YAZARLAR

Her şeye inat, her şey güzel olacak!

Birden oyunun akışını değiştiren bir “söz” atıldı ortaya. İzleyiciler arasında bir heyecan dalgası yaşandı. Oyuncular ezberleri bozulunca şaşakaldı. “Her şey çok güzel olacak” dedi bu seçimin baş aktörlerinden biri. Bu sözün kerameti neydi ki konuşmayanlar konuşmaya başladı; bezgin bezgin köşesine çekilmiş olanlar canlanıverdi; hatta karşı takımın baş oyuncusu, sözü evirdi çevirdi, kendine uydurup sahiplenmeye kalktı?

Yeni seçim… Yine seçim… Sizleri bilmem ama ben bu üst üste sahneye konulan “seçeceksin ey yurttaşımsı” başlıklı oyundan çok sıkıldım. Aktörler, artık rollerinden bezdiler. Suratlarında aynı ifadesizlik, sarımsı-morumsu benizleriyle sahnede bağırıp çağırıyorlar. Gözlerini hırs bürümüş. İzleyen ille de beğenecek attıkları sözde tiratları… İlle de sevilecekler… İlle de “halk” dedikleri kalabalıklar onları bağırlarına basacak. Seçim dediğimiz şey artık bir oyuncak. Oyunda iki takıma ayrılan aktörlerin oyuncağı yere düşürmeden, karşı takıma kaptırmadan elden ele geçirmeleri gerekiyor. Asıl maharet oyuncağı takım arkadaşlarına geçirirken her oyuncunun izleyici-hakem kalabalığını coşturacak yaratıcı sözler bulabilmesinde. Ama oyunu o kadar çok izledik ki edilen sözler artık dikkatimizi çekmiyor. Ayrıca sıkıntıdan sözün değerini tartacak mihenk taşının çantamızın dip derinliklerinde öylece durduğunu unutmuş görünüyoruz. Oyuncuların bir kısmı artık kendi sözlerinin yetersizliğini fark etmiş olmalı ki oyuncağı karşı takıma kaptırdıklarında, onu geri almak için sümüklerini çeke çeke ağlayan, cayır cayır bağırarak herkesi bezdiren mızıkçı çocukları oynama merhalesine geçtiler. Ağızlarından mantıksız sesler çıkan, üstü bıyıklı dudaklarını büze büze ağlayan, hıçkıran takım elbiseli, sarımsı-morumsu suratlı birtakım adamlar. Bunların suretiyle sesleri bir tek beni bezdirmiyordur herhalde… Kendisinden sadece tezahürat beklenen, sahnelenen “tuhaf” oyuna tek bir replikçiğin değişmesi için bile müdahale etmesine izin verilmeyen pasif izleyicilerden biri olmaktan ben çok sıkıldım. Sizi bilmem.

Diyordum ki…. Birden oyunun akışını değiştiren bir “söz” atıldı ortaya. İzleyiciler arasında bir heyecan dalgası yaşandı. Oyuncular ezberleri bozulunca şaşakaldı. “Her şey çok güzel olacak” dedi bu seçimin baş aktörlerinden biri. Bu sözün kerameti neydi ki konuşmayanlar konuşmaya başladı; bezgin bezgin köşesine çekilmiş olanlar canlanıverdi; hatta karşı takımın baş oyuncusu, sözü evirdi çevirdi, kendine uydurup sahiplenmeye kalktı? Geleceğe işaret ediyor olması mı acaba? Yoksa yaşadığımız çirkinliklerin ötesinde bir yerlerde güzelin hâlâ bir değeri olduğunu imliyor olması mı? Bugünün karanlığına inat, geleceğinden emin olmasak da bir ışık vaadi taşıdığı için mi? Öncelikle geleceğin belirsizliğinin pek çok imkanı taşıyor olması herhalde bu söze bu kadar tutunmamıza neden olan. Şimdiki zamanın katı gerçeklik ilkesinin karşısında, gelecek zamanın belirsizliğinde içerilen çokluk, çoğulluk ilkesi, dipsiz kuyuya hızla yuvarlanırken yakalayabilirsek bizi düşmekten alıkoyabilecek bir ağaç kökü gibi beliriverdi bu sözde. Bugün değişmeyecek gibi görünenin, geleceğin çoğulluğuna direnemeyeceğini hatırlattı. Belirsizlikten değişim olanağı türeyeceğini olabilecek en naif ifadeyle dile getirmiş oldu.

Güvensizliğin, umut yitiminin, karamsarlığın teslim aldığı insanlara dönüşmüştük çoktandır. Açmazdaydık. Oysa basit bir ifade, güvenden umudu kesmek için nedenimiz olmadığını kavratıverdi birden. Seçim sahnesinin izleyicileri olarak işlevimizin şakşakçılıktan ibaret olmadığını anlar gibi olduk uzunca bir süreden sonra. Ne garip. Küçük bir hareket, basit bir söz… Önceden hesaplanamayacak bir etki yaratabiliyor. Oysa hep politikaya atfettiğimiz o koyu rasyonellik, o hesapçı akıl gereği, bu tip tesadüflerden çok stratejilere, taktiklere inanmayı tercih ediyoruz. Rastlantı unsurunun gücünü ihmal ederek, politikacılardan her adımı dikkatle hesaplanmış bir strateji bekliyoruz. A planları işlemezse B, o da olmazsa C planları olmalı değil mi? Kendiliğindenliğe, rastlantısallığa, ilişkiselliğe hiç yer yok bu adımları önceden belirlenmiş oyunda. Oysa doğaçlama bir söz, bütün nahifliğine rağmen veya belki de tam da bu nahiflik sayesinde oyunun akışını bozabiliyor.

Peki neden her şey “iyi” olacak değil de, “güzel” olacak? Neden ahlaki değil de estetik, duyusal bir im? Oysa iyi hayattır çoğunlukla vaat edilen. Ortak iyiyi inşa etmeyi hedefler bilindik anlamıyla politika. Neden “iyi” değil o zaman? Neden “güzel”? Elbette burada hesaplı bir tercih yok, ancak yine de üzerine düşünmeye değer bir soru bu. Bana kalırsa rastgele seçilmiş olsa da, seçimin baş aktörlerinin kent yönetimine aday olduklarını düşündüğümüzde “güzel” kavramı isabetli bir tercih. Çirkinlik abidesine dönüştürülerek bizden çalınan kent sokaklarının bizlere iadesini, o sokakların politik karşılaşmaların estetik mekanlarına dönüşme imkanını içerdiği için isabetli. Gökdelenlerin arasında havasız kalmış, hayalleri betona gömülmüş, pay alamadığı bir rantın yaşam alanını tükettiğine seyirci bırakılmış kent sakinlerinin sokakların estetiğinin yeni sahiplerine dönüşme ihtimalini içerdiği için isabetli.

Son sözüm, kent sakinlerinden ellerindeki imkanı çalmaya soyunmuş, onların sözlerini evirip çevirip kendine mal etmeye kalkanlara… Her şey çok güzel olacak diyene, daha güzel olacak diye cevap veremezsiniz. Bugün güzel olsaydı, her şey güzel olacak gibi bir söz bütün vaadini yitirirdi çünkü. Bence hiç boşuna uğraşmayın. Gelin bugün yaşadığımız pek çok şeyin kaba saba, zorbaca, karanlık, çirkin olduğunu kabul edin gitsin…


Nur Betül Çelik Kimdir?

Ankara’da doğdu ve yetişti. 1978’de Cebeci Kampüslü oldu, 1986 yılında asistan olarak girdiği Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesinden Barış Akademisyeni olduğu için 7 Şubat 2017 tarihli 686 no.lu KHK ile haksızca ihraç edilişine kadar da öyle kaldı. Yükseköğretim Kurulu bursuyla gittiği İngiltere Essex Üniversitesi Siyaset Bilimi Bölümünden, 1996 yılında, “Kemalist Hegemony: From Its Constitution to Its Dissolution” başlıklı teziyle doktora derecesini aldı. Kemalizm, hegemonya, söylem kuramları, politik ontoloji alanlarında makaleleri, İdeolojinin Soykütüğü I: Marx ve İdeoloji başlıklı bir kitabı var. Ayrıca Ernesto Laclau’nun Popülist Akıl Üzerine başlıklı kitabını çevirdi. Metodoloji, bilim felsefesi, postyapısalcılık, ideoloji kuramları, söylem kuramları, siyasal düşünce alanlarında çok sayıda ders verdi. İhraç sonrasında ADA (Ankara Dayanışma Akademisi) Kitaplığı bünyesinde iki arkadaşıyla birlikte Türkiye Siyasetinde Popülizmin İzini Sürmek başlıklı bir kitap çalışmasının hazırlıklarını sürdürüyor.