YAZARLAR

Kızgın demirin bir ucu Bahçeli’de

Bahçeli’nin nutuklarında üç önemli nokta var: Seçimi, Damat Ferit-Atatürk kurgusal karşıtlığı üzerinden açıkça gayri meşru ilan etmek. Seçimin önemli figürlerini açıkça düşman ilan etmek. Gerginliğin sorumlusu bu kişileri koruyor suçlamasıyla kurumları iktidarın emir ve görüşüne tam uyuma zorlamak.

Devlette devamlılık esastır, 32 kısım tekmili bir arada: İrfan Özaydınlı, 1978’de Maraş katliamı için söylemişti: “Olayları solcu örgütler çıkarmıştır.”

***

1980’de 57 kişinin (yine Alevi ve solcu) öldüğü Çorum Katliamı’nı kendisine soran bir gazeteciye Süleyman Demirel’in cevabı: “Çorum’u bırakın, Fatsa’ya bakın.” Fatsa Belediye Başkanı Fikri Sönmez’i işaret ediyor, müdahale edilmesi gerektiğini söylüyordu. Ne kadar da Devlet, Bahçeli.

Belediye başkanı seçilen Fikri Sönmez’le (Terzi Fikri) birlikte ilçedeki özerk dönüşüme müdahale edilmesi gerektiğini düşünüyordu; Bahçeli de Kılıçdaroğlu’ndan İstanbul’u istiyor ya.

***

Tansu Çiller, 1993 Sivas Madımak katliamı için söylüyordu:

“Çok şükür, otel dışındaki halkımız bu yangından zarar görmemiştir. Halktan kimsenin burnu kanamamıştır.”

***

Dönemin Kütahya/Emet Belediye Başkanı (AK Partili) Mustafa Koca, binlerce kişinin 17 Kürt işçiyi öldürmeye çalışmasından sonra konuşuyordu:

“Çünkü gerçekten Emet halkının milli duyguları manevi ve vatanseverliği ön planda. Bu duygularını istismar etmek isteyenler çıkmıştır.” “Emet insanı ve gençleri gerek polisimize gerek ise askerimize saygılı şekilde davranmıştır. İlçe sakinleriyle emniyet güçleri arasında kesinlikle bir sertleşme söz konusu değildir ve olmamıştır.”

Bir iftira yüzünden binden fazla kişi, 17 inşaat işçisini öldürmeye çalıştı, çare: işçiler kovuldu, ceza alan? Güldürmeyin insanı.

***

Süleyman Soylu, Çubuk için söylüyor, ana muhalefet partisi genel başkanını linç girişimi üzerine:

"Şehit cenazemizde böyle bir olayın kabul edilmesi elbette mümkün değildir. Geçmiş olsun. Aynı zamanda sabır ve itidal tavsiye ediyoruz."

Kime tavsiye ediyor? Kemal Kılıçdaroğlu’na mı? O sabırlı ve itidalli, ne söylediğini duyduk. Başka kime?

***

Onu da Hulusi Akar söylüyor, yine çubuk için.

“Değerli arkadaşlarım. Şu ana kadar mesajlarınızı verdiniz, tepkilerinizi gösterdiniz. Şimdi sükûnetle, sükunetle Yener’in evine gidiyoruz (...) Burayı boşaltıyoruz.”

Kime söylüyor? Değerli arkadaşlarına. Ne yapmış onlar, mesaj vermiş, tepki göstermiş. Vali de “protesto” dedi zaten.

Yani? iktidar beğenmiş bu olan biteni. Zaten gökten zembille inmedi bu linç ahalisi, liderlerin, siyasi yetkililerin ve medyanın oya gibi işlemesiyle besleniyor, büyütülüyor, serpiliyor.

***

Bahçeli çok mutluydu zaten:

“… bu akşam YSK toplansın, Kemal Kılıçdaroğlu’nun üzerinde oynanan oyunda kendisi oyunun bir figürü müdür değil midir önce onun tespitini yapsın. Figürü değilse onun partisinin adayının mazbata kavgasına bu akşam son versin.”

“O adama yumruk attıracak kadar ne yaptın sen Kemal Kılıçdaroğlu. Kemal Kılıçdaroğlu’nun bir tatile çıkması lazım.”

Saldırıyı eleştirmiyor bile, yumruk atana aferin demeyi unutmuş, İstanbul’da mazbatayı istiyor. Ne kadar da Süleyman Demirel değil mi!

28 HAZİRAN 2018

Hepsi birbirinin klonu laflar. Kılıçdaroğlu’na saldırının “başlangıç” tarihi ama ne 31 Mart, ne mazbatanın verildiği gün, ne o pespaye savaş medyasından birinin attığı manşet, onlar boksörü ringe hazırlayan hareketler. Savaş medyası ne yaparsa yapsın hafızaları küllendiremiyor, sosyal medyada dün saldırıdan kısa süre sonra dolaşıma giren bir görüntü vardı. Orada da içişleri bakanı Süleyman soylu konuşuyor, tarih 28 Haziran 2018:

“Valilere talimat gönderdim, ‘CHP il başkanlarını bundan sonra şehit cenazelerinde protokole kabul etmeyin’ diye. Onların gideceği bir adres var. PKK mensuplarının cenazeleri var. Sandıkta beraberlerse cenazede de olacaklar.”

Aynı konuşmada dahiliye vekili, HDP Eş Genel Başkanı Pervin Buldan’ı arayıp tehdit ettiğinin doğru olduğunu da gururla açıklıyordu. Bu iki hedef almanın arkasında yatan şey ise 31 Mart seçimlerinden önce iktidarın başvurduğu nefret stratejisinin çekirdek formülünü oluşturuyordu: CHP eşittir PKK eşitti FETÖ eşittir DHPKC eşittir…

BİR KORKUSU VAR İKTİDARIN

Bu formüle yol açan şey bir korkuydu: CHP, 1970’lerde Kürtlerin oylarını alıyordu, bir seçimi kaybetse diğerinde hükümet kuracak güce ulaşıyordu. Erdal İnönü 1990’ların başında Kürtlerle ittifak yaptı, yüzde 30’a vurdu ve iktidar ortağı oldu.

Getirilen cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi adlı yeni sistem, ittifak mecburiyeti dayattı. Evdeki hesap çarşıya uymadı, CHP, İYİ Parti ve Saadet Partisi bir araya geldi. HDP tabanı da (adayının olmadığı yerlerde) öfkeli, saldırgan ve aşağılayıcı dili ve politikalarına karşı iktidarı değil karşısındaki CHP’li millet ittifakına oy vermeyi seçti. Sonuç malum. Nefret politikası “CHP eşittir FETÖ eşittir PKK eşittir DHKPC” (eşittir Damat Ferit, hayret bu sefer kimse İsmet İnönü demedi) formülü, seçimden sonra savaş medyasında gece gündüz işlenen tema oldu.

Arada “kızgın demiri soğutma vakti” filan denildi ama hem saldırı sonrasında gelen açıklamalar, hem Bahçeli’nin 24 saat içinde irad ettiği üç nutuktan saçılan ateş, çok bildik bir “sahne” ile karşı karşıya olduğumuzu düşündürüyor: “Tahrik-provokasyon” tezleriyle örtülecek, saldırganların, saldırganlığın değil saldırıya uğrayanların haklarının kısıtlanması, çiğnenmesi ya da yok edilmesiyle sonuçlanacak kargaşa ortamı.

BAHÇELİ BOŞA KONUŞMAZ

Bahçeli’nin nutuklarında üç önemli nokta var:

Seçimi, Damat Ferit-Atatürk kurgusal karşıtlığı üzerinden açıkça gayri meşru ilan etmek. Seçimin önemli figürlerini açıkça düşman ilan etmek: “Terörist” (yani Kürt) Demirtaş’tan “Ermenisinden Rumuna” selam gönderen İmamoğlu ve onun lideri Kılıçdaroğlu. Gerginliğin sorumlusu bu kişileri koruyor suçlamasıyla kurumları (tabii ki başta YSK, sonra da “mahkeme”ler) iktidarın emir ve görüşüne tam uyuma zorlamak.

Unutmamak gerekir ki Bahçeli 2002 yazında DSP-ANAP-MHP koalisyonunu yıkan hamleyi yapan kişidir. 7 Haziran’dan sonra da 1 Kasım’a giden süreci başlatan hamle ondan gelmişti. 15 temmuz darbe girişiminden sonra bugünkü “cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi” ya da iktidarın arzuladığı adıyla başkanlık sistemi için anayasa değişikliğine açık çeki o vermiş, iktidar partisinin referandumları ve seçimleri hasarsız geçmesini sağlayan o olmuştu. Bu sefer ortağını yenilmekten kurtaramadığı gibi ondan belediyeler de kaparak bu iktidarın devamlılığı konusunda hayli iştahlandı.

Şimdi savaş medyası nefret kusmaya devam ediyor, iktidar partisi akıl almaz (KHK ile atılan oy kullanamaz!) argümanlarla seçim sonucunu değiştirmeye yöneliyor. Bahçeli kesintisiz konuşuyor. Ana muhalefet partisinin (daha önce Aleviliği üzerinden meydanlarda yuhalatıldığına da şahit olduğumuz) lideri saldırıya uğruyor. (sahi: Alevi olması, kabul etmese de Dersimliliğinden mütevellit Kürtlük imajı ve Türkiye’de “sol” sayılan CHP’li oluşu, yani solculuğu saldırılmasını kolaylaştıran bir faktör mü, en azından saldırganların ruhiyatında?) Saldırıdan kurtulmak için gittiği evi yakmayı bile düşünüyor birileri.

Hasılı, bugün için manzara şu: Kızgın demirin bir ucu bahçelinin elinde, kalan ucu zaten yüksek fırın haline getirilmiş toplum içindeki öfkeli kişi ve öbeklerin elinde.

Tarihten bildiğimiz bir gerilim üretme mekanizması iş başında, bunu saldırıdan değil saldırıdan sonraki açıklamalardan çıkarıyoruz. O zaman söylemek lazım: Her biri ayrı faciayla sonuçlandı o işlerin ve bu sefer büyük bir çoğunluk bir azınlığın üstüne çökmüyor, dik yarı ikiye bölünmüş bir toplum birbirine nefret, öfke ve korkuyla bakıyor. Sağ duyu, sükunet, akıl ve vicdana her zamankinden çok daha fazla muhtacız.