YAZARLAR

Sirke ama o, şarap değil

Siz yemeğinize uygun şarabı değil, şarabınıza uygun yemeği seçerken; yaşamın kalabalığı, kabalığı arasında ezilenlerden, dudak bükenler olacaktır illa! Beş parasızken, parasızlıktan nefesi kokarken, Hegel’in nasıl da, Château Haut-Brion şarapları peşinde olduğunu okuduk. Dudak mı büktük? Yok canım! Aksine, "hah şimdi oldu" dedik.

Önce Kelâm, Logos, Nutuk vardı. İşitmeyene söz var, lâkırtı var. Kalıcı söz söyleme üzerine yazmak istiyorum bu hafta. Üzüm suyu, metaforumuz olsun, bunu kalıcılık bağlamında ele alalım: taze üzüm suyu, üzüm sirkesi, sofra şarabı, yıllanmış şarap.

Üzüm suyu serinletir, canlandırır. Üretilmesi kolaydır, evlerde yapılabilir. Tüketilmesi için zamana ihtiyaç yoktur; hatta, fazla bekletilirse bozulur. Üzüm suyunu içip markasını merak eden pek olmaz.

Sirke her yerde kullanılmaz. Evlerde üretilebilir. Tüketilmesi için az da olsa zaman geçmesi gerekir. Doğru kullanıldığında "olmazsa olmaz" bir lezzettir. Aşındırıcıdır, uzun temasta kirece düşman, organiğiyse solduran.

Sofra şarabı, bilen bilir, "bu fiyata bu kalite" dedirtir. Evde üretmek için teçhizat gerektirir. Tüketmek içinse birkaç yıl. Seramik veya cam ama illâ bir sürâhide sunulur. Su bardağında tüketilir. Hani neredeyse, onunla susuzluk bile giderilir. Merkezde değildir ama ortama atılan çıpadır. Masaya teşrif etmez o, sofra olacak ki lütfetsin. O varsa yol vardır, yolcu vardır, yolculuk vardır; o varsa gürültü vardır müzik vardır; o varsa gözyaşı vardır kahkaha vardır.

Yıllanmış şarapsa, adı üstünde zaman ister, upuzun yıllar geçsin ister. Nâdir bulunan, bulmak için aranması gereken, çok pahalı bir şarap, sunumuna ritüel ister. O içilmez. Kendisini yudumlayacak olandan dirimlilik ister. Yıllanmış şarap başka iş yaparken içilmez. Başka bütün işler, şeyler onun etrafında örgütlenir. Sıradan insanın anlam bulacağı, anlamı vereceği, kıymetini bileceği bir ritüel değildir. Bu seviyede, çok önemli bir unsur ilk kez girer üzüm suyunun yaşamına: etiket. Hangi ülkede, hangi yılda, hangi bağda üretilmiştir? Âidiyetini sormazlar mı? Otuz yıllık olmak, üzüm suyunu kurtarmayabilir bu bağlamda. Üretildiği bağda, hasat edildiği mevsimde iklim koşulları nasıldı acaba? Bir yudumda anlar bunu degüstatör. Binlerce yıllık bir geleneğin aktarımıdır anladığı. Doğayı dönüştürerek ortaya koyduğu ürünü, emeğini kültür olarak duyumsayan insan; bu kültürde doğmuş, onu yaşantılamış ve gelecek nesillere aktarmıştır. Yoğurda, ekmeğe çalınan mayaya da kültür denildiği gibi.

Siz yemeğinize uygun şarabı değil, şarabınıza uygun yemeği seçerken; yaşamın kalabalığı, kabalığı arasında ezilenlerden, dudak bükenler olacaktır illa! Beş parasızken, parasızlıktan nefesi kokarken, Hegel’in nasıl da, Château Haut-Brion şarapları peşinde olduğunu okuduk. Dudak mı büktük? Yok canım! Aksine, "hah şimdi oldu" dedik. Düşüncenin doruğuna talip olmak bir sorumluluktur; tıpkı, yaşamayı değil, iyi yaşamayı talep etmek gibi.

Konuşmak ve yazmak da böyledir.

Üzüm suyu gündelik olan, emek gerektirmeyendir. En önemlisi, içilmese de olur. Yazmasan, söylemesen de olur.

Sirke aşaması, uzmanlık aşamasıdır. Sanatsal bir yaklaşım ve sabır gerektirir. Sirke tam da kullanılması gereken yer için üretilmiştir. Biz, onu, işinde tanırız. Onu değerlendirebilmemiz için bir bağlam içinde sunulmuş olması gerekir. Uzmanlık alanları gibi. Yoksa, bir doktorun hukuk alanında atıp tutması misâli, ekşi bir tat bırakır. Şarap taklidi yapan sirke olur mu hiç?! Yaşamında bolca sıkıntı mı var: Gerekmedikçe konuşma.

Sofra şarabı, konuşma ve yazmada aklın devreye girdiğini gösteren aşamadır. Uzmanlık alanı dışında da ilişkilendirme yapılabilmektedir. Beden, ruh, akıl; bilim, din, felsefe kolayca ilişkilendirilebilir, geçişler ustalıkla yapılabilir bu aşamada,. Etrafında, kendiliğinden toplanan kalabalıklar olmaya başlar. Cem edebilme, bir araya toplama yeteneği gelişmeye başlamıştır ama onları bir arada tutmaya yetmez. İşlevi, henüz yetersiz olan kendinden olduğu kadar etrafından da kaynak alır. Bu aşamaya ulaşmış konuşma/yazma gücü, yayılmak ister, üstünlüğünün farkındadır. Sofra şarabı gibi, cazip ama eksiktir. Yıllanmış şarap taklidi yapmadığı sürece tamdır. Yıllardır sofra şarabı olarak sunulduğuna içerleme: Vefânı kontrol et. Ne zaman konuşsan ne zaman yazsan "mal" sana ait edâsındasın. "Üzümü bu beden üretti" tavrına şahidiz.

Yıllanmış şarap, hem üreten hem de tüketen için öncelikle emektir, binlerce yıllık bir aktarımın bedenlenmesidir. "Heraklitos konuşunca, dinleyenler arasında bayılanlar olurdu" derler. İsmail Emre sohbetlerinde, kuşların, tellerin üzerinden patır patır düştüğüne şahitlik edenler var. Kelâm ile çok yüksek bir enerji açığa çıktığı söylenir. Deneyimleyene ne mutlu. Yıllanmış şarap ilk yudumda içilir, hani o senin olmadığın ilk yudum. O sofrada üzüm suyu tatlıda, sirke salatada, sofra şarabı etin pişirilmesinde kullanılabilir ancak; oradadırlar ama sessizce. Peygamber sofraları metaforik anlatımlardır.

Mesafenin kalktığı zamanlarda yaşıyoruz. Eskiden Çin’e gidip alacağımız kitaba aynı gün, belki de aynı saatte ulaşıyoruz. Sır yok artık, bütün bilgiler ortada. Bilgelik ve bomba imalatçılığını aynı anda İnternet'te bulabiliyoruz. Eskiden, bugün söyleneni, ertesi gün okuyorduk, artık anında haberimiz oluyor. Bugün, hayran olduğumuz herkes bir sosyal medya hesabı uzaklıkta. Hayranlıklar, her iki yanın içeriği bakımından sınanmakta.

Durum böyle olunca, ruh hallerimiz de döküldü ortalığa. Hepimiz haklıyız, hepimiz kendi yaşamımızın merkezindeyiz. Söylediklerimizi çok önemli sanıyoruz. Uzmanlaştık, sirke tadında yaşıyoruz. Üzüm suyu lezzetinde, gündelik, duyusal alan ile ilgili konuşmalar uzadığında çekilmiyor; iki gün dâhil olsak, üzüm suyu gibi bozuluyor.

"Sizi kendi suretimde yarattım" vaadi, şu soruya muhataptır: Onun bendeki sureti nedir? Ne kadar tanımlanmış, içerik kazandırılmışsa ulaşılmak istenen mertebe o denli yukarıda olacaktır. Potansiyelimizi fark etmemiş gibi davranmak, riyâkârlıktır. Hedefimizi niçin saklayalım? Hedef yıllanmış şarap olsun ama, diğerlerini de üretip, yeter ki yerinde kullanabilelim.

Sosyal medyada, gündelik konuşmalarınızda sofralara ne olarak ikram ediyoruz kendimizi? Hani şu çok bilmişlikler, her konuda fikir bildirmeler, "olmuş" gibi yazmalar, şarap içilen sofralara, sirke tadında dahil olmalar… Çoğumuzun yaşamındaki ekşi tat başkasından gelmiyor olabilir mi? Kuru gürültüden sağır olmuşluğumuza pek şaşmamalı.

Küflenmiş üzüm suyunun çalımına, kendini yerli yersiz kullanan sirkeye, yıllanmış şarap taklidi yapan sofra şarabına gösterdiği merhametli tavrına vurgun olduğum, Zurefa azâsı bağcı da pek sessiz.


Gülgün Türkoğlu Pagy Kimdir?

Ege Üniversitesi Fen Fakültesi Hidrobiyoloji mezunudur. University of London King’s College’da yüksek lisansını tamamladıktan sonra National Rivers Authority ve Anglian Waters’da biyolog olarak görev yapmıştır. Türkiye’ye döndükten sonra özel kuruluşlarda Ar-Ge alanında uzman olarak çalışmış, yöneticilik yapmıştır. Ege Üniversitesi Biyomühendislik Bölümü, Tıp Fakültesi ve CNRS Paris ortaklığında yürüttüğü doktorası insan genetiği üzerinedir. Avrupa birinciliğini kazanan Bio-Ace Centre of Excellence başvurusunu yürüten iki kişilik ekiptendir. Bir süre bu projenin müdürü olarak görev yapmıştır. Düşünüyorum Dergisi yazarlarındandır. Felsefe ve Kadın Sorunları üzerinde çalışmalarını sürdürmektedir.