YAZARLAR

Kışlar var baharlar içre

Bugün de hâlâ sadece İstanbul’un seçimini konuşurken Bağlar’ı, memleket meselesi yapmayarak aynı hataları işlemekteyiz. İstanbul’a kilitlenip Kürt illerine, Kürt siyasetçilere ipotek koyulmasına sessiz kalıyoruz. Kürt seçmenin iradesine el konulmasına gözümüzü yumduğumuza göre elbet bir yanımız, daima yaprak dökecek.

Dostum dostum güzel dostum

Bu ne beter çizgidir bu

Bu ne çıldırtan denge

Yaprak döker bir yanımız

Bir yanımız bahar bahçe

-Hasan Hüseyin Korkmazgil-

Siyasal çalkantıların, hükümet darbelerinin, kaosun, kamplaşmanın sıradan insana yaşattığı, güvenden yoksun kalma halini çok güzel betimleyen bu dizeler, günümüzü de özetliyor bir bakıma. Ekrem İmamoğlu’nun mazbatasını ve ardından görevi değil hizmet nöbetini, nezaketle devralışı. Selefine bir buket çiçekle teşekkürü, bahar bahçe yanımız. Ve “bu makam, bizden sonra da başkalarına nasip olacaktır” olgunluğu elbette.

AKP’nin kaybetmesi, CHP’nin kazanması değil mesele. Binali Yıldırım değil Ekrem İmamoğlu kazandı, sevinci de değil. Daha basit, son derece sıradan bir insanlık hali, günümüzü bahar bahçeye dönüştüren… “Oh” dedirten, adeta yeniden nefes almaya başlamışız hissi yaşatan gelişme, medeniyetin terennümünden ibaret. Hep olması gereken şeyi, olağanüstü bir şeymiş gibi yaşamanın keyfi. Belki olağanlaşma ihtimalinin de habercisi sayılma ümidi. Seçimin kriz değil çözüm yaratan demokratik uygulama olduğunun, herkesçe kabul edilme ümidi belki. Ve aylar süren yüksek gerilim hattında yaşıyor olma hissinin sona ereceği ümidi bir de. Hiç değilse artık gerçek sorunları konuşabilme ihtimali.

Ekrem İmamoğlu’nun, halefini kast ederek “aynı bu şekilde görevi devretmeyi nasip eder inşallah süreç” sözleriyse, yaprak döken yanımıza işaret. Ama yaprak döken yanımız da hukuken var olan olağanüstü itiraz hakkının kullanılması değil kuşkusuz. Seçimin yenilenmesi talebi, talebin dayanağı olduğu iddia edilen belgelerin üç valizle sunulması hiç değil. Hukuk çerçevesinde itirazlara kimsenin sözü yok. Ama yeniden sayımlar, tekrarlanan yeniden sayımlar da bittikten sonra İstanbul İl Seçim Kurulu'nun, görevinin gereği olarak seçilmiş başkana mazbatasını verişini hukuktan habersizmiş gibi, toplumu maniple edecek şekilde sunması kimilerinin. Haber kanallarından, iktidar milletvekillerine kadar pek çok kişi ve kurum yer alıyor bu kimileri kategorisinde. İşte yaprak döken yanımız, hukuku nalıncı keseri misali kendine yontma usulünden kaynaklanıyor. Seçilmemiş olmayı içine sindiremeyenler. Yerel seçimleri ölüm-kalım meselesine, beka sorununa dönüştürmüş olanların varlığı ve ne yazık ki hükümlerini yürütüyor olmaları. Şaibeli seçim tanımlamasıyla İstanbul kararını, töhmet altında bırakarak YSK üzerinde baskı kurma çabası. İktidar kanadından demokratik olgunluktan nasipsiz ve hukuku çiğneyen bu sözler dışında olgunca bir yaklaşım duyulmayışı. Ve tabii daha derinleri…

Yüksek Seçim Kurulu, AKP’nin İstanbul ve MHP’nin Maltepe için seçimlerin yenilenmesi yönündeki itirazlarını ne zaman karara bağlar? Ne karar verir? Ekrem İmamoğlu’nun İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı beş yıl mı sürer, yoksa birkaç gün hatta birkaç saat mi? İşte asıl yaprak döken yanımız bu belirsizlikler. Hukuka olan güven duygusundan yoksun bırakılma halimiz. YSK İstanbul hakkında vereceği kararla bu duyguyu biraz da arttırabileceği gibi azaltabilir de. Ama bu itirazı değerlendirmenin ötesinde yaşadığımız gerçekleri ve bu gerçeklerin yarattığı güvensizlik halini yok etmek mümkün değil. Kayyım atamanın yarattığı derin güvensizliği.

Mazbatasını alan başkanlar görev sürelerini doldurabilir mi? Yoksa muhalifse görevden alma, iktidar mensubuysa istifaya zorlama hukuksuzlukları yeniden yaşanır mı? Gerçi YSK seçimi kazanan başkana değil seçimi kaybeden adaya mazbata vererek içişlerinin işini kolaylaştırma işini üstlendi ama devam eden sürecin demokratik olacağına dair kimsede güven yok. Ki bu güvensizlik bize müstahak, zamanında itiraz etmediğimiz için. Zamanında. KCK operasyonları ilk başladığında, seçilmiş politikacıları ilk feda edişimizle bugünleri hazırladığımız için müstehakız.

Bugün de hâlâ sadece İstanbul’un seçimini konuşurken Bağlar’ı, memleket meselesi yapmayarak aynı hataları işlemekteyiz. Demokratik teamül bile değil sadece insani nezaketle bahara ereceğimizi sanırken, onca hak ihlalini sineye çekmekteyiz. Seçilme hakkına engel görülmeyen “KHK’lı olma halinin” seçilmişliğe engel sayılması, normalmiş gibi yaşıyoruz. İstanbul’a kilitlenip Kürt illerine, Kürt siyasetçilere ipotek koyulmasına sessiz kalıyoruz. Kürt seçmenin iradesine el konulmasına gözümüzü yumduğumuza göre elbet bir yanımız, daima yaprak dökecek.


Berrin Sönmez Kimdir?

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi mezunu. Aynı üniversitede araştırma görevlisi olarak akademiye geçti. Osmanlı Devleti’nin 1. Dünya Savaşı’na giriş süreci üzerine yüksek lisans tezi yazdı. Halkevi ve kültürel dönüşüm konulu doktora tezini yarıda bırakarak akademiden ayrılıp öğretmenlik yaptı. Daha sonra tekrar akademiye dönerek okutman ve öğretim görevlisi unvanlarıyla lisans ve ön lisans programlarında inkılap tarihi ve kültür tarihi dersleri verdi. 28 Şubat sürecindeki akademik tasfiye ile üniversiteden uzaklaştırıldı. Dönemin keyfi idaresi ve idareye tam bağımlı yargısı, akademik kadroları “rektörün takdir yetkisine” bırakarak tasfiyeleri gerçekleştirdiği ve hak arama yolları yargı kararıyla tıkandığı için açıktan emekli oldu. Sırasıyla Maliye Bakanlığı, Ankara Üniversitesi, Milli Eğitim Bakanlığı ve Afyon Kocatepe Üniversitesi’nde ortalama dört-beş yıl demir atarak çalışma hayatını tamamladı. Kadın, çocuk, insan hakları, demokrasi ve barış savunucusu, feminist-aktivist Berrin Sönmez’in çeşitli dergilerde makale ve denemeleri yayınlanmıştır.