Bir elma kaç ok kaldırabilir?
Serkan Yüksel’in gittikçe güçlenen anlatımı ile altıncı kişisel sergisi, “Sert Bir Rüzgar Dolaşıyordu Meydanı” anlattığı hikayelerle sizi o meydanın ortasına götürüp rüzgarlar arasında bırakmaya kararlı. Hikayeleri kadar plastik değer anlamında da çok kuvvetli olan, memnun ayrılmanızın kesin olduğu sergi, 15 Haziran’a kadar x-ist’in yeni adresi Karaköy Juma’da.
Ben ilkokul yaşlarındayken gittiğimiz yazlık kasabası, biraz anneannemin etkisiyle seçilmişti. Onun tüm eski arkadaşları o kasabaya yazlığa gelirlerdi. Torunlar olarak, etrafımız sabahın erken saatlerinde denize inip yüzerek sporunu yapan, öğlen konken oynayan, akşamüstü olunca yine sahile inip şarkılar söyleyen pek şen teyze ve amcalarla doluydu. Ve ne mutlu ki, biz bunun tadını en iyi çıkarabileceğimiz yaştaydık. Her teyzenin ve amcanın ayrı bir süper gücü vardı; hepsinin adını huyunu bu yaşımda da gülümseyerek hatırlarım. Yolun üzerinde salkım söğütlü bir girişi olan bir evde yaşayan Gönül Teyze’nin de süper gücü, bize arada evinin önüne bisikletlerini çektiğimizde ikram ettiği kahveli şekerlerdi. Şekerleri pek sever, arada şeker yemek için “Gönül Teyze planı” yapardık. Bir gün laf arasında , bir isteyene bin vermeye programlı anneanneme o şekerleri sevdiğimi söylemem, şekerlerin bir daha asla aynı tadı vermemesiyle sonuçlandı. Bisikletle yemeye gitmek için plan yaptığım şekerler, evdeki dolaplardan taşınca haliyle kabak tadı verdi... Böylece hayatta çok sevdiğim şeylerden bol bulursam eskisi kadar sevmeye devam edebilir miyim korkusunu edinivermiş oldum. Bu korkum, sanat izleyiciliğime de yansıdı. Sergilerini, işlerini çok sevdiğim sanatçılar yeni bir sergi açtıklarında hep bir korkarım: Ya kendini tekrarlamışsa, işler aynıysa, ya hikayesini sürdüremezse? Ki, bu piyasada insanın tadını kaçıran, beklendik bir durumdur.
İşlerini çok sevdiğim, üzerlerine daha önce iki yazı yazdığım Serkan Yüksel’in yeni sergisini de itiraf edeyim, aynı korkuyla bekliyordum. İşleri önceden gören bir arkadaşım “Bayılacağına eminim!” diye naralar atarken içimden, “Göreceğiz,” diye düşünüyordum. Aslında böyle düşünmem de biraz kendi hüsnü kuruntumdu, çünkü Serkan Yüksel’in atölyesine bizzat gitmiş, her dönemde ürettiği eserleri incelemiş ve her seferinde üzerlerine yeni bir fikir, iş kattığını ve kendi kronolojisi içinde bambaşka yerlere geldiğini görmüştüm. Yine de o bilindik “Acaba?” oradaydı... Serkan çocukluktan edindiğim korkumu sildi süpürdü; çünkü sergi sadece pozitif anlamda aynı tadı vermekle kalmadı, üzerine yeni, çok heyecanlandırıcı tatlar da ekledi.
Yeni tatlar eklenirken diğer yandan sanatçının takdir edilesi bir sürekliliği de var. Serkan Yüksel’i ilk tanıdığım sergi Uykudan Önce’de sanatçı, 12 Eylül çocuklarının Gezi deneyimini aktarıyordu. Oldukça politik, mesajları dümdüz önünüze serilmeyen, ince bir zekanın okumasını bilenlere yaptığı sivri göndermelerle dolu muazzam işlerle karşılaşmıştım. 2015 yılında yapılmıştı bu sergi. İnanması hâlâ güç ama 2015’ten bu yana çok fazla şey değişti bu ülkede ve sanat piyasasına da yansıdı bu değişimler. Evet, halen politik işler yapılıyor ama bu söylemlerin büyük bir kısmı şu an için daha güvenli bir alan sayılabilecek kadın hakları ve etnik kimlik üzerinde dönerken, genel siyasi durum ile ilgili işler pek törpülendi ya da hepten yok oldu. Bu durum, Serkan Yüksel’in işleri için geçerli değil. Yüksel, halen aynı çizgide, aynı tonda vermek istediği mesajları veriyor. Yine okumasını bilene, incelikle. Haykırmıyor, kırıp dökmüyor, eleştirilerini kendi hikayeleri, kızı ile ilgili gelecek kaygıları, yani aslında senin benim kaygılarımız üzerinden sakin ve zekice yapıyor. Ne konjonktürden ne de evine sanat eserine yerine dekoratif iş isteyen artan “koleksiyoner” profilinden etkileniyor; doğrusundan şaşmıyor sanatçı.
Hikayeler aynı tonda ve yine Yüksel’in adeti olduğu üzere, yine güçlü alt metin ve okumalarla devam ediyor. Wilhelm Tell’in elma ve ok hikayesinin farklı versiyonlarının anlatıldığı Enis Batur’un bir kitabından yola çıkan sanatçı, artık kendi bacaklarımıza attığımız okları konu almış Sert Bir Rüzgar Dolaşıyordu Meydanı’nda. Tabloların her birinin hikayesi, elmamıza isabet eden oklar gibi keskin. Hakikaten diyorsunuz? Bu elma, daha ne kadar ok kaldırabilir?
Sert rüzgarlar arasında, tüm işlerde ok, elmanın yanı sıra, sergiyi sarıp sarmalayan kötülüğün simgesi lotus çiçeklerini buluyorsunuz. İnsan evladı, doğaya, pozitif bilimlere, Darwin’e, çocuklara kirli ellerini uzatıyor. Bu ülkedeki “çocuk istismarı” çekirgesi bir sıçrıyor, iki sıçrıyor ama bildiğimiz hikayedekinin tersine bir türlü durdurulamıyor; çekirge, “olimpik sıçrayış” seviyesinde sıçrayışlarına devam ettikçe ediyor. Ders kitaplarından Darwin çıkıyor, iktidar pozitif bilimlere açtığı savaşta okunu atıyor ve pozitif bilimleri bir tabuta hapsediyor. Bir Vakıf İçin Açıklayıcı Bilgiler ile ilgili metroda, duvarlarda, televizyonlarda gördüğümüz reklamlar bitip tükenmiyor. Portakal sıkacağına konulan kitle, bu ortamda suyu çıkarıla çıkarıla vitamin saçıyor, ürüyor, üç çocuk hedefini tutturmaya uğraşıyor. Zamanla başka bir şeye dönüşen ay-yıldızın saldırganlığı, en çok kadınları zehirli çiçeklerle sarıp sarmalıyor... Her işin önünde durup hikayesini dinlerken ayrı bir çarpılıyor, işlere daha da çok sarılıyorsunuz.
Bütün bu insana tam dertlerinden, kaygılarından dokunan hikayelerin üzerine bir de inanılmaz bir el işi detayı ekliyor Serkan Yüksel. Sanat okuyuculuğunuz yoksa, pek de galeri gezmem diyen biriyseniz yine de bu işlere yakından bakınca hayran olmamanız pek imkanlı değil. Zira her bakanın takdir edeceği muazzam bir el işi ve sabır söz konusu. Terzi annesinin küçükken çok haşır neşir olduğu patron kağıtları, Serkan Yüksel’in işlerinin ana materyali olmuş. Hem konularda hem el işinde bu şekilde kişisel hikayeler ekleyen Yüksel, küçük kızının el zımbasını işlerini yaparken kullanarak karanlık konulara bir gelecek için bir çocuk umuduyla bakmış. Patronların üzerine kat kat, ince ince kağıtlar keserek kendi tekniğini bulan sanatçının anlattığı hikayelerin kesiklerinin detayları akıl çizer nitelikte. Sanatçının detaycılığı ile ilgili iki örnek vermek gerekirse, biri kesiklerin arasına yerleştirdiği renkler olur. Örneğin, tablonun belki de 50’de 1’ine denk gelecek minicik yaprak detaylarını farklı tonlarda tek tek eliyle kesiyor ve standart bir yüzük büyüklüğündeki aralıklara yapıştırıyor. Diğer bir detay ise, kullandığı maskeleme bantları. Maskeleme bandı normalde iki ayrı renk alanı yaratmak için kullanılır. Bandın kendi alanı olmaz; boyaların birleştiği yerde izini görürüz. Serkan bandı tek alanı parçalara bölmek için kullanıyor, banttan kalan iz kendisine ait olan alan olarak konumlanıyor. Yani normalde sanatçıların büyük resmi ayırmak için kullandıkları o incecik bant sınırı, Yüksel’in inanılmaz detaylı işlerinde büyük resmin kendisi oluyor.
Çevremizde dolaşan sert rüzgarları bu dönem en güzel anlatan meydan Serkan Yüksel’in sergisini mutlaka ziyaret edin, o tablolara yaklaşın ve patronların içinde yatan detaylarda gerçekleri görün.