Erdoğan nasıl kurtulurdu?
Kara veba seçim oyununa lekesini çoktan bıraktı. Bugünden sonra, Erdoğan iktidarının sayısal olarak İstanbul belediyesini kazanması, siyasal olarak kaybı demektir.
Artık geçti. Artık rahatça söyleyebilirim; Erdoğan iktidarı bu işten nasıl sıyırırdı... Öncelikle şunu belirtmeliyim ki İstanbul seçimlerinin yenilenmesiyle, her durumda Erdoğan iktidarı bu işten zararlı çıkacaktır.
İlk olasılık, eğer bu seçimi yeniden Ekrem İmamoğlu kazanırsa, Erdoğan iktidarı çifte kavrulmuş bir zaferin altından oldukça zor kalkacaktır. Özellikle uluslararası politika açısından netameli olan yerini üstüne ekler ve artık kaçınılmaz duruma gelen ekonomik krizin dehşetli batağını da düşünürsek, yandı gülüm keten helva.
Diğer olasılık, eğer seçimi Binali Yıldırım kazanırsa da çok bir şey değişmez. Koskocaman şaibe bulutu çoktan onların tepesinde yerini almıştır bile. Hatta gerçekten Binali Yıldırım kazanmış (!) olsa da bu durum değişmez. Kara veba seçim oyununa lekesini çoktan bıraktı. Bugünden sonra, Erdoğan iktidarının sayısal olarak İstanbul belediyesini kazanması, siyasal olarak kaybı demektir. Buna yukarıda belirtiğimiz uluslararası politika ve ekonomik kriz batağı, yani futbola müsait olamayan saha zeminini de katarsak, yine yanar keten helva, gülüm…
-Bana kalırsa zaten Erdoğan iktidarı bir süredir yoktur. Onun yerini daha çok Bahçeli- Soylu ile simgelenen bir iktidar almıştır. Matruşkanın dış yüzü değişmemiş görünebilir ama içi çoktan kalemlik olmuştur. Bu başka bir tartışma konusu olarak burada dursun.-
Aslında bu zor durumdan, Erdoğan iktidarı bal gibi de sıyırılabilirdi ama maaşlı ya da tımarlı aydınları daha çok Saddam’ın propaganda bakanı gibi hareket ettiğinden, artık İstanbul yenildiğinde Erdoğan da yenilmiş sayılacaktır.
Ve yukarıda dediğim gibi her durumda İstanbul’da yenilmiş olacaktır.
Yani artık iş işten geçtiği için, Erdoğan’ın kurtulma planını yazabilirim.
Öncelikle seçimden hemen sonra ‘biz zaten kazandık’ söyleminin üstüne 'nihayetinde, alt tarafı muhtarlık seçimiydi bu yahu. Herkes kendi işini yapsın' der, zaten kendisini ziyaret etme arzusu hiç tükenmemiş yeni belediye başkanına bir ziyaret saati verirdi. -ki hiç de bana garip gelmez bu ziyaret- Seçimin bir beka meselesi olduğu seçim stratejisini filan hemen unuturdu herkes. Aynı zamanda İstanbul seçiminin mazbatası, İmamoğlu’nda olduğunda, diğer verilmemiş mazbatalar, seçim mağlubu olarak kazanılmış belediye başkanlıkları, seçime katılma hakkı, seçim kurulu tarafından verilmiş, kazanma hakkı alınmış yerel yönetimler, söz konusu, özellikle Kürtler olunca teferruat olacağından, demokrasi zaferi ile taçlanan, millet iradesi ile süslenen, demokrasimiz çok yaşa, demokrasimiz çok yaşa, demokrasimiz çok yaşa olacaktı. Üç kere...
Sakın ‘sıyrılma operasyonu’ burada biter sanmayın, bu demokrasi temaşasının ilk sahnesi olur ve oyun devam ederdi. Burada birden, uzun zamandır tozlu çekmecelere tıkıştırılmış, Avrupa Birliği akla gelmeliydi aslında. Maaşlı ve tımarlı aydınlar harekete geçmeli, Türkiye’nin zaten imzaladığı -çekinceleri dışında- yani hukuksal olarak uymak zorunda olduğu ‘Avrupa Birliği Yerel Yönetimler özerklik şartı’ masanın üstüne atılmalıydı. -Şöyle bir havalanıp anlaşma, tozlarını sağa, sola sala sala iniş yapmalıydı üstüne.-
Erdoğan’ın seçimden sonra, ‘ … kadar oyla … bir kentin başkanı mı’ söylemine çok uygundu bu. Bana göre yanlış da değildi bu ama tabii 80 milyonluk bir ülkede yüzde bir gibi olmayan bir farkla sistem değişmesi gibi ya da nihayetinde neden çoğunluk başkan olsun ki eğer o kadar istiyorlarsa sadece çoğunluğun başkanı olsun gibi, neden bir başkana ihtiyacımı var ki gibi ve son zamanların moda lafıyla gibi gibi yani…
Reçete şuydu; Daha fazla demokrasiye ihtiyacımız vardı. AB’nin yerel yönetimler şartına uyarak, … milyonu geçen üç büyük kentimiz, -ne tesadüf Diyarbakır yoktur bu nüfus sayısında- İstanbul, Ankara ve İzmir 82- 71 ve 64 yerel demokrasi bölgesine ayrılacak, -Sayıları uydurdum kafamdan- böylece demokrasimizde dev bir adım atılacaktı. Bunları koordine etmek için yeni bir ‘yerel demokrasi bakanı’ kurulacak, böylece halkın istedikleri doğrudan yerine getirilecekti. İşte size demokrasi.
Büyükşehir belediye başkanları yerinde duracak, mesela istediği tabloyu odasına asabilecek ama belli miktarı geçen ihaleler, yerel demokrasi kararlarının birliğine, yani pratikte ’yerel demokrasi bakanlığına’ bırakılacaktı.
Kim bunun demokratik görünmediğini iddia edebilir?
Özellikle Türkiye’nin açık hava mülteci kampı olma anlaşmasından sonra, sevinmek için bahane arayan AB eksik de olsa memnuniyetle karşılayacaktı bunu.
İktidarın kocaman ortağı Bahçeli bozulmazdı buna. Onun önerdiği kimilerine göre ‘Eyalet sistemi’ görüntüsüyle hiç ilgisi yoktu, bu bir bol bol demokrasi temaşasıydı ama sonuç olarak aynı şeydi. En önemlisi sadece üç büyük şehir ‘yerel demokrasi bölgeleri’ sistemi olacağından, ülke filan da bölünmezdi. Mermer mermer olurdu ve damar damar…
-Retorik yapmaya çalıştım ama Bahçeli kadar başarılı olamadım-
Liberaller yetmezlik içinde mesut ve bahtiyar olurdu. Bir demokrasi soluklanmasıyla, Erdoğan geri dönüyordu. Ülkenin üstüne yeniden çöreklenmiş ‘vesayet’ bulutları, ‘yerel yönetim demokrasi’ sistemiyle dağılıp gidebilirdi. Belki henüz erkendi ama her şey birden değişemezdi.
CHP tabii ki gürültüyü koparacak, kağıt üzerinde, sıfırlanan belediye başkanlığının üstüne, ‘yerel demokrasiye’ karşı çıktığı için bir de yeniden demokrasi düşmanı görünecekti. Ayrıca partide bolca bulunan, ulusal damar, Erdoğan’ı ve herkesi bölücülükle suçlayacak ve fiilen ve kerhen var olan HDP’li seçmen desteğini kaybedeceklerdi.
Zaten, mesela İstanbul’da 82 bölgede çatır çatır seçim çekişmeleri devam edecek, küçük bölgelerde, her zaman olduğu gibi, birbirlerine yakın olanlar, birbirlerine karşı politikalar ileri süreceklerinden, Erdoğan karşıtlığı yerine, akraba akrabaya akrep etmez ettiğini olacaktı.
HDP bu değişimin hadım tarafına itiraz etse de, belki her yere gerçek demokrasi(!) ya da gerçekten bir demokratik yerel yönetim olabileceğini ileri sürecek, CHP işte bölücülük diyecek, ortalık CE HA PE zihniyeti sözleri ile dolacaktı.
Bölgede MHP ve benzerinin iktidara ortak olmasıyla, AKP’den soğuyan, muhafazakar kesim, -bir kısmı belki barış da olur umuduyla- eski yerini alacaktı.
Bir taşla kaç kuş vurulacaktı yani. AB’nin yerel yönetim şartına uyulmuş mu olacaktı hayır, daha çok demokrasi mi olacaktı hayır ama Erdoğan iktidarı bu işten sıyrılacaktı.
Erdoğan iktidarının maaşlı ve tımarlı danışmanlarının anlayamadığı basit şey şu: Eğer daha çok baskı ile bir ülke daha kolay yönetilebilseydi, egemen ülkeler böyle yönetilmez miydi?
Boşuna mı bu koca temaşa?