Duygu Asena ile kadınlığın keşfi
Asena kendisine hiç feminist demedi. Ama kendini feminist olarak tanımlayan birçok kadından çok daha fazla katkıda bulundu kadın hareketine. Ben nasıl Elçin’le beraber büyüdüysem ve başka birçok kadın da başka Elçinlerle beraber büyüdüyseler, hepimiz Duygu Asena ve ekibi ile beraber yol aldık, büyüdük, güçlendik, cesaret kazandık.
Beraber büyümek ne güzel bir tecrübedir. Kavga da etsen, ters de düşsen, günün birinde ayrı yönlere de gitsen büyümenin baş döndüren uçurumlarını, tedirgin edici kuytularını, yıldızlı gökyüzünü ve korku tüneline benzeyen arka sokaklarını birlikte geçmek, tünelin ucundaki ışığı birlikte görmek insanları birbirine bağlar.
Kuzenim Elçin’le beraber büyüdük biz. Annelerimiz ve babalarımız birbirlerine yakın oldukları için öyle oldu biraz da. Gözümüzü açtık, birbirimizi gördük. Onunla takas ettiğimiz kitaplar, karışık kasetler, ünlü fotoğrafları, posterler ve gazete kesikleri olurdu hep. Bizi biz yapan hikayelerin yapıtaşları… Bugün en parlak döneminde birlikte gittiğimiz Yeni Türkü konserini, anlamını bilmeden kullanıp başımızı derde soktuğumuz argo kelimeleri, Beşiktaş maçlarını, Beşiktaşlı Metin’e mektup yazıp hayranlığımızı dile getirdiğimiz, imzalı fotoğraf istediğimiz fakat alamadığımız hülyalı ilkgençliğimizi iç geçirerek ve bazen de gülümseyerek anıyoruz.
İkimizin bazı ortak özellikleri vardı Elçin’le. Daha az sosyal, daha çok okuyan, ev eksenli yaşayan çocuklardık. Kız çocuklarının ev eksenli yaşaması tercih edilirdi zaten. Elçin’le takas ettiğimiz en güzel ve ufuk açıcı şeylerden biri yine bir kitaptı: Kadının Adı Yok! O dönemin en unutulmaz kitaplarını yayımlamış Afa Yayınevi’nden 1987’de çıkmıştı. Herman Hesse’yi, Binbir Gece Masalları’nı, Paul Valery’i, Woolf’un Kendine Ait Bir Oda’sını ve Jacques Seguela’nın unutulmaz, Anneme Reklamcı Olduğumu Söylemeyin O Beni Bir Genelevde Piyanist Sanıyor’unu da oradan okumuştuk. Duygu Asena’nın kaleme aldığı Kadının Adı Yok, bomba gibi düşmüştü gündeme. Özel olan politiktir argümanının henüz yaygın olarak işitilmediği bir dönemde bir kadının toplumla, normlar ve ahlak kurallarıyla, ailesiyle, sevgilileriyle, kocasıyla ve bedeniyle yaşadığı ilişkiyi, sorunları, mücadelesini cesurca anlatan bir kitaptı. Kadının güçlenmesine bir çağrı, cinselliğin ve aşkın özgürce yaşanmasına bir övgüydü. Hale Soygazi’nin başrolünde olduğu filmi de çekildi ertesi yıl. Hem kitap, hem film akın akın insanı kendine çekti. Tabii ki en çok kadınları. Çoğumuzun içinde bir şeyler uyanmış, başka bir hayat mümkün mü, sorusunu sormaya başlamıştık.
Asena’yı Kadınca dergisinden biliyorduk. Her yıl farklı bir fotoğrafla boy gösterdiği derginin başındaki sarışın, güler yüzlü, güzel ve özgüvenli kadındı o. Başyazıları yazar, röportajlara koşturur, dosyaların hazırlanmasına katkıda bulunurdu. Kadınca’yı uluorta okumak herkesin harcı değildi. Kuytularda, bir başınayken, arkadaştan ödünç alınıp yorganın altında okunacak bir dergiydi birçoğumuz için. 1978 yılında, Gelişim Yayınları’nın sahibi Ercan Arıklı’nın ufku geniş yayıncılık anlayışının yol verdiği bir yayındı. Yetmişlerin politik ortamı bir muhtırayla darbeye uğrayınca, yerine seksen darbesinin ardından gelen depolitizasyon süreci bir anlamda kadın hareketine yaradı. Asena bu süreci şöyle anlatıyor:
“(…) 12 Eylül darbesi etkili olmuştur kadın hareketinin doğuşunda. Darbe sonrasında her türlü politik faaliyet yasaklandı. Muhalefet yasak, siyaset yasak. Solcu, entelektüel kadınlar biraz da bu yasak döneminde kendi kimliklerini sorguladılar ve tartıştılar. Biz de o dönemde el yordamıyla bir şeyler yapıyorduk, kadın hakları, eşitliği, özgürlüğü için ve bu tuttu.”
Kadın hareketi dedimse, şimdiki halini aklınıza getirmeyin. O dönem derginin yürüttüğü hak ve eşitlik temelli bir mücadeleydi ve birçok muhafazakar yönü vardı. Mesela, eşcinsellik bir tabuydu, etnik kimliklerin temsil talepleri görmezden geliniyordu, evlilik kurumu, bekaret belli ölçülerde kutsanıyordu. Politik tartışmalar genel anlamda resmi ideolojiye paralel yürütülüyordu. Asena’nın da belirttiği gibi, başlarda el yordamıyla yürüyordu işler çünkü.
Duygu Asena, genç ve enerjik bir kadın gazeteci olarak kadın dergiciliğini son moda örgü modelleri, ev işinde püf noktaları öğreten, Hollywood ve Yeşilçam dedikoduları paylaşan, eşinizi memnun etmenin yollarını gösteren içeriklerin hakimiyetinden kurtardı. Artık bizim beklentilerimiz, şikayetlerimiz, haz arayışımız, tatminsizliklerimiz, travmalarımız da bir mecra bulmuştu. Ve bu mecradan gürül gürül akmaya başladı. Moda, güzellik sırları, çekici bir bedenin sağaltıcı gücü de ihmal edilmiyordu. Güçlü kadın figürleri ve rol modelleriyle yapılan söyleşiler, cinsiyetçi, eril bakışın eseri olan film ve sahne yıldızlarının sansasyonel hikayelerinin yerini almıştı. Derginin en unutulmaz sayılarından biri, “Ayşe’ler Uyanın, Ali’leri Eğitin… Çalışan Kadınlar Kendinizi Sömürtmeyin” sloganıyla sunulan, kadın emeğine itibarının iade edilmesini talep eden sayıydı. O dönem yasak olan kürtajın serbest bırakılması için bir kampanya başlatan sayı ile kadına yönelik şiddeti önlemeye yönelik çağrı içeren sayı da anılmaya değer. Hedef kitlesi kadınlar olan cinsel anket ile aynı dönemde çıkan Erkekçe dergisindeki kadın çıplaklığını protesto etme niyeti taşıyan çıplak erkek modeller ise o dönemde genç olan çoğu kişinin hafızasında yer etmiştir sanırım. Kadının arzu nesnesi değil, özne olduğu cinsel içerikli hikayeler, cinsel sağlık ve aşk konulu dosyalarla toplumsal hayata özgürce katılmak, tabuları yıkmak ve her alanda eşitlik isteyen Asena ve ekibi, okurların mahrem sorularına ve duygusal/cinsel sorunlarına da çözüm arıyorlardı. Bu sebeple, “Kafayı seksle bozmuş, erkek düşmanı bir ekip” diye eleştiriliyorlardı bir kesim tarafından. Kadınca’dan yadigar kalan ve yıllarca toplumsal cinsiyet eşitliği, cinsel sağlık, özgür aşk ve cinsellik konularında cesaretlendirici çalışmalar yapan hekimler Erdal Atabek ve Selçuk Erez de unutulmamalılar. Atabek’in Bastırılmış Kadınlık, Kışkırtılmış Erkeklik adlı kitabı da hatırı sayılır bir okur kitlesine ulaşmış, farkındalık yaratmıştı.
“Feminizm nedir bilmiyorsun ama birileri senin feminist olduğunu biliyor” diyordu Asena o dönemde. Ölümünden sonra onun kadın hareketine katkısını değerlendiren Ayşe Düzkan, “Kendisi bir mitinge bile gelmemiştir ama ondan çok daha önemli bir şey yaptı: Feminizmi her kadının hayatına soktu. (…) Duygu, kadın hareketi içinde bir tür kalkan gibiydi. İlk saldırılar önce ona yapılırdı” diyordu. Kadınca’nın serencamı, dünyada ve Türkiye’de kadın hareketinin gelişimine, taleplerine paralel olarak değişti, tekamül etti. 80’lerin sonundan, kapandığı 1992 yılına doğru, feminizmi güncel siyasetle daha cesurca ilintilendirebilen, kimlikler siyasetine, temsil meselesine daha fazla önem veren, kadın kategorisinden cinsel kimlik kategorisine geçebilmiş bir ideolojik konumlanışı vardı derginin. Filiz Koçali’nin “Artık şunu öğrenelim lütfen, Feministler Ne İstiyorlar?” başlıklı yazısı bir milad niteliğindeydi. Hak ve eşitlik taleplerine özgürlük talebi de eklenmişti. Ezilen her kesimden insan dayanışmaya davet ediliyordu. Karar alma süreçlerine daha fazla katılmanın önemi, kamusal alanda söz üretmenin değeri her fırsatta hatırlatılıyordu. Siyaset sahnesinde yerini almaya hazır, güçlü ve kitlesel bir kadın hareketi de vardı artık.
1992’de aynı ekip Kim’i çıkardı. O da bir sonraki kuşak için ufuk açıcı bir yayındı. Ama o dönemde kadınlar hiçbir sermaye grubuna bağlı olmadan kendi dergilerini çıkarabildikleri için Kim, Kadınca kadar yankı bulmadı. Hareketin içinden hangi kadına sorsanız, yer yer çekişip, yer yer halleştiğimiz Kadınca’nın mirasının azımsanmayacak bir değeri olduğunu, Kadının Adı Yok’un yarattığı fırtınanın kadın hareketinin yelkenlerini şişirdiğini söyleyecektir.
Asena kendisine hiç feminist demedi. Ama kendini feminist olarak tanımlayan birçok kadından çok daha fazla katkıda bulundu kadın hareketine. Ben nasıl Elçin’le beraber büyüdüysem ve başka birçok kadın da başka Elçinlerle beraber büyüdüyseler, hepimiz Duygu Asena ve ekibi ile beraber yol aldık, büyüdük, güçlendik, cesaret kazandık. Huzurumuzu bozduk, huzursuzluk yarattık, fazlasını istedik, istemediklerimize ‘eksik olsun’ dedik. Kadınca davranmanın zayıflık olmadığına inandık. 19 Nisan onun doğum günüydü. Erken ölümü büyük bir haksızlık gibiydi. Ama bize bir yol açtı, geri dönüşsüz bir yol. Çok yaşa Duygu Asena!
Funda Şenol Kimdir?
Doğma büyüme Ankara'lı. Ama aslen Niğde'li. Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde okurken basın sektöründe çalıştı. Mezun olunca akademisyenliğe geçiş yaptı. 1994-2010 yılları arasında Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde, 2010 yılından, 686 No'lu KHK ile ihraç edilene kadar Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde çalıştı. Kent sosyolojisi, kent tarihi, toplumsal cinsiyet, basın tarihi çalışma alanlarıdır. İletişim Fakültesi ve Kadın Çalışmaları Programı'nda lisans, yüksek lisans ve doktora dersleri verdi. Yabanlar ve Yerliler: Başkent Olma Sürecinde Ankara (İletişim Yayınları, 2003); Sanki Viran Ankara (der), (İletişim Yayınları, 2006); Cumhuriyet'in Ütopyası: Ankara (der) (Ankara Üniversitesi Yayınevi, 2011); Kenarın Kitabı (der) (İletişim Yayınları, 2014) ve İcad Edilmiş Şehir: Ankara (der) (İletişim Yayınevi, 2017) adlı kitapları, çalışma alanlarında çok sayıda makalesi, araştırması bulunmaktadır. Şehirleri keşfetmeyi, sokaklarda yürümeyi, fotoğraf çekmeyi, arşivlerde eşelenmeyi, okumayı sever. Tuna'nın annesidir.
Selim Sırrı Tarcan: Bedeni ve zihni terbiye etmek 18 Ekim 2024
Batının vaatkar bedeni: Baraj Gazinosu’nun Avrupalı artistleri 04 Ekim 2024
Dişil enerji dedikleri ne ola ki? 20 Eylül 2024
Annemin karnıyarık tenceresi 30 Ağustos 2024 YAZARIN TÜM YAZILARI