YAZARLAR

Deliriyor muyuz?

Fas dediğin Afrika’da ot bitmez kızıl çorak bir ülke. Oralardan Türkiye’ye bakınca manzaramız elbette ki şükredilesi. Fakat sistemleri çarpıştırınca aynı tuzağa bizim de düşmüş olduğumuzu görmek acı. Nasıl bir sömürülmeyse bizimkisi, o kadar berekete ancak bu kadar kalmışız, diyor insan, canı yanıyor ister istemez.

Kendimize olduğu kadar ülkeye de dışarıdan bakmanın ne derece mühim bir gereklilik olduğunu birkaç günlük yurt dışı seyahatimde bir kez daha anladım. Ve söylemesi ayıp, koşturmacaya devam edebilmek için birazcık nefes aldım.

Tepeden tırnağa neo-liberal tahakküm altına alınmaya çalışılan dünya, gün geçtikçe patolojik bir vakaya dönüşüyor. Hemen herkese deli gözüyle baktığımız şu zamanlarda zat-ı alimizin de delirmeye başladığını etrafımıza olmasa da kendimize itiraf etmeye başladığımız günlerdeyiz. Çünkü delirmek, içinde bulunduğumuz acımasız rekabet şartlarında artık doğal ve giderek de normalleşmekte. Bu bir sorun mu? Bana sorarsanız evet, büyük bir sorun. Zira, esas amacın mutlu, huzurlu olmak değil de ‘daha çoğunu elde etmek’ olduğu her yer mütemadiyen hem tehlikeli hem de ağır stresli.

Türkiye, ‘gitme’ye gelmeyen bir ülke. Ne zaman ülkemden gidecek olsam aklımda hep aynı soru, içimde hep aynı tedirginlik “acaba ben yokken neler olacak, acaba şimdi gitmesem mi?” İnsan bu endişelere yenik düştüğünde hiçbir yere kıpırdayamıyor. Planlar ertelendikçe erteleniyor. Çünkü Türkiye’de olaylar hiç bitmiyor. Sonra bir bakmışız saçlar beyazlamış, stresten hasta olmuşuz, geçtik işe yarar bir iş yapmayı, tweet atacak bile hal kalmamış(!) Hatta bir bakmışız ölmüşüz! Dün internet bulabildiğim arada bir haber gördüm. Önce Zaytung haberi sandım, güldüm. Ama bizzat bizim Gazete Duvar’ın haberi olduğunu görünce dehşete düştüm, bir süre dondum kaldım. Haberde şöyle diyordu:

“193 milyondan fazla seçmenin bulunduğu Endonezya’da, 17 Nisan’da düzenlenen seçimlerden sonra uzun saatler boyu milyonlarca oyu satmak zorunda kalan sandık görevlilerinin 272’si yorgunluk kaynaklı hastalıklar sebebiyle öldü. BBC’ye konuşan Genel Seçimler Komisyonu sözcüsü Arief Priyo Susanto, elle sayımın çok uzun saatler sürmesi sonucunda 1878 kişinin de hastalanarak hastaneye kaldırıldığını anlattı. Seçim komisyonunun ölen sandık görevlilerinin ailelerine tazminat vereceği açıklandı.”

Şaka gibi değil mi?

Tekrar tekrar okudum. Yok vallahi gerçek!

Sonra düşündüm; bizde de oylar tekrar tekrar sayılırken “İnsanlara bu psikolojiyi yaşatmaya hakkınız yok, bu eziyet suçudur hatta manevi tazminat hakkı doğurur” derken yanılmamışız. O dönem tekrar sayıma vatani görev gibi bakanlar olmuştu, o açıdan bakınca, Endonezya’da insanların vatan uğruna şehit oldukları söylenebilir. Az kalsın aynı şey İstanbul’da da oluyordu. Neyse ki kıl payı kurtardık.

Velhasıl bu sebeplerden, arada ‘gitmek’, ülke için artık bir “halk sağlığı sorunu”.

Marakeş’i de, çölü de uzunca bir süredir merak ettiğimden yolum Fas’a çıktı. Fas, hem kral hem de çift meclisli parlamenter sistemiyle yönetilen nispeten medeni-demokratik bir Müslüman-Arap ülkesi. Monarşi, Mohammed VI’nın Casablanca Havalimanı’nında pasaport kontrol noktasından başlayarak ülkenin her noktasına asılmış fotoğraflarıyla hissettiriyor kendini. Belli ki geniş yetkili bir kral. İnsanlarla konuştuğum kadarıyla da genellikle sevilen seküler biri. Diğer yandan meclise, politik İslamın temsilcisi olan ve AK Parti ile tıpatıp olarak yorumlanan bir parti –bu partinin adı da Adalet Ve Kalkınma partisi (PJD)- hakim. Kralın her ne kadar seküler olduğu söylense de hükümet baskın. Politik İslam’ın hakim olduğu ve elbette sömürülen her yerde olduğu gibi Fas’ta da döviz yüksek. Halk yoksul.

Fas dediğin Afrika’da ot bitmez kızıl çorak bir ülke. Oralardan Türkiye’ye bakınca manzaramız elbette ki şükredilesi. Fakat sistemleri çarpıştırınca aynı tuzağa bizim de düşmüş olduğumuzu görmek acı. Nasıl bir sömürülmeyse bizimkisi, o kadar berekete ancak bu kadar kalmışız, diyor insan, canı yanıyor ister istemez.

Uzun uzun Fas’ı anlatmaya gerek yok, neticede Türkiye’den ticaret yapmak üzere Fas’ı tercih edenler dışında ülkeyle pek bir bağımız da yok. Benim dikkatimi çeken ilk başta değindiğim kısımla ilgili. Fas halkı çok daha zor koşullarda yaşıyor olmasına rağmen neredeyse tamamen apolitik. Genelde başkaca ülkelere gittiğimde muhakkak koyu siyasi sohbetlerin içine düşerdim; fakat burada yalnızca bir kişi bana Erdoğan’ı sordu. O da mesleğini yapmayan bir avukattı. Yerel seçimler dahil oldukça iyi yorumladı Türkiye’deki süreci. Mesleğini niçin bıraktığını sorduğumda; “Bu şartlarda hiçbir anlamı yok ki avukatlık yapmanın” dedi. Türkiye’de en sık duyduğum sorunun cevap hali bu aslında: “Bu şartlarda nasıl avukatlık yapıyorsunuz?”

Nitekim, uzun uzadıya siyaset konuştuğum insanlar yine dönüş uçağındaki ülkem insanıydı. Temel fıkrası misali; ortama dört parti temsili hakimdi. Her şey (eski) AK Parti’li, Fas’ta yıllardır ticaret yapan beyefendiye Fas’la ilgili siyasi bir bilgi sorusu sormamla başladı. Sanki çölde su bulmuş gibi herkesin gözleri açıldı ve deliler gibi, neredeyse yolculuğun başından sonuna siyaset konuştuk. Tansiyon bir çıktı bir indi; fakat kimse muhabbeti bırakmak istemedi, kalp kırmadı. Sevindirici kısım ise; herkesin büyükşehir seçim sonuçlarından son derece memnun olmasıydı.

Biz Fas’taki avukatın verdiği cevabın soru aşamasındayız; “Bu şartlarda nasıl yapıyorsunuz?”. Fas’a benzemeyeceğimiz, şimdilik cevaba dönüşmeyeceğimiz de kesin. Hani ülkeye de dışarıdan bakmak lazım dedik ya, dışarıdan bakınca A’dan Z’ye politikleşmiş durumda olduğumuzu görmemek mümkün değil. Bu bir yanıyla sağlıksız bir durumken diğer yanıyla da halk olarak kontrolü elden bırakmak istemediğimizi/bırakmadığımızı gösteriyor. Yani çoktan patolojik vaka haline gelmişsek de, böylesi gerilimli ülkelerde kontrolü elde tutmanın ve iyi olana varmanın başka yolu yok. Arada kendimize de, ülkeye de dışarıdan bakmak kaydıyla.

İyi haber şu ki ülkede bir şeyler iyiye doğru gidiyor. Bu içeriden de böyle, dışarıdan da.


Tuba Torun Kimdir?

Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunudur. İstanbul Barosu’na bağlı olarak serbest avukatlık yapmaktadır. Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu ve Kadın Meclisleri avukatı ve Kadın Adayları Destekleme Derneği yönetim kurulu üyesidir. ‘Bayan Değil Kadın’ programını hazırlayıp sunmaktadır. Aktif olarak siyasi faaliyetlerine devam etmektedir.