Seçimin gölgesinde: Akdeniz’de restleşme
Dış politika politika; ekonomi politikası, hukukun üstünlüğü, siyasi tutarlılık, demokrasi karnesiyle yakından ilişkili. Zira uluslararası ilişkiler bütünseldir ve bir devletin ekonomisi, siyasi gücü, yıllarca dillerden düşmeyen, şimdi nereye gittiği belli olmayan istikrarı, denge politikasıyla savrulmayı birbirinden ayırt etme kapasitesiyle yakından ilişkilidir.
Türkiye 6 Mayıs’ta en yoğun günlerinden birini yaşadı. Yüksek Seçim Kurulu, sadece İstanbul için değil, Türkiye’nin demokrasi ve geleceği için kritik bir karar aldı. İstanbul halkı 23 Haziran’da aynı adayların yarıştığı seçim için sandık başında olacak. Türkiye, aynı gün NATO Konseyi ve NATO Akdeniz Diyaloğu Ortakları Toplantısı’na da ev sahipliği yaptı. Toplantı Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın açılış konuşmasıyla başladı.
Erdoğan, konuşmasında Türkiye’nin 4 milyon mülteciye ev sahipliği yapmasından Suriye’deki gelişmelere kadar bir dizi konuya değindi. Ayrıca Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki faaliyetlerini şu sözlerle ifade etti:
"Türkiye’nin ve KKTC’nin Doğu Akdeniz’deki meşru hakları da tartışma götürmez. NATO’nun bize gerilimlerin önüne geçmek için destek olmasını bekliyoruz. Ülkemizin bazı alanlarda farklı görüşleri olabilir. Ancak ortak tehditlerle birlikte tutarlı şekilde mücadele etmek bu ittifakın öncelikli şartıdır."
Erdoğan, Doğu Akdeniz konusunu yalnızca NATO Akdeniz Ortaklığı Diyalog toplantısı olduğu için mi seçti? Mayıs ayının başında beri Dışişleri Bakanlığı ile Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY), AB ve ABD ile yaşanan karşılıklı sert açıklamaların anlamı ne? Fatih Sondaj Gemisi’nin personelini kim neden tehdit etti? Türkiye’nin uluslararası hukukun hakkaniyet ilkesine dayandırdığı kaygı ve taleplerine neden kulak tıkanıyor?
DOĞU AKDENİZ’DE NELER OLUYOR?
Doğu Akdeniz bölgesi, kayda değer enerji kaynağının keşfedilmesiyle beraber küresel enerji piyasasında dikkatle izlenen bir bölge. Burada Münhasır Ekonomik Bölgeleri’nde (MEB) doğal gaz arama ve çıkarma faaliyeti yürüten dört ülke var: İsrail, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY), Mısır ve Lübnan. Bu ülkelerin arasına 2013’te Türkiye de katıldı. Benzer biçimde, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) de arama faaliyetlerine başladı.
Doğu Akdeniz sorunlu bir bölge. Bölgedeki temel anlaşmazlıklardan biri KKTC ve Türkiye ile GKRY arasında yaşanıyor. Soruna bakalım: Güney Kıbrıs, 2004’te tek taraflı olarak ve kimseye danışmadan kendi bitişik bölgesini 24 mile, MEB’ini de 200 mile çıkardı. GKRY’nin ilan ettiği MEB, adanın bütününe dönük bir perspektife dayanıyor. Yani KKTC’nin haklarına el konulduğu söylenebilir. Bu adıma karşı Türkiye ile KKTC, nota verme, sorunu BM’ye taşıma gibi adımlar attı.
Güney Kıbrıs’ın 2004’te ilan ettiği bitişik bölge ve MEB yalnızca KKTC’nin sorunu olmayıp Türkiye’yi de etkileyen bir kapsama sahip. Güney Kıbrıs’ın 2004’teki kararındaki sınır, Türkiye’nin Akdeniz’deki karasularıyla çakışıyor. Dolayısıyla Güney Kıbrıs’ın tezinin geçerlilik kazanması, Türkiye’nin Akdeniz’deki karasularından olmasına neden olacak. Bununla beraber uluslararası hukuk kaideleri ve 1982 BM Deniz Hukuku Sözleşmesi gereği karasularının MEB karşında bir üstünlüğü var.
Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki yetki alanı sınırlandırmaya dönük tutumu, Doğu Akdeniz’in uluslararası hukuka göre yarı kapalı bir deniz olarak kabul edilmesi ve sınırlandırmanın ilgili devletlerin ortak bir platformda uluslararası hukukun hakkaniyet ilkesi çerçevesinde müzakere edilmesine dayanıyor. Bunun yanında MEB ilan etmeyen Ankara, buradaki fiilen (ipso facto) ve başlangıçtan beri (ab initio) olan haklarını muhafaza ettiğini ve bu hakların geçerli olduğu sahalarda hidrokarbon arama-çıkarma faaliyetlerine izin vermeyeceğini ilan etti.
SONDAJ FAALİYETLERİ İLE TIRMANAN GERİLİM
Türkiye, yıllardır Güney Kıbrıs’ın tutumuna dönük karşıt söylemlerde bulunuyor ve sorunu uluslararası platformlarda dile getiriyor. Bununla beraber 2013’te küçük arama faaliyetlerine de başlandı. Dahası, Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı’nın (TPAO) ilk sondaj gemisi, Fatih, 2018’de sondaj çalışmalarına Antalya (Alanya) açıklarında başladı.
TPAO, 2018’de yeni bir sondaj gemisi daha aldı. KKTC ve Türkiye karasularında petrol ve doğal gaz aramalarında kullanmak üzere satın alınan Deepsea Metro-1 Şubat 2019’da Yalova’ya geldi. Öte yandan Fatih’in Akdeniz’de sorunlu bölgelere yaklaşmasıyla beraber hızla açıklamalar ve hatta restleşmeler geldi.
ABD, AB VE GÜNEY KIBRIS’TAN SERT AÇIKLAMALAR
Türkiye dışındaki kıyıdaş ülkeler belirli aralıklarla Doğu Akdeniz’deki gelişmeleri ele almak için bir araya geliyor. Konuya dönük son toplantı 20 Mart’ta İsrail’de gerçekleşti. ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo İsrail, Yunanistan ve Güney Kıbrıs’ın yanında toplantıda boy gösterdi. Ancak ABD’nin tutumunu daha net gösterecek açıklama Mayıs’ta geldi.
ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Margan Ortagus 5 Mayıs’ta "ABD, Türkiye'nin, Kıbrıs Cumhuriyeti'nin (Güney Kıbrıs Rum Yönetimi) münhasır ekonomik bölge olarak tanımladığı alanda sondaj faaliyetlerini yapma niyetini duyurmasından derin kaygı duyuyor. Bu adım oldukça provokatif ve bölgede tansiyonu artırma riski taşıyor. Türk yetkililerini bu faaliyetleri durdurmaya ve tüm tarafları itidale davet ediyoruz." açıklamasında bulundu. Dışişleri Bakanlığı ABD’den yapılan bu açıklamayı gerçekten kopuk bulduklarını ve Türkiye’nin 2004’ten bu yana tavrını net biçimde ortaya koyduğunun altı çizdi. Türkiye’nin sondaj ve sismik gemilerinin, kendi kıta sahanlığında ve Türk Hükümeti’nin 2009 ve 2012 yıllarında TPAO’ya verdiği ruhsat sahalarında arama ve sondaj faaliyetlerinin kararlılıkla devam edeceğini belirtti.
Benzer biçimde Avrupa Birliği, Güney Kıbrıs’ın uyarı çerçevesinde AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Mogherini'nin Sözcüsü Maja Kocijancic aracılığıyla açıklama yaptı. AB, Türkiye'yi Kıbrıs'ın egemenliğine saygı göstermeye ve Kıbrıs'ın münhasır ekonomik bölgesindeki sondaj çalışmalarından vazgeçmeye çağırdı. Ancak GKRY’ye durumu bir adım öteye taşıdı.
Güney Kıbrıs, Sahil Radyosu bölgede çalışma yapan Fatih gemisi personeline faaliyetlerine son vermedikleri takdirde "haklarında uluslararası tutuklama emri çıkartmakla" tehdit etti. Bu tehdide KKTC “Fatih Gemisi’ni işgalle suçlayanlar tek taraflı kaldıkları kararlara baksınlar” yanıtını verdi. Peki, Türkiye yıllardır derdini anlatmasına rağmen, neden dinleyen bulamıyor?
HEP DIŞ GÜÇLER Mİ SUÇLU?
Türkiye 2004’ten bu yana uluslararası arenada hakkını arıyor, kaygılarını aktarıyor. Ancak Türkiye’nin dış politikadaki tutarsızlıkları, S-400 konusunda kullandığı yüksek ton ve gerilim, NATO’daki son durum, AB ile siyasi, ekonomik alanda yaşanan ayrışma haklı iddiasında destek bulmasına engel oluyor. Üstelik bu yalnızca Batı kanadıyla sınırlı da değil. Akdeniz’deki en ikinci kıyı şeridine sahip olan Mısır ile 2013’ten bu yana ilişkilerin neredeyse kopması, İsrail ile yaşanan gel git, Türkiye’nin diğer kıyıdaşlardan da destek bulması bir yana aynı masaya bile oturmasına engel oluşturmuş durumda. Elbette her ülke kendi çıkarı ve önceliğinde hareket ediyor. Ancak bir ülkenin küresel politikada dinlenir bir aktör olması, “biz istemezsek yaprak oynamaz” gibi kendinden menkul ve üstenci dille sağlanamıyor. Dış politika politika; ekonomi politikası, hukukun üstünlüğü, siyasi tutarlılık, demokrasi karnesiyle yakından ilişkili. Zira uluslararası ilişkiler bütünseldir ve bir devletin ekonomisi, siyasi gücü, yıllarca dillerden düşmeyen şimdi nereye gittiği belli olmayan istikrarı, denge politikasıyla savrulmayı birbirinden ayırt etme kapasitesiyle yakından ilişkilidir.
Bir başka anlatımla, Doğu Akdeniz’deki gelişmeler, ABD, AB ve GKRY gelen tehdide varan açıklamalar ancak bütünlüklü bir biçimde Türkiye’nin durumu incelenerek ele alınabilir. Yani komşularınızla yaşadığınız sorunlar, doların 6 liranın üstünde olması, en hafif tabirle anlaşılması güç açıklamayla İstanbul’da seçimlerin yenilenmesi kararı, ülkenin risk primi, kurumlarına dönük güven haklı olduğunuz durumda bile size kulak verilip verilmeyeceğini etkiler. Özetle içeride hukuka olan saygı ve güveni yerle yeksan ederseniz, bu dışarıdaki hak arayışınızda karşınıza çıkar.
Mühdan Sağlam Kimdir?
Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı’nda doktorasını yapmıştır. Enerji politikaları, ekonomi-politik, devlet-enerji şirketleri ilişkileri, Rus dış politikası ve enerji politikaları, Avrasya enerji politiği temel ilgi alanlarıdır. Gazprom’un Rusyası (2014, Siyasal Kitabevi) isimli kitabın yazarı olup, enerji ve ekonomi-politik eksenli yazıları mevcuttur. Barış için Akademisyenler “Bu Suça Ortak Olmayacağız” bildirisini imzaladığı için 7 Şubat 2017'de çıkan 686 sayılı KHK ile üniversiteden ihraç edilmiştir. 8 Kasım 2023'te Ankara İdare Mahkemesi kararıyla Mardin Artuklu Üniversitesi'ndeki görevine iade edilmiş, ancak 27 Şubat 2024'te İstinaf Mahkemesi kararıyla yeniden ihraç edilmiştir. 2017-2023 yılları arasında aralarında Gazete Duvar, Almonitor, Kısa Dalga ve Artı Gerçek'in de bulunduğu medya kuruluşlarında çalışmıştır.
Yapay zekanın açıldığı kapı: Nükleerin yeniden keşfi 30 Ekim 2024
Cumhuriyet'in 101. yılı: Demokrasi, laiklik, anayasa, eşit yurttaşlık 29 Ekim 2024
Etiyopya’nın darboğazına BRICS bir çare olacak mı? 25 Ekim 2024
'Çözüm Süreci'nde muhatap Erdoğan değil Bahçeli gibi görünüyor' 21 Ekim 2024 YAZARIN TÜM YAZILARI