YAZARLAR

YSK’nın sezon finali

27 Nisan’da AKP heyeti tarafından ziyaret edilen YSK, AKP’nin sonucunu beğenmediği İstanbul seçimlerinin yenilenmesi için yaptığı itirazı karara bağlayarak bir kez daha rejimin kaderini belirleyen bir karara imza atacak. Bu kararın neden böylesine hayati olduğunu anlayabilmek için AKP’nin itiraz gerekçesinin ne olduğuna bakmak lazım: “İstanbul’da kesin bir şey oldu”.

Birkaç ay öce, yine bu sütunlarda “Rekabetçi otoriter rejimlerde seçimi kim kazanır?” sorusunu yöneltmiş ve şöyle yazmıştım: “İktidar, kaybedeceği bir seçime zaten girmez. Girdiyse, tüm şartları kazanabileceği gibi düzenler ... Olur da, bir kaza sonucu seçimden istediği sonucu elde edemezse, ya seçimi geçersiz saymanın bir yolunu bulur ya da usulüne uydurarak seçimi yeniler.” Her ne kadar yazıyı “gönül rahatlığıyla sandığa gidip oy kullanabilirsiniz, bütün bu söylediklerim sadece demokratik olmayan rejimlerde olur” sözleriyle bitirsem de, 31 Mart seçimlerinin Türkiye’nin ağır aksak demokrasisi için zurnanın zırt dediği yer olduğu daha o zamandan belliydi. Şimdi geldiğimiz noktada YSK’nın muhtemelen bugün açıklayacağı kararla bundan sonra rejimin işleyişinde ve iktidarın değişmesinde seçimlerin bir rol oynayıp oynayamayacağını belirleyeceğini göreceğiz.

Hatırlayalım, 2014’te Ankara’da belediye başkanlığını son dakikaya kadar önde giden rakibi Mansur Yavaş’a karşı bir kez daha tartışmalı bir şekilde Melih Gökçek’in kazandığı seçim gecesi sabah dörtte İçişleri Bakanı Efkan Ala YSK’yı ziyaret etmiş, ardından sabah 6’da Melih Gökçek televizyonlara çıkarak seçimi kazandığını ilan etmişti. YSK 16 Nisan referandumunda ise son dakika aldığı kararla daha önce geçersiz sayılacağını ilan ettiği iki buçuk milyon mühürsüz oyu geçerli sayarak parlamenter rejimin kaderini belirleyen karara imza atmıştı.

Bugün geldiğimiz noktada, 27 Nisan’da AKP heyeti tarafından ziyaret edilen YSK, AKP’nin sonucunu beğenmediği İstanbul seçimlerinin yenilenmesi için yaptığı itirazı karara bağlayarak bir kez daha rejimin kaderini belirleyen bir karara imza atacak. Bu kararın neden böylesine hayati olduğunu anlayabilmek için AKP’nin itiraz gerekçesinin ne olduğuna bakmak lazım: “İstanbul’da kesin bir şey oldu”. AKP Genel Başkan Yardımcısı Ali İhsan Yavuz seçim gecesinden bu yana genel başkanının beğenmediği sonucu değiştirebilmek için kelimenin tam anlamıyla olağanüstü bir performans sergiliyor. Akla hayale gelmeyecek gerekçelerle, biri tutmazsa öbürü mantığı içinde yaptığı itirazlarla önce İmamoğlu’nun mazbatasını almasını geciktirdi, daha sonra ise YSK’dan seçimlerin iptalini istedi. Süreç içinde seçimin iptali için dillendirilen iddialara bakarsanız, bunların tutarsızlığı ve mantık dışılığının bir tür zihinleri bulandırarak YSK’dan beklenen hukuk dışı iptal kararını sıradanlaştırma kampanyasının parçası olduğunu görebilirsiniz. Önce KHK’lı seçmenlerin oy kullandığını, bu nedenle seçimlerin iptal edilmesi gerektiğini ileri sürdü. KHK’lı olmanın diğer birçok hak gibi seçme hakkının da gasp edilmesi için bir gerekçe olamayacağı bir yana, Yavuz’un itirazı tüm Türkiye’deki KHK’lı seçmenleri değil, sadece İstanbul’dakileri kapsıyordu. Yani KHK’lılar oy kullandığı için Türkiye seçimleri, hatta 24 Haziran seçimleri ve 16 Nisan referandumu iptal edilsin demiyordu. Bu iddiasının YSK nezdinde bir karşılık bulamama ihtimaline karşın, seçimlerin kısıtlı seçmenler oy kullandığı için iptal edilmesi gerektiğini de dile getiriyordu. 40 bin kısıtlı seçmenin oy kullandığından söz ediyordu. Tabii tüm Türkiye’de kaç kısıtlı seçmenin oy kullandığı ile değil, yalnızca genel başkanının sonucunu beğenmediği İstanbul’la ilgiliydi bu itirazı da. Üstelik AKP’nin bu itirazlarının tümünde hem KHK’lıların hem de kısıtlı seçmenlerin İmamoğlu’na oy vermiş olduğu varsayılıyordu. Nihayetinde 40 bin iddiasına karşılık YSK İstanbul’da 776 kısıtlı seçmenin oy kullanmış olabileceğini tespit etti. Hal bu olunca, kısıtlı seçmen iddiasının da YSK’nın gündeminden düşeceğini söyleyebiliriz.

Öyleyse YSK bugün neyi görüşecek? Kâğıt üzerinde Yavuz’un elinde kalan son itiraz gerekçesi, sandık kurulu başkanlarının memur olmaması. Nerede? Yine sadece İstanbul’da. Ne zaman? AKP’nin sonuçlarından memnun olduğu 24 Haziran seçimlerinde değil; sadece bu seçimlerde. Peki yasa sandık kurulu başkanlarının kamu görevlilerinden seçilmesine hükmettiği halde bu nasıl olmuş? İlçe Seçim Kurulları’nın görevlendirmesiyle. İlçe Seçim Kurulları Seçim Kanunu’nun 23. Maddesinin son fıkrasının “üyeliklerin bu şekilde doldurulması mümkün olmazsa, eksikler, ilçe seçim kurulu başkanı tarafından, o çevrede bulunan ve sandık kurulunda görev verilmesinde sakınca olmayan kimselerden doldurulur” ibaresinin kendilerine verdiği yetkiyi kullanarak bu görevlendirmeleri yapmış. Diyelim ki sandık kurulu başkanları memur olmadığı için usulsüzlük yapılmış. İlçe Seçim Kurulları bu konuda hata yapmışlar. İyi de sandık kurulu başkanının memur olmaması seçim sonucunu etkiler mi? Sandıktan çıkan oylar partilerin temsilcilerinin gözleri önünde sayılıp tutanak altına alınırken sandık kurulu başkanı bu sonuçları nasıl değiştirebilir? Hem de daha bir ay önce dünyanın en güvenlisi olduğu ileri sürülen bir seçim sisteminde? Bu soruların yanıtlarını elbette biliyoruz. Ben öylesine soruyorum zaten. Gerçekte Yavuz’un dönüp dolaşıp “kesin bir şey oldu, bir şey olmuş olmalı” diye açıklama yapmasının tek bir sebebi var. Bunu Cumhurbaşkanı Erdoğan MÜSİAD genel kurulunda yaptığı konuşmada açıkça dile getirdi zaten: “Gidelim millete, milli irade nasıl bir karar veriyorsa başımız gözümüz üstüne deriz onu kabulleniriz”. Erdoğan’ın bu sözleri, “sandıktan biz çıkmadıysak mutlaka bir şaibe vardır, biz çıktıysak milli irade” ya da “sandıktan biz çıkana kadar seçim” olarak da okunabilir.

Diyelim, YSK Erdoğan’ın aynı konuşmasındaki “şaibenin kaldırılması YSK’yı aklayacaktır” “uyarısının” olası sonuçlarını dikkate alarak “biz kazanmadıysak mutlaka bir şeyler olmuştur” çağrısına müspet yanıt verdi ve seçimi iptal etti. CHP’nin bir kez daha oyunda kalıp adil olmayacağı baştan belli olan bu seçime gireceğini varsayalım. Seçimi yenileme kararıyla sezon finali yapmaya hazırlanan YSK’ya yeni rejimi dizayn etmekte daha pek çok rol düşecektir. En başta, yalnızca Büyükşehir belediyesi için verilen oyların iptal edilmesini isteyen AKP’nin bu isteğini gerçekleştirebilmek için aynı sandık kurullarının il genel meclisi veya ilçe seçimlerinde değil yalnızca büyükşehir seçiminde usulsüzlük yaptığı iddiasını kılıfına uyduracak bir karar kaleme almaları gerekecek. Hadi bunu yapmadılar diyelim, bu sefer de aynı gerekçeyle muhalefet partilerinin ilçe belediyeleri ve il genel meclisi seçimleri için yapacakları tam kanunsuzluk itirazlarını reddetmek için yine gerekçe bulmak zorunda kalacaklardır. Bu arada İmamoğlu’nun mazbatasını almak ve İstanbul’a kayyım atamak gibi önemli işler de var ki bu gibi konularda da YSK’nın AKP yönetimi ile tam bir uyum içinde hareket etme zorunluluğu doğacaktır. Bütün bunlar bitince, İstanbul’da yaşadığı halde 31 Mart’ta memleketlerinde oy kullanan seçmenlerin bu sefer İstanbul’da da oy kullanmalarına olanak sağlayacak ve bu oyları mükerrer oy saymayacak düzenlemelerin yapılması ve muhalefet partilerinden bu düzenlemelere yapılan itirazların reddedilmesi gibi bir iş yüküyle karşılaşacaklardır. Sonrasında seçmen listelerinin ayıklanması ve yeniden oluşturulması, İstanbul’da tam 32 bin 165 sandıkta görev alacak memur üye bulunması, seçim gecesi veri girişini bir anda kesen Anadolu Ajansı’yla belki bu sefer eşgüdümlü çalışılması ve seçim gecesi sabaha karşı iktidar partisi ileri gelenleri tarafından YSK’ya yapılacak muhtemel ziyaretler için hazırlıklı olunması gerekecektir. Anlayacağınız YSK bugün-yarın alacağı kararla ya bir sezon finaliyle yetinerek şimdilik diziye ara verecek ya da seçimli demokrasinin reklam arasının bir istibdat rejimine evrilişini konu edinen bu dizide, yardımcı oyunculardan birisi olarak rol almaya devam edecek.

Hay Allah, dizinin adını söylemeyi unutmuşum: Hadi bu sefer onu da size bırakayım…


Ülkü Doğanay Kimdir?

Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi mezunu. ODTÜ’te siyaset bilimi alanında yüksek lisans ve Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde yine aynı alanda doktora yaptı. Doktora çalışmaları sırasında bir yıl süreyle Paris II Üniversitesi Fransız Basın Enstitüsü’nde bulundu. Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler Bölümü'nde öğretim üyesi iken kamuoyunda “barış bildirisi” olarak bilinen “Bu Suça Ortak Olmayacağız” başlıklı bildiriyi imzalaması nedeniyle 686 sayılı KHK ile ihraç edildi. 'Demokratik Usuller Üzerine Yeniden Düşünmek' isimli kitabının yanı sıra Eser Köker’le birlikte kaleme aldığı 'Irkçı Değilim Ama…Yazılı Basında Irkçı-Ayrımcı Söylemler' ve Halise Karaaslan Şanlı ve İnan Özdemir Taştan’la birlikte kaleme aldığı 'Seçimlik Demokrasi' isimli kitapları yayınlandı. Ayrıca siyasal iletişim, demokrasi kuramları, ırkçı ve ayrımcı söylemler konularında uluslararası ve ulusal dergi ve kitaplarda çok sayıda makalesi basıldı. İmge Kitabevi Yayınları’nda editörlük yaptığı beş yıl boyunca çok sayıda kitabın editörlüğünü üstlendi ve Türkçeye kazandırılmasına katkıda bulundu. Ülkü Çadırcı adıyla yayınladığı çocuk kitapları ve Gökhan Tok’la birlikte kaleme aldığı 'Teneke Kaplı İvan' isimli bir çocuk romanı da bulunmakta.