Murdar neydi?
Seçim ve murdarlık nasıl bir araya gelebiliyordu? Başka bir sözcük mü bulamamıştı? Sanki seçim sonrası muhalefetin değil, AKP’nin yapıp ettiklerinin sakilliğini anlatmak istiyordu Binali Bey. Murdar olan, AKP’nin ve Gargamel’in ulaşamadığı ciğerdi. Binali Bey subliminal bir mesaj veriyordu. Vay lımıne lımıne, sub limine, limine...
AKP, 7 Haziran 2015 seçimleri sonucunda masanın üstüne konulmuş ciğeri Gargamel’e emanet etmişti. Hatırlıyorsunuz değil mi? O seçimde yine ve her zaman olduğu gibi en fazla oyu almalarına rağmen fena kaybetmişlerdi. Bunu herkes görmüştü. Tabiiatıylan Gargamel de görmüş ve kartlarını masaya açmıştı... Açış o açış. O gün bugündür anamızdan emdiğimiz sütü burnumuzdan getirip Gargamel’e verdiler.
Bir türlü bitmeyen 31 Mart 2019 seçiminin üçüncü haftasına girdiğimiz şu günlerde, bu kez de ciğere “murdar” diyorlar bacım. Ne yapacağız bunlarla?
Seçimler bitemiyor. Bir yandan mazbatayı veriyorlar, bir yandan da olağanüstü itirazı dayıyorlar. Hiçbir şeye konsantre olamıyoruz. Japon sudokumuzu çözemiyor, tavlada kapıları alamıyor, Zuhal Topal’la Sofrada programının hakkını veremiyoruz. Bazı bênamûs’lar bırakmıyor...
Neyse ki Ekrem İmamoğlu mazbatasını aldı... Hayırlı uğurlu olsun İstanbul’a. Şimdi de İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçiminin iptali ve yenilenmesi konusunda AKP’nin yaptığı olağanüstü itiraza ilişkin YSK kararı beklenecek. Yeni nesil seçim böyle bir şey. Bitmiyor... Yeni nesil kahve, yeni nesil okul ödevi, yeni nesil soğan derken buna da alıştık.
Neymiş efendim, İstanbul seçimleri murdar olmuşmuş, bu yüzden de iptal edilmesi ve yeni nesil seçmenin yeniden sandık başına gitmesi gerekirmiş.
Bence YSK’dan İstanbul için iptal kararı çıkarsa, yeni seçim meçim yapılmadan direktman Binali Bey’e verilsin şehir. Murdar oluncaya kadar bekletilmesin bu sefer. Sartre Fransa’dır. Binali Bey İstanbul’dur nitekim. İstanbul’u verelim kendisine, Gargamel’le ve hatta the Nobleman’le birlikte yönetsinler. Bakar mısınız, the Nobleman, Ali Koç’u arayarak İmamoğlu’nun Fenerbahçe – Galatasaray derbisine gitmemesi konusunda uyarı yapıyor! İstanbul’un asayişini de becayişini de sonuna kadar sahipleniyor. Daha ne yapsın?
Ben tam bu satırları yazarken gelen Whatsapp mesajlarından anlıyorum ki, AKP genel başkan yardımcısı Yavuz insan, KHK’lıların sandık kurullarında bulunmasından geçtim, bu insanlara oy bile kullandırtmamak gerekir diyormuş! Bu konuyu da “Şimdi tartışmaya açtım, açıyorum” demiş... Sanırsın müzayedede rahmetli nenesinden kalma antika yüzükleri satışa çıkarıyor... Oy hakkımızı onunla tabii ki tartışmayacağız. O insanlardan biri olarak böyle bir tartışmayı kesinlikle reddediyorum.
Fakat bu noktada bazı tespitler yapmak şart: Yavuz hırsız yine ev sahibini bastırıyor. Sorgusuz sualsiz işlerinden ve aşlarından ettikleri, hayatlarını çaldıkları insanların şimdi de “oy hakkı”nı çalmak istiyorlar. Bu konuda şaka maka yapmayacağım. Görülmemiş bir pespayelik, görülmemiş bir düşkünlük... Çırpındıkça batıyorlar, çamurdan gelenin eninde sonunda çamura yattığını gösteriyorlar. Daha ne diyeyim? Bütün özlü cümlelerimizin, bütün atasözlerimizin hakkını bir batında vermeleri şart mıydı bunların? Yeni nesil aromalı seçmenin masaya koyduğu ciğere bu sefer de “murdar” diyorlar pek sevgili okuyucu! Ne acayipse, onca uzun atlamaya rağmen bu sefer yetişemediler o ciğere.
Bu murdarlık retoriği üzerinde bir parça durmak lazım. Kedi ciğer meselesi açık zaten. Birçok kişi söyledi. Kedi erişemediği ciğere murdar der... Ama mesele bundan ibaret değil. Nişanyan sözlüğü murdar kelimesini, dinen ve ahlaken kirli olarak tanımlıyor. Murdār’ın "leş, ceset" sözcüğünden evrildiğini belirtiyor. Ayrıyeten Farsça murdan, mīr- "ölmek" fiilinden türetilmiş bir sözcük olduğunu da ekliyor. TDK da ondan aşağı kalmıyor. Kelimenin cenabet anlamını katıyor bu anlamlara. Murdarın aynı zamanda cinsel birleşmeden sonra yıkanmamış kimseyi tarif ettiğini söylüyor. Burası artık insanların özeline girmek olur ki Zuhal Topal’ın yemek programında bile “özele girmemek” diye bir motto var. Lütfen yani. Mahreme saygı esas. Bu anlamın sözlüklerden derhal çıkarılmasını öneriyorum.
AKP üst düzey kadroları bu ergen mızıkçılığıyla seçim sonucuna itiraz ediyor işte. Onlarla aynı dili kullansak, “Murdar sana benzer” deyip geçeriz biz de. Diyarbakırlı ergen çocuklar öyle de demez üstelik, “İkinci sözcüğün başındaki “a” harfinin kafasını eze eze “Murdar aaadındır” derler...
Fakat Binali Bey’in hâli hâl değildi. Seçim sonucuna kendisinin esasen bir itirazı yokmuş ve kaybettiğini ilk günden beri biliyormuş gibiydi. Sanki baskı ve zulüm sonucu ekrana çıktığından, hem nalına hem mıhına vuran “murdar” kelimesini özellikle seçmişti. Keser döner sap döner kafaya iner bir sözcüktü bu. Seçimin “murdar” olduğunu söylüyordu.
Seçim ve murdarlık nasıl bir araya gelebiliyordu? Başka bir sözcük mü bulamamıştı? Sanki seçim sonrası muhalefetin değil, AKP’nin yapıp ettiklerinin sakilliğini anlatmak istiyordu Binali Bey. Murdar olan, AKP’nin ve Gargamel’in ulaşamadığı ciğerdi. Binali Bey subliminal bir mesaj veriyordu. Vay lımıne lımıne, sub limine, limine... Vallahi bunun böyle olduğu anlaşılırsa, pelikan kuşları Binali Bey’i wasabi sosuna banıp banıp çiğ balık gibi yer. Söyleyeyim ben size.
Ne diyorsunuz, çok mu zorladım Binali Bey’in tavır koyma kapasitesini? Fakat bir yarış sonucunda kaybedilmiş şeye “murdar” dediğinizde, “Kedi ulaşamadığı ciğere murdar der” sözünü kafanıza yiyeceğinizi bilirsiniz. Binali Bey de bunu pekala bal gibi biliyordur. Ben şahsen güneşli bir günde Ankara Lefkoşa uçuşunu gerçekleştiren bir Boeing’in penceresinden görülen uçsuz bucaksız sema kadar açık bir şekilde bunu anlıyorum. “Bu seçim murdar oldu” dedi. Zaten bunu söylerken de annemin deyişiyle “rengi simsiyah” olmuştu. Bile isteye o kelimeyi seçmişti. Murdar!
Ben başka bir şey demiyorum. Gereğini Hilal Kaplan yapar... Demeye kalmadı. Abdülkadir Selvi, “Bu sözleri duyunca içim cız etti” dedi. Şimdi bunu nasıl anlayacağız? İçi cız etti çünkü o da biliyordu ki Binali Bey kılığına girmiş AKP, koca bir dünyanın gözü önünde bu kez açık ve seçik olarak “Ulaşamadığı ciğere murdar” diyordu. Bu kadarına da içi artık biraz cız etsindi tabii.
Ben sustum...
Biliyorsunuz, bunlar endüljans bile dağıttı fakat yine de olmadı. Oy karşılığında apaçık cennet vaat ettiler! Yine de İstanbul’u kaybettiler. Yeminler olsun ki İstanbul’da değil büyük bir operasyon, değil büyük bir seçim yolsuzluğu, değil usulsüz oy kullanıldığına ilişkin üç çuval belge, usulsüz kullanılmış üç buçuk oya dair ellerinde asma yaprağı gibi bir şey bile olsa, AKP on yedi yıllık bütün ayıplarını, kusurlarını o tek yaprakla örterdi. Öyle bir şey bulsa, yeri göğü inletir, uzayı boydan boya yıkar geçerdi. Mintaksla canım mintaksla. Hepimizi de köpüklerle birlikte, taze keşfedilmiş kara deliğe süpürür atardı.
Kara deliklerde yutulasıcalar...
Geçen gün bir tanıdık, yandaş medyada köşe yazan bir enginara bir kafede denk gelmiş. Yan masada oturan bu şahsın yaptığı telefon konuşmasına kulak misafiri olmuş. Bu şahıs telefonun öteki ucundaki kişiye, “Asla vazgeçmek yok, asla. Organize usulsüzlük deyin. Organize, organize, organize. Hep biz çalacak değiliz ya, bu kez de belli ki onlar çaldılar. Çaldılar. Çaldılar. Çaldılar. Sürekli bunu söyleyin. İki günde kendiniz bile inanırsınız. Ben çok inanıyorum şahsen” diyormuş. Konuşma böyleymiş, bir arkadaşın yalancısıyım. Adı geçmeyen bu yazarımız her şeyi çok güzel yalanlıyor, ben yazayım da o gerekirse yalanlasın dedim. Neleri yalanlıyor, bunu mu yalanlamayacak? Peki Binali Bey ne yaptı? Ekranlara çıktı ve “Çaldılar, çaldılar, çaldılar” diyecekken, “Murdar, murdar, murdar” dedi.
Bu çaldılar çığrınmasının anlamını da herkeşler biliyor. Kafayı da bir parça bu kaşar rendeli pişkinlik karşısında yiyoruz tabii. Yenmeyecek gibi değil. Bu yazıyı da kafam epeyce yiyikken yazdım. O yüzden hiçbir sorumluluk kabul etmiyorum.
Biliyorsunuz, AKP’li nüfusun yarısı, 12 yıllık kankalıktan sonra henüz Fetö’yle aralarının bozum bozum bozulduğunu tam olarak idrak edememişken ve de sağda solda hâlâ “camiaylan aramızı bozamazsınız” filan diye dolaşıyorken, diğer yarısı etrafa, “Fetöcü” diye saldırmaya başlamıştı bile. İnanılır gibi değillerdi. Kişiyi kendilerinden biliyorlardı.
Bu da aynı hesap... Daha ne anlatayım?