Kırlangıç Çığlığı: Pekiştirilen şiddet, linç ve ırkçılık
Toplumsal zihniyet dönüşümüne ihtiyaç duyulan alanların başında eril şiddetle mücadele gelir. Aynı şekilde toplumdaki yaygın ırkçı refleksleri aşındırmak için de zihniyet dönüşümü gerekli.
Polisiye yazının önde gelen isimlerinden Ahmet Ümit’in son romanı Kırlangıç Çığlığı (Everest 2018), çocuğun cinsel istismarı suçunu ve insanlık dışı organ ticaretini konu almış. Ancak peşinen söylemek gerekir ki bu alandaki olumsuz örneklerden birini oluşturuyor. Aylar önce kitabın tanıtımı sırasında yazarın, “adam hasta” tanımlamasıyla, erkek şiddeti üzerine yazdığını söylemesi yeterince ürkütücüydü. Romanı okuduktan sonraki derin karamsarlık, hastalık tanımını bile gölgeliyor...
Kamu kurumlarında yani devletin koruması altındaki yetiştirme yurtlarında, oğlan çocuklarını istismar eden yönetici ve öğretmen yan karakterlerden. Cinsel istismar faillerini, kendine özgü yöntemlerle öldüren bir seri katilin izini sürüyor okuyucu roman boyunca. Gerek cinayet büro, gerek çocuk bürosu polislerinin dilinden suçlular için sapık ve hasta tanımı hiç düşmüyor. Çocuğun cinsel istismarını suç olarak vasıflandırsa da suçluları hasta olarak isimlendirmekle düşülen temel yanılgı, baştan sona hakim kurguya.
Çocukluğunda cinsel istismara uğratılmış bireylerin çocuğun cinsel istismarı suçunu işlediği peşin hükmü, adeta bu suçun temel özelliğiymiş gibi, kriminolojinin tespiti olarak sunulmuş, yazık ki. Eril şiddetin hiçbir biçiminde böylesi keskin sınırlar çizilmesi mümkün değilken. Eril şiddetin kaynağı olan eşitsizlik vurgusu da yer almıyor, roman örgüsünde. Cinsel suçların bariz vasfı olan otorite kurma arzusu da. Çocuğun cinsel istismarıyla suçlunun hegemonik tutumu arasındaki ilişki de görülmüyor. Hegemonik erkeklik olgusu ile her türlü eril şiddet biçimi arasındaki ilişki hiç işaret edilmiyor. Sadece sapıklık, hastalık, acımasızlık ön yargılarıyla ele alınan ve adı konulmayan bir eril şiddet, çok okunan bir yazarın kaleminden dökülünce eril şiddetin beslenmesinden başka işe yaramamış. Toplum algısında bu şiddet türüyle mücadeleyi zorlaştıran temel yanılgının pekiştirilmesine hizmet edişi, romanın kusurlarından sadece birisini oluşturuyor.
Bir diğeri, cinsel saldırı suçlularına yönelik linç kültürünü alttan alta övüyor oluşu. Polisiye yazınının gözdesi seri katil arayışını kullanarak popüler kültürün ruhunu okşamak yoluyla yapıyor bu linç kültürünü besleme işini. Çünkü seri katil, sadece çocuğun cinsel istismarı suçunu uzun yıllar sürdürmüş kişileri, bu suçtan yargılanmış ve cezasını çektikten sonra tahliye edilmiş hükümlüleri hedef alıyor. Hukuka güvensizliği öne çıkarıp adli cezaları önemsizleştirerek tacizcileri öldürüyor, katil. Anlamda anti kahramana dönüşüyor. Roman karakterleri arasındaki polislerin bile bir nevi hayranlık beslediği cinayetler serisi, şiddetle mücadeleye değil, linç kültürünün güçlenmesine de yardımcı, eril şiddeti mümkün kılan toplumsal zihniyeti beslediği gibi.
Kapakta “vicdanını yitirmiş bir dünyadan başka nedir ki cehennem” mottosuyla sunulan kitabın erdemi, yüceltmesi beklenir. Ancak tam tersiyle karşı karşıyayız. Eril şiddeti normalleştiren toplumsal algıyı ve linç kültürünü beslerken aynı zamanda göçmen karşıtı ırkçılığa da göz kırpıyor, roman. Roman örgüsü içerisinde çocuğun cinsel istismarı suçuyla bir şekilde yolu kesişen organ ticareti suçunun da mağdurları çocuklar… Cinsel istismar dışında bir diğer çocuk istismarına daha yer veriyor. Ancak organ ticaretinin tek kurbanı olarak çocuklar gösterilirken, sadece Suriyeli göçmen çocuklar, bu insanlık suçunun tek kurbanı olarak sunuluyor. Hadi çerçevesi sınırlı bir roman örgüsüyle izah edilebilir belki, romanın sadece göçmen çocukları organ ticaretinin hedefi olarak göstermesi. Ancak çocuklarının organlarını satan iki ailenin ikisinin de Suriyeli göçmenler oluşu ırkçı, göçmen karşıtlığının düşünsel zeminini besliyor.
Tıpkı cinsel istismar suçu gibi yasa dışı organ nakli suçu hakkında da somut verilere dayalı, sağlam arka plan bilgisinden yoksun roman. Ki özellikle polisiye türünün ince işçiliği sayılan bu somut bilgiler, kurguyu, hayatın gerçeklerine yaslayarak, değerli kılar. Romanın, polisiye yazın içerisindeki değeri yüksek değil, bir okur olarak benim gözümle. Yani normalde çok okunmayacağı için vereceği zararlar da sınırlı kalabilirdi. Ancak Ahmet Ümit en çok okunan yazarlar arasında yer aldığı ve polisiye türü de yemek kitaplarından sonra en çok satanlardan birisi olduğu için göçmen karşıtı ırkçı tutumları besleme riski önem kazanıyor. Şehir efsanesi gibi giderek yaygınlaşan “suçlu göçmenler” algısını, insanlıktan çıkmış göçmen ailelerle pekiştiriyor.
Toplumsal zihniyet dönüşümüne ihtiyaç duyulan alanların başında eril şiddetle mücadele gelir. Aynı şekilde toplumdaki yaygın ırkçı refleksleri aşındırmak için de zihniyet dönüşümü gerekli. Edebiyat ve sanatla aşılabilecek toplumsal algılardan hem ırkçılık hem de eril şiddet. Dolayısıyla edebiyatın yaratacağı empati becerilerine çok ihtiyacımız varken aşındırılması gereken algıları pekiştiren eserlerin yayınlanması ürkütücü.