan zenginlik mümkün olamaz. Sonuç olarak hangi biçimi alırsa alsın, hangi özelliklere sahip olursa olsun yoksulluğun üretim rejimlerini aşan, hepsi için geçerli olan karakteristiği mahrumiyet, yani yasaklama ve dışlamadır. Nitekim ne kadar hassas belirlenirlerse belirlensinler daima gayrimeşru kalacak olan yoksulluk sınırlarıyla mutlaklaştırılmaya çalışılan yoksulluk aslında görelidir; yiyecek ekmek bulamayan da kaliteli beslenemediğini iddia eden de yoksuldur. İlkinin ikincisinden daha yoksul olması, olsa olsa yoksulluğun göreli olduğuna işaret eder. Egemen çıkar şebekesinin ‘merhametinin, insanseverliğinin (filantropi)’, düzeyini tayin edeceği yoksulluk sınırı yahut insanlıktan yasaklananların, dışlananların işlerin aksamadan devam etmesi için sahip olması gereken geçim araçları toplamı, söz konusu göreliliği adeta doğal, kendiliğinden bir sınır koyarak mutlaklaştırma manipülasyonu için gereklidir. Bu müdahale ile yoksulluk zımnen doğal bir fenomen gibi gösterilir; zira bazıları zengin ailelere doğar, bazıları kendilerini her nasılsa zengin edecek yeteneklerle doğmuşlardır. Yoksulluğun sınırının asgari geçim araçları toplamıyla tarif edilmesi, toplumun büyük çoğunluğunu oluşturan dışlananlarda/mahrumlarda zengin oldukları yanılsamasını yaratır diğer yandan. Örneğin ucuzcu marketlerin kapılarında alışverişe gelenlerden kendilerine ihtiyaç malzemesi satın almalarını isteyen de bu talebe olumlu yanıt veren alt, alt-orta, hatta orta sınıf mensupları da yoksulken (mahrumken), sadece geçim araçlarına sahip olmayanlar yoksul kabul edilir. Böylelikle dışlananlar/mahrum bırakılanlar siyasal bir açmaza sürüklenmiş olurlar; farklı ekonomik, dolayısıyla siyasal çıkarlara sahiplermiş gibi davranırlar. Dışlanmayı mağlup edecek siyasal enerji de dışlananlara empoze edilen kendiliğinden yoksulluk safsatasıyla kaynağın da boğulmuş olur. Çünkü yoksulluğun gerçekte karşılık geldiği dışlanma, mahrumiyet arzulanabilir değildir, hatta hoşgörü halesiyle çevrelense de gerçekte utanılacak iştir. Bu düşüncelerle tanışlara yoksul olduğumuzu söylediğim her seferinde, sözlerime hiç anlam veremediklerini bildirir bir edayla neden yoksul olmadığımızı anlatmaya koyuldular. Yoksulluğun ayıp olmadığının dillendirildiği her durumda, bu düşünceyi dile getirenin yoksul olmadığına olan inanç sağlam bir dayanaktır, nitekim yoksulluğuna kendi de kanaat getiren daima utanır yoksulluğundan, mahcuptur. Bu köklü mahcubiyet dışlanmanın/mahrumiyetin taşıdığı dönüştürücü potansiyelin, siyasal enerjinin başlıca soğurucusudur.
Yoksulu mahrum, yoksulluğu mahrumiyet olarak kabul ettiğimizde, öncelikle toplumun çok büyük bir kesiminin yoksul olduğu ortaya çıkar. Buna göre asgari ücret 2 bin lira civarındayken, ihtiyaç olarak gördüğü otomobili 200 bin liraya satın alan orta sınıf mensubu da asgari ücretli de yoksul olmuş olur. Çünkü statüleri farklı bu iki birey de esasen insanlıktan yasaklanmış/dışlanmışlardır. Bunu ‘insanca yaşam’ teranesinin her iki kesime de uygulanabilir olmasından çıkarsamak mümkündür. Bununla birlikte örneğin Koç Ailesi yahut Gates Ailesi, insanca yaşam lafzıyla birlikte anılmamaktadır. Bir kere büyük insanlığı, insanlıktan mahrum bırakılanlar ve bu işin failleri, yani mahrum bırakanlar olarak ayırdığımızda, bu durumu ortadan kaldıracak siyasal enerjiyi serbest bırakmış oluruz. Diğer yandan geçim araçlarına erişimin refah göstergesi olarak alınması da büyük bir yanılgıdır. Zaman, insan ve dünyasının temel kurucusu olduğuna göre, bütün iktisadi kategorilerin zaman esas alınarak yeniden anlamlandırılması gerekir. Buna göre, mahrumiyetin özü insanın kendi zamanına hükmetme kapasitesinin elinden alınmasıdır. Biz yoksullara insanlığı yasaklayanlar gerçekte kendi zamanımıza hükmetme gücümüzü gasp etmektedirler, bunu yaparken tesis ettikleri hiyerarşi mahrumiyeti meşru gösterme ve sürekli kılma işlevine sahiptir. Öyleyse, kişi kendi zamanına hükmedemiyorsa yoksuldur, mahrumdur. Sahip oldukları kendi zamanına hükmetmesini olanaklı kıldığı ölçüde yoksul değildir. Bu ise mevcut durumda daima başkasının zamanının gasbıyla mümkündür. Demek ki asıl yoksulluk sınırı, kendi zamanımıza hükmetmemizi sağlayacak toplumsal ortalamadır, asgari geçim düzeyi değildir. Bu ortalamayı aşanları mahrum bırakanlar (zenginler), bunun altında kalanları mahrum bırakılanlar (yoksullar) olarak görmek gerekiyor bu nedenle. Özetle öncelikle yoksulluk gibi, söz konusu fenomene doğallık empoze eden bir kavramın dışlama ve yasaklamayı açığa vuran mahrumiyet ya da dışlama kavramıyla (yoksul için mahrum ya da dışlanan) ikame edilmesini, ikinci olarak yoksulların potansiyel siyasal enerjisinin serbest bırakılması için insanların kendi zamanlarına hükmetmelerini sağlayacak toplumsal ortalamanın mahrumiyet sınırı olarak kabul edilmesini öneriyorum.