YAZARLAR

Teröristin icadı: Ama sek ama kokteyl...

Otoriter bir rejimin kendi varlığını sürdürebilmek için haine, teröriste ve isyankâra nasıl dehşetli bir ihtiyaç duyduğunu görüyorsunuz. Öyle ki hiçbir suçlu ya da terörist kalmadığında varlığını ve bekasını sürdürebilmek için onu bizzat kendisi icat edecektir. Teröristin icadı; ama sek ama kokteyl...

Meral Akşener salı günkü grup toplantısında, “Cumhur ittifakının sayın genel başkanlarına” dünyanın en normal olayından söz eder gibi bir şey hatırlattı. “İkinci bir 7 Haziran - 1 Kasım hayali kurmak tam bir kanunsuzluktur.” dedi. Allah günah yazmasın, Meral Abla baya sert konuştu.

Sonucu bir türlü hazmedilemediğinden itiraz üzerine itiraz yiyen ve bir karara bağlanıp ilan edilemeyen İstanbul seçimi vesilesiyle, 7 Haziran - 1 Kasım süreci epeyce sık hatırlanan bir mevzu oldu. Meral Akşener’den sonra aynı gün Ruşen Çakır da Medyascope programında bu noktaya değindi. İstanbul seçiminin iptal edilmesi halinde ne olabileceğine ilişkin söyledikleri arasında birçoğumuzun düşünce ve kaygılarına derli toplu bir ses kazandıran ve zihin açan çok önemli noktalar vardı doğrusu. Bu noktaları kısaca hatırlayalım.

Ruşen Çakır her şeyden önce İstanbul seçiminin iptal edilmesi halinde Binali Yıldırım’ın tekrar sahaya çıkarak aktif bir politika yürüteceğini sanmadığını söyledi. O halde seçimin iptal olması halinde İstanbul’u almak isteyen Erdoğan’ın bunu nasıl başaracağını sordu ve kahvesinden bir yudum alarak kendi sorusunu sakince şöyle yanıtladı. “Orada işte bir takım karanlık şeyler, senaryolar gündeme geliyor. Haziran-kasım arasında Türkiye’de neler yaşandıysa benzerinin yaşanabileceği yolunda -ki o tarihteki konjonktür ile bu tarihteki arasında çok büyük fark var. O tarihteki terör eylemlerini yapanlar, yaptıranlar vs. ile bugünkü konjonktürde onun aynen tekrarlanması mümkün değil. Çok daha farklı bir takım şeyler tabii ki olabilir. Çubuk saldırısı bunun bir örneğiydi bence ve boşa çıktı...”. Deneyimli gazeteci ve analist, Çubuk zanlılarını serbest bırakmakla kalmayıp bir nevi kahraman ilan etmelerinin bu olayın örgütlü bir provokasyon olduğuna işaret ettiğini de açıkça belirtti.

İstanbul seçiminin iptal edilebileceğine birçoğumuz fazla ihtimal vermiyoruz. Böyle bir kararın yol açacağı krizin zaten güç kaybetmekte olan bir AKP tarafından göze alınır olmayacağı kanaati hakim. Fakat yine de ola ki süreç bu şekilde sonlanır ve seçim yenilenmeye kalkılırsa, 7 Haziran ve 1 Kasım arasında yaşadığımız o meşum sürecin bir şekilde tekrar etmesi ihtimali de bizleri endişelere gark ediyor. Akşener gibi “milliyetçi” bir politikacının ya da Ruşen Çakır gibi solcu bir gazetecinin böyle “normal normal” dile getirdiği bu kaygıyı, çok kişinin paylaştığını kendi çevremizden ve gözlemlerimizden de biliyoruz. Çok tuhaf değil mi?

Olayı basitçe ifade edersek, seçimin iptal edilmesi ve yeni seçimin yapılacağı tarihin duyurulması halinde aradaki sürecin terör ve kan getireceğinden korkuyoruz. Birilerinin seçmeni belli bir tercihe zorlamak için bu tabloyu yaratacağını düşünüyoruz.

Niye peki, kim bu birileri? Kaos ve istikrar arasında açık bir seçime davet edildiğimiz o süreçte yaşadığımız şey bir kaosun provası mıydı yani? O dönemde Türkiye tarihinin en kanlı terör saldırılarını gerçekleştirenler “kokteyl” terör örgütlerinin üyeleri değil miydi? Neyin provokasyonundan söz ediyoruz?

Bu sorulara tabii ki bir cevap veremiyorum. Fakat durumu böyle kanıksamış olmamız dehşet verici. Sonucu beğenilmeyen bir seçimin tekrarı halinde, aynı olayları yaşama ihtimalimizi böyle sıradan bir şeyden söz eder gibi konuşabilmemiz çok can yakıcı...

Filozof Augustinus, “Adalet olmayınca devlet büyük bir çeteden başka nedir ki?” diye sorar. Nedense can yangınından söz ederken bunu hatırladım... Augustinus’un sözlerinin bizimle hiçbir ilgisi yok elbette. Öyle durup dururken aklıma geldi. Aaa bakın, kuşlar geçiyor!

Kuşlar demişken, Ankaralı tiyatro grubu Heveskâr’ın oyununu sonunda izleyebildim. Özgür Avcı’nın Polonyalı oyun yazarı Sławomir Mrożek’in Polisler adlı eserinden uyarladığı Kuşlar adlı oyun o kadar ilginç ve düşündürücü ki o kadar olur. Şöyle söyleyeyim, beynelmilel bir oyun, güzide memleketimizde tam yerine denk gelmiş ve manzara kurmuş... Tiyatro çıkışında sohbet ettiğimiz oyunculardan Doğanay Yağcı, hikayenin orijinalinin temel hatlarıyla tıpkı izlediğimiz uyarlamadaki gibi olduğunu söyleyince daha da şaşırdık. Polonya menşeli altmış yıllık oyunun bize bugün çok bildik, çok aşina gelen bir dünyayı anlatıyor olmasında oldukça hüzünlü bir yön de var tabii. Otoriter ya da otoriterleşme eğilimindeki rejimler, dünyanın her yerinde ve herhangi bir zamanda bu derece benzeşebiliyor demek...

Kuşlar’da polis devletine evrilmiş otoriter bir rejimin kendi varlığını sürdürebilmek için haine, teröriste ve isyankâra nasıl dehşetli bir ihtiyaç duyduğunu görüyorsunuz. Öyle ki hiçbir suçlu ya da terörist kalmadığında varlığını ve bekasını sürdürebilmek için onu bizzat kendisi icat edecektir. Teröristin icadı; ama sek ama kokteyl... Hikaye, çocuk bir kralın ülkesinde, kral naibi de olan dayısı tarafından yönetilen bir polis devletinde geçiyor. Ülkedeki “son terörist” de yıllar sonra nihayet pişmanlığını beyan ettiğinden cezaevindeki hücresinden salıverilmiştir. O saatten sonra da rejimin nasıl bir “yoksunluk krizine” sürüklendiği ve nasıl kıvrandığı, “polis” teşkilatı üzerinden anlatılıyor. Kendini farazi (veya kısmen gerçek de olabilir) iç ya da dış tehditler üzerinden meşrulaştıran ve varlığını sürdürme (beka) haricinde hiçbir gelecek vaadi kalmayan rejimlerin yaşayacağı türden bir kriz bu. İbret verici.

Dediğim gibi hikayemizin orijinali Polonyalı bir oyun yazarına ait. Beynelmilel bir hikaye. Belli herhangi bir yeri ima etmiyor. Zaten hayat kısa, kuşlar uçuyor...

Kuşlara baktığımız cezaevi penceresini bir kez açınca, başka hazin hikayeler de görüş alanımıza giriverdi bu hafta. İki gün içinde yaşanan iki ayrı ölüm, bir şekilde cezaevlerini ve oradaki icat edilmiş “teröristleri” hatırlattı. Sırrı Süreyya Önder’i andık. Hüzünlendik, üzüldük. Sırrı Süreyya Önder’den umutluyduk. Üzerine renkli hikayeler yazdığı kağıtlardan kuşlar yapar, cezaevinin dışına uçurur diyorduk. Şimdilik sessizce cezasını tamamlıyor içeride. Fakat bir senaryo, roman ya da öykü kitabı üzerinde çalışıyor olması da çok muhtemel. Gelelim onu hatırlamamıza vesile olan ölümlere. Biri işkenceci Raci Tetik’in ölümü. Allah’ın işine karışılmaz ama Tetik’in ölümünü epeyce gecinden verdi. Adalet yerini yine bulamadı ve kimsenin içi soğumadı. Raci Tetik’in Mamak Cezaevi’nde bizzat işkence yaptığı Sırrı Süreyya Önder dışarıda olsaydı, bu ölüm üzerine söyleyeceği dervişçe birkaç cümle olurdu muhakkak...

Bir gün sonra da Dilber Ay hayatını kaybetti. Hiçbir ilgileri yok ama “İnsan Raci Tetik gibi de yaşayabilir, Dilber Ay gibi de” diye düşünüyorsun ister istemez. Dilber Ay gibi yaşamış ve göçmüş olanlar için hayatlarını bir haysiyet anıtı gibi inşa etmiş insanlar diyorum. Hayatın kendilerine sunduğu yokluklardan ve hiçliklerden dünyanın ortasına bir anıt gibi kendi var olma biçimlerini dikiyorlar... Çoğu kişi gibi ben de onu ilk kez Beynelmilel filmindeki güzel sahneleriyle keşfetmiş ve sevmiştim. Bir Sırrı Süreyya Önder hikayesiydi. Önder filmin aynı zamanda Muharrem Gülmez’le birlikte ortak yönetmeniydi. Yakın dönem Türkiye sinemasının en başarılı politik alegorilerinden biri. Dilber Ay çok yakışmıştı oraya. Tavukları döndermişti, Hacı’yı da çarşıya göndermişti... Nur içinde yatsın.

Hey gidi... Hikayelerimiz hep beynelmilel.


Sevilay Çelenk Kimdir?

Sevilay Çelenk Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo Televizyon ve Sinema bölümünde öğretim üyesi iken barış imzacısı olması nedeniyle 6 Ocak 2017 tarihinde 679 sayılı KHK ile görevinden ihraç edildi. Lisans eğitimini aynı üniversitenin Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler bölümünde 1990 yılında tamamladı. 1994 yılında kurulmuş olan ancak 2001 yılında kendini feshederek Eğitim Sen'e katılan Öğretim Elemanları Sendikası'nda (ÖES) iki dönem yönetim kurulu üyeliği yaptı. Türkiye'nin sivil toplum alanında tarihsel ağırlığa sahip kurumlarından biri olan Mülkiyeliler Birliği'nin 2012-2014 yılları arasında genel başkanı oldu. Birliğin uzun tarihindeki ikinci kadın başkandır. Eğitim çalışmaları kapsamında Japonya ve Almanya'da bulundu. Estonya Tallinn Üniversitesi'nde iki yıl süreyle dersler verdi. Televizyon-Temsil-Kültür, Başka Bir İletişim Mümkün, İletişim Çalışmalarında Kırılmalar ve Uzlaşmalar başlıklı telif ve derleme kitapların sahibidir. Türkiye'de Medya Politikaları adlı kitabın yazarlarındandır. Çok sayıda akademik dergi yanında, bilim, sanat ve siyaset dergilerinde makaleleri yayımlandı. Birçok gazetede ve başta Bianet olmak üzere internet haberciliği yapan mecralarda yazılar yazdı.