YAZARLAR

1 Mayıs resmi: Sermayeyle ‘sandık’ arasında

Bugüne dek emekçi sınıflardan hatırı sayılır bir oy almayı başaran Erdoğan, egemen sınıfların ‘reform’ talepleriyle, bu reformlardan canı yanacakların göstereceği ve işaretleri giderek artan tepkiler arasında sıkışmış gibi görünüyor. Sanayi ve ticaret burjuvazisinin beklentileri, 31 Mart’ta ortaya çıkan kırılgan ve belirsiz siyasal tablonun ürkütücülüğüne çarpıyor belli ki.

Siyasal iktidarın, zaten çoktandır önemsemediği meşruiyet yerine, kendisine zaman kazandıracak şekilde bir ‘her nasıl olursa olsun ayakta kalma’ yolunu tercih ettiği açık. Mal olacağı sonuçlar belirsiz ve oldukça riskli olan seçim iptali hamlesi de; bir 7 Haziran sonrası fragmanı gibi topluma dayatılan ve yine çok riskli olan, Kılıçdaroğlu’na yönelik saldırı, daha doğrusu toplu suikast girişimi de bu ‘ayakta kalma’ önceliğinin sonuçları gibi görünüyor. Belli ki Erdoğan yönetimi, İstanbul seçimlerinden daha çok, siyasal tablonun hızla değişebileceği ve bunun iktisadi egemenlerle siyasal güç sahiplerinde ‘yeni arayışlara’ yol açabileceğinden, açmakta olduğundan endişe ediyor. Bizzat kendisi ve rejiminin oylanacağı 2023’teki seçimin, bu koşullar altında kendisinin hiç de avantajlı olmadığı, gidişatın henüz tersine çeviremediği koşullarda kaçınılmaz hale gelmesinden çekiniyor. Henüz nasıl yapabileceğini kendisinin de bilmediği anlaşılan bir ‘gidişatı tersine çevirme’ süreci için zaman kazanmak istiyor. “Dört yıllık seçimsiz icraat dönemi” diye mütemadiyen tekrarladığı sözler de bu haliyle, bilinçaltındaki korkuyu ele veren bir ‘mezarlık ıslığı’na benziyor.

31 Mart’tan beri yapılan tüm hamleler ve gelişmeler, seçim gecesinden başlayarak açığa çıkan dağınıklık görüntüsünü pekiştiriyor. Bu dağınık halin ortasında, hemen her konuda türlü açmazların içinde olan ve 4 yıl değilse bile, kazanabildiği kadar süre kazanmak isteyen bir iktidar artık bu.

ABD ile savaş ekipmanı ticareti krizi başta olmak üzere egemen kapitalist devletlerle yaşanan sorunlar dış siyaset seçeneklerini zorluyor… Bahçeli’nin ‘Bu Türkiye ittifakı nedir bir anlat hele’ tavrıyla iyice açığa çıkan ortaklık krizi, Erdoğan’ı bizzat kendi sözlerine gelen MHP tekziplerini yayınlayan bir dil tutturmak zorunda bırakıyor.

Parti içinde seçim yenilgisinin hesabının sorulması ile ‘yeni arayış’ fokurdamaları tehlikeli şekilde bir arada gerçekleşiyor. Nisan ayının ilk yarısında İzmir il başkanının öncü istifasının ardından, Karaman, Çankırı gibi seçimin kaybedildiği kentlerin il başkanlarının istifası gelmişti. Son olarak geçen hafta sonu Kızılcahamam’daki yerel seçim istişaresinin ardından pek çok başka ‘kaybeden teşkilat’ yöneticilerinin istifalarının istenmeye başladığı belirtiliyor. Merkez ilçe İzmit’in CHP’ye kaptırıldığı Kocaeli’nin, oyların bir hayli gerilediği Sivas’ın il başkanlarının, hatta kadın kolları başkanlarının istifasının istendiği yerel basında yer alıyor. Kırşehir, Antalya, Bolu, Yozgat, Erzurum gibi seçimin kaybedildiği ya da oyların gerilediği kent teşkilatlarının yönetimi için de ‘istifa’ fısıltıları dolaşıyor. Ama işte bütün bunlar, tam da o dayanıksız ve dağınık görüntüyle ve ‘yeni arayış’ kod adlı “AKP orjinli” siyasal fırsat yoklamalarıyla bir arada olunca örgütsel yapı için de fiziki bir risk unsurunu ortaya çıkarıyor.

Bunların hepsinden daha güçlü olan ‘açmaz’ ise ekonomide yaşanıyor. Uluslararası sermayeye ve içeride sanayi ve ticaret burjuvazisinin siyasal desteğine en çok ihtiyaç duyulan bir anda, bu egemen güçlere verilen tavizlerle krizin yükünü her geçen gün daha çok hisseden halkın beklentileri arasındaki uçurum, ekonomiyi toparlamak için gerekli görülen ‘reform’lar ile iktidarın siyasal ikbalini karşı karşıya getiriyor. Geçtiğimiz 1 Mayıs gününden itibaren ortaya çıkan tablo, Erdoğan yönetiminin bu açmazını son derece güçlü sembollerle gösterdi. İşçilerin mücadele ve dayanışma günü 1 Mayıs’ta Erdoğan, sanayi burjuvazisinin çatı örgütü TÜSİAD’ı neredeyse tam kadro olarak Saray’da kabul etti. Görüşmenin içeriğine ilişkin iki taraftan da ayrıntılı ve doyurucu açıklamalar gelmedi. Ancak TÜSİAD açıklamasındaki şu sözler konuşulanlar hakkında bir ‘Fal açma’ şansı tanıyor olmalı bize:

“Ziyaret kapsamında başta ekonomi politikaları olmak üzere, dijital dönüşüm, Türkiye’nin AB süreci, sanayi politikaları ve sürdürülebilir kalkınma konularında görüş alışverişinde bulunuldu.”

31 Mart’tan sonraki başka açıklamalarında da ‘ekonomiye odaklanma’ söylemiyle (çalışan sınıflar için ‘acı reçete’ anlamına gelecek) ‘reform’ taleplerini gündeme getiren; ‘siyasal gerilimin düşürülmesi’, ‘demokratik zeminin genişlemesi’ gibi ifadelerle seçimin yeniden çizdiği siyasal sınırları işaret eden TÜSİAD, Saray’a da benzer bir gündemle gittiğinin işaretini veriyor. 1 Mayıs günü, Saray’ın ironik şekilde gemiye benzeyen toplantı masalarının etrafında sanayi burjuvazisiyle görüntü veren Erdoğan’ın bu ‘reform’ talepleriyle ilkesel bir sorunu yok elbette. Ama seçimin 4 yıl sonra yapılacağına ve ‘acı ilaç’ ile ekşiyecek mideleri yeniden kazanma fırsatı olabileceğine güven duymadıkça, bu konuda tedirgin davranıyor.

Bir gün sonra, 2 Mayıs’ta, TOBB’un 75. Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmada da bu tedirginliğin izleri görülüyor. Önce “Türkiye, serbest piyasa ekonomisi ilkeleri çerçevesinde gelişecek ve büyüyecektir. […] her adımımızı da serbest piyasa kuralları içinde atacağız” diyerek bir genel çerçevenin içinde kalmaya devam ettiğini vurguluyor. Ama sonra ekonomik sıkıntıların “Türkiye’ye yönelik ekonomik saldırılardan kaynaklandığı” yönündeki o nakaratı tekrarlıyor. Ve TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu’nun bir gün önce söylediği “Türkiye'nin ilk gündemi ekonomi olmalı. Yapılacak çok iş var. Yeter ki ayrımız, gayrımız olmasın, birbirimizi ötekileştirmeyelim, hep birlikte kucaklaşalım” sözlerine alınganlık ederek açıkça bu sözleri hedef alıyor:

“Türkiye İttifakı diyerek 82 milyon vatandaşımızı işte bu ortak payda altında bir araya gelmesi idealini hayata geçirmeye çalışıyoruz. Son zamanlarda bir şey moda oldu kucaklaşma zamanı. Şimdi TOBB bu çatının altında kucaklaşmıyorsa bunun hesabını herhalde ben verecek değilim.”

Sanayi ve ticaret burjuvazisinin iktisadi ve siyasi reform talepleri ve sınıfsal beklentileri, kırılgan siyasal tablonun sürükleyeceği ani sınanmalar esnasında o reformlardan canı yanacakların göstereceği tepkinin ürkütücülüğüne çarpıyor belli ki.

Nitekim 1 Mayıs günü Türk İş’in Kocaeli’nde düzenlediği ve tüm sanayi havzasından işçilerin geldiği 1 Mayıs mitingine katılan on binlerce işçi, kıdem tazminatının fona devredilmesi planı başta olmak üzere, işgücünü satarak yaşayanlara yönelik saldırı planlarına karşı gözdağı veriyor. Bir yıl önce “Zeytin Dalı Harekatı'na katılan Mehmetçiğe destek” gerekçesiyle 1 Mayıs'ı Hatay'da ‘kutlayan’ Türk İş yönetimi, tabandan gelen baskıyla bir yıl sonra bambaşka bir tutum üretmek zorunda kalıyor. Başkan Ergün Atalay Kocaeli’ndeki kürsüden kıdem tazminatını ‘kırmızı çizgi’ ilan ediyor:

“Bu alandan Türkiye'yi yönetenlere sesleniyorum. […] Kıdem ile ilgili olumsuz bir çalışma yapmayın. Kıdemle ilgili nokta kadar geriye gidecek bir çalışma yapmayın. Bu ülkede kıdemle ilgili olan insan sayısı 40 milyon. Kıdemin nokta kadar geri gidişini aklınıza getirmeyin. Mevcut yapıya nokta kadar dokundurmayız. Buradan ülkeyi idare edenlere sesleniyorum, Kıdem bizim son kalemiz, 'nokta' diyecek başka bir şey yok, haberiniz olsun.”

Türk İş yöneticilerini bu dile sürükleyen şey işçi sınıfı içindeki hoşnutsuzluğun boyutlarıdır elbette. Bugüne kadar özellikle sanayi havzası Marmara’daki işçilerden önemli bir oy almayı başaran Erdoğan, bu dip kıpırtının da farkında olarak, egemen sınıfların talepleriyle olası bir ‘zamansız seçim’in ürkütücü gölgesi arasında sıkışmış gibi görünüyor. Siyasal etkisi giderek zayıflayan, gündem belirleme gücünü neredeyse kaybeden, yerli ve yabancı sermayeye göz kırpan ‘eski yol arkadaşları’nın pusuda bekleyen alternatif çıkışlarından açıkça tedirgin olan ‘Başkan’, hem dağınık görüntüyü toparlamak, hem de açıkça ‘başka gemilerde’ olan toplum kesimlerini ‘aynı gemide’ gibi göstermeye yarayacak illüzyonlar üretmek zorunda; üstelik bunca açmazın içindeyken. Bu belirsizlikler ve siyasal açmazlar/krizler, onlardan yararlanmayı bilecek ezilen sınıfların lehinedir daima…


Hakkı Özdal Kimdir?

1975 yılında doğdu. İTÜ Malzeme ve Metalurji Mühendisliği'nden mezun oldu. 1996'dan itibaren, Evrensel Kültür dergisinde, Evrensel, Referans ve Radikal gazetelerinde editörlük ve yazarlık yaptı. Halen Yeni E dergisinin yazı işleri müdürlüğünü yapıyor.