YAZARLAR

S-400 alımı kimyayı bozar

Madem F-35 programından atılıyoruz, F-16’larımızı “güncelleme” olanağımız kalmıyor, haydi savaş uçaklarımızı da Rusya’dan alalım, ne güzel de mi? Ama durun: Sahi biz NATO üyesiydik. Savaş uçağıydı, karadan havaya füzesiydi, hava savunma sistemiydi, nükleer alanda işbirliğiydi, liman imtiyazıydı derken Türkiye’nin Suriye’den ne farkı kalıyor?

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın hemen 19 Mayıs öncesine denk getirmeye özen göstererek Dolmabahçe Sarayı’nın Muayede Salonu’nda seçmece gençlerle yaptığı toplantıdaki sözleri Rusya’yla ikili işbirliğinin ulaştığı derinliği gösteriyor. Şöyle konuşmuş Erdoğan: “"S-400'le ilgili konuyu bitirdik. Bizim geri adım atmak gibi bir şeyimiz söz konusu değil. Anlaşmamız temmuz itibarıyla S-400'lerin bize teslimiydi. Bunu belki de öne çekecekler.” Ve ardından eklemiş: “Biz S-400'de ortak üretim için 100 mühendisimizi oraya gönderdik. Ortak üretim yapacağız. Aynı şekilde nükleer enerjiyle ilgili yüzlerce mühendisimizi Rusya'ya gönderdik."

Geniş ve aynen alıntıladım, zira sözünün eri olma iddiasındaki kişiden, en yetkili ağızdan çıkan bu açıklamalar önemli. Önemli çünkü ülkemizin geleceğini biçimlendirecek nitelikte ve eksen değiştirme anlamına geliyor. Üstelik haber değeri de var çünkü şimdiye dek söylenen TSK mensuplarının Bakü’de S-400 eğitimi alacaklarıydı. Buradaysa, Rusya’da ortak üretim amaçlı yüz mühendisten söz ediliyor. Üzerine, nükleer enerji programı konusunda da Rusya ile işbirliğinin yoğunlaşıp, hızlandığı anlaşılıyor. Yani hem nükleer enerji hem hava savunma gibi iki kritik konuda NATO üyesi Türkiye, NATO’nun başat hasmı Rusya’yla kol kola giriyor.

S-400 silah sisteminin girift yapısını Türkiye’den teknik açıdan layıkıyla açıklayabilecek üç uzman biliyorum: Sıtkı Egeli, Can Kasapoğlu ve Arda Mevlütoğlu. Stratejik ve taktik anlamları üzerine ise kuşkusuz pek çoklarımız söz söyleyebiliriz. Konuyu Türk-Rus ikili ilişkilerinin tarihsel perspektifi içinde Aydın Sezer, Prof. Dr. Mitat Çelikpala ve Doç. Dr. Onur İşçi gibi uzmanlardan yararlanarak ben de anlamlandırmaya çalışıyorum*. Hava savunma stratejisinin bütünlüğü içinde S-400’lerin yeri konusunda da aziz dostum Prof. Dr. Serhat Güvenç’in düşüncelerini her daim aydınlatıcı buluyorum. ABD’den gelecek tepkiyi ölçmek içinse üç değerli kadın gazeteci Cansu Çamlıbel, Amberin Zaman ve Aslı Aydıntaşbaş güncel gelişmeleri eş anlı aktarıyorlar. Sizlere de konu hakkında derinleşmek üzere sözünü ettiğim isimleri izlemenizi acizane önermiş olayım.

Anımsayalım: Rus uçağını düşürüp, atlayan pilotunun da desteklediğimiz cihatçılar tarafından katledilmesine engel olamayışımızla başlayan buzul çağını Erdoğan’ın 9 Ağustos 2016’da Putin’i St. Petersburg’da ziyareti bitirmişti. Sözkonusu görüşme 15 Temmuz Darbe Girişimi’nin hemen ardından yapılmıştı. S-400 alımı konusu da ilk kez St. Petersburg’dan dönüş yolunda Erdoğan tarafından dile getirilmişti. Belki o dönemki amaç, Türk Hava Kuvvetleri’den bir deyim yerindeyse “kafası kırık” pilotun, diyelim bir F-16’ya atlayıp Beştepe yahut benzeri bir yüksek görünürlüklü hedefe bir tür “yalnız kurt” eylemi gerçekleştirmesinin önüne geçilmesiydi. O hayali pilot, F-16’ya silahları nasıl yükleyecekti, uçağa yakıtı nasıl dolduracaktı diye soracak olursanız, yanıtını bilmiyorum.

Ayrıca, 15 Temmuz Darbe Girişimi’ne ABD’nin göstermediği tepki ve gösterdiği anlayışsızlık, o gece Erdoğan’a telefonla ulaşan Putin’in davranış tarzıyla karşılaştırıldığında, aradaki fark göz alıcıydı. Zaten NATO’yu, biz 1952’den bu yana teşkilatın tam üyesi olsak da, ABD’nin maşası ve ABD’yi her askeri darbenin ardındaki gizli güç olarak gören siyasal İslam için özsavunma böylece aciliyet kesbetti. ABD’nin F-35 ve Suriye konularındaki dağınıklığı, iletişim eksikliği ve hatta belki vurdumduymazlığı da S-400 alımının an itibarıyla içinde bulunduğu kördüğümün oluşmasında etken oldu. Şimdi iş, Erhan Keleşoğlu hocamızın yerinde terimiyle “İskender çözümüne” eğilimlilere kaldı: Özeti, “ne olacaksa olsun, inceldiği yerden kopsun” kafası.

Bakın Kasapoğlu EDAM için kaleme aldığı raporunda “Rusya’yla bölgesel güvenlik işbirliği yapılmasıyla, Rusya’dan savunma alımları yapılmasının birbirine karıştırıldığını” vurguluyor. Rusya’nın Suriye’de Bab ve Afrin harekatları için yaktığı yeşil ışığın sözünü ettiği “işbirliği” sonucu devşirildiğini ancak S-400 alımının “ister istemez NATO müttefikleriyle anlaşmazlığa düşülmesi” sonucu doğuracağına dikkat çekiyor. S-400 alımının “maliyetinin” F-35 teslimatlarını ve mevcut F-16 envanterini tehlikeye atma riskini içermenin ötesinde “transatlantik ilişkilere onarılamaz düzeyde hasar verecek” denli yüksek olacağı uyarısında bulunuyor.

Diyelim ki bizde karadan havaya füze sistemi eksik ve S-400 bu boşluğu hem teknoloji, hem savunma alanında dolduracak. Oysa S-400’ün yerde de gereksinime ne denli yanıt vereceği kuşkulu. Herhangi bir savunma sisteminden bihakkın verim alınabilmesi için onun da radar sistemine entegre olması gerekiyor. Radar sistemi denilenin kendi zaten entegre sistem: İşte bizimki NATO’yla entegre misal. Ayrıca S-400’ün hedefi kısa ve orta menzilli füzeler değil. Öyleyse algıladığımız ulusal tehdit nedir? Hangi tehdidi bertaraf etmek için S-400 alıyoruz?

Bitmedi, S-400’ün kendinin de karadan havaya füzeatarlarla savunulması gerekiyor. Dolayısıyla, “S-400 alana Rusya’dan Pantsir yolda” vaziyeti hasıl oluyor. Bakımdan, mühimmattan söz etmiyorum bile. E madem F-35 programından atılıyoruz, F-16’larımızı “güncelleme” olanağımız kalmıyor, haydi savaş uçaklarımızı da Rusya’dan alalım, ne güzel de mi? Ama durun: Sahi biz NATO üyesiydik. Savaş uçağıydı, karadan havaya füzesiydi, hava savunma sistemiydi, nükleer alanda işbirliğiydi, liman imtiyazıydı derken Türkiye’nin Suriye’den ne farkı kalıyor? Kalıyor mu? Pekiyi, bu duruma ABD ve NATO müttefikleri ne der? Biz neden girmiştik NATO’ya? Kimin abisi…

İşin tuhafı, gelinen aşamada belki artık ABD için hasmı Rusya’yı S-400 satışından caydırmak, müttefiki Türkiye’yi S-400 alımından vazgeçmeye ikna etmekten daha olası gözükmeye başlamış olabilir. Geçen yazımın sonunda, ABD ile Rusya’nın aynı masada baş başa kalmasının bizim için doğurabileceği sakınca ve yaratabileceği açılımlara değinmiştim. ABD, Türkiye’yle savunma işbirliğinin derinleştirilmesi karşılığında Rusya’ya Baltıklar, Ukrayna, İran ve Suriye’de sert güç gösteren yanıtlar üretebilir yahut aynı sahnelerde ortak çözümler arayışına girebilir. Suriye Özel Temsilcisi Büyükelçi Jeffrey’nin, Dışişleri Bakanı Pompeo’ya Moskova temaslarında eşlik ettiğini bu bağlamda derkenara yazalım.

ABD’nin bize neler yapabileceğine gelince, İran’a uygulanan ekonomik yaptırımların yıkıcı etkilerine ve Huawei’ye yaptıklarına bakarak fikir yürütebiliriz sanırım. ABD Başkanı Trump’ın sabah uyanıp gözünün çapağıyla attığı tek tüvitin doları zıplattığını deneyimleyerek bildiğimize göre herhalde fazla söze hacet yok. Ümit Akçay özetledi: “Faiz artırmayayım, TL'nin fiyatı aynı kalsın (hatta mümkünse değerlensin), sermaye kontrolleri de koymayayım.” Ben de geçenlerde Beştepe’deki resmi yemeklerde çatal sağda, bıçak solda olacak biçimde bir yerli protokol uygulandığını duydum. Doğru mudur, bilmem. Varsayalım doğru, doğruysa öyle ya, öyle de olur mu, eh neden olmasın öyle de olur. O zaman ulusal savunma stratejisi, ekonomi böyle de olur. Neden olsun? Olabiliyor da ondan.

*Örnekse, geçen hafta Çarşamba günü Medyascope TV’de yaptığım Gündem Dışı ve aynı gece Artı TV’deki Dünya Ve Biz yayınlarında konuyu ele işlemeye gayret etmiştik.


Aydın Selcen Kimdir?

1969 İstanbul doğumlu ve Saint Joseph Lisesi ile Marmara Üniversitesi İngilizce Uluslararası İlişkiler Bölümü mezunudur. 1992-2013 arasında Dışişleri Bakanlığı'nda meslek memuru olarak çeşitli görevlerde bulundu. Son olarak 2010-13 tarihleri arasında Erbil Başkonsolosluğu görevinde bulundu. Merkeze döndüğü gün "memuriyetten istifa etti." Genel Energy petrol şirketinde bir buçuk yıl siyasi danışmanlık yaptı. 2015'den beri bağımsız olarak özellikle Irak ve Suriye konularında yazıyor. Galatasaray kongre üyesidir. Alaz adında bir kızı var.