7'nci ders: Mimarlık bazen de yapmamaktır
Mimarlık hep yapmak üzerine kuruludur gibi gelse de aslında verdiğiniz her karar, vermediğiniz bir sürü karar demektir. Negatif düşünmeye alışın. Bir karar almanız, aslında bir sürü karardan vazgeçmeniz demektir. "Neden diğer kararlardan vazgeçtiniz de, bu kararı aldınız?" Her zaman böyle düşünün.
Bu hafta, meslek içinden olmayanlara uzunca ve biraz yabancı gelecek, mimarlık eğitiminin temelini oluşturan mimari tasarım atölyesini anlatacağım. Okurken gündelik hayatınıza bir şeylerin değeceğini umuyorum. Ardından eğitim alanından yavaş yavaş çıkacağım, eğitim ile kentlerimiz arasındaki ilişkiyi kurmaya çalışacağım.
MİMARİ TASARIM ATÖLYESİ
Mimari tasarım atölyesinde beşinci ve altıncı yarıyıl yani üçüncü sınıfları tercih ederim. İki yıl mimarlığa dair bir fikirleri oluşmuş, belli bir entelektüel birikimleri oluşmuş, ayrıca henüz son sınıf olmanın ve mezuniyetin stresine girmemişlerdir. Atölye 10-15 civarı öğrenciden oluşur ve aslında zorlukları aynı olsa da, tercih yapma haklarını kullanmalarının zevki için üç ayrı konu veririm. Yarıyıla uygun büyük bir alan (arsa demek istemiyorum). Konu esnetilebilir. Makul ya da ikna edici olduğu sürece her şey serbest. Bu özgürlük alanı atölyede çeşitliliği sağlar. En azından benim düşüncem böyle, ben böyle yapıyorum, konu tartışmaya açık.
Öğrencinin ilk refleksi “Nasıl yani, gökdelen bile yapabilir miyiz?” diye sormak olur. Cevabım basittir: “Eğer argümanın güçlü, çevre verileri ve diğer yapılarla kurduğun ilişki sorunsuz ise tabii ki.”
İstiyorlar ki, tasarımları en büyük, en göze batan olsun.
Konuyu ve tasarım alanını ben vermişim, biliyorum bu refleksi, güçlü bir argüman geliştirmeden her istediklerini yapamayacaklarını anlarlar, biraz isteksizce (Ders 1); “Yapı bir yere yerleşmektir, oraya dahil olmaktır, siluetin parçası olur; bunu kaçırmayın” (Ders 2).
İkinci refleks, alanın ortasına, boş yer bırakmamacasına kocaman bir yapı yerleştirmek. Her metrekareyi kullanmak isterler. Doluluklar, tasarımdır; boşluklar değersizdir. Oradan şu kadar, buradan şu kadar geriye çek tamam, işte yapı ortaya çıktı.
“Doluluklar, aynı zamanda boşlukları tasarlamaktır. Kendi yapının etrafında, 3-5 metre çekerek bıraktığın boşlukların şekline bak, sence güzel mi?” (Ders 3).
Bunun üzerine yapı biraz küçülür. Bu sefer önce yapı, yani duvarın sınırının içi tasarlanmaya başlanır, dışarısı daha sonraya bırakılır.
“Yapı, dolulukları ve boşlukları ile bir bütündür. İçeri dışarı, dışarı içeri akar ve bütünleşir. İç-dış yoktur, hepsi planın parçasıdır. Aralarında bir öncelik ya da hiyerarşi bulunmaz” (Ders 4).
Yapı yeterince küçülmüş, alanın neresine yerleşeceği tasarım problemi olarak ortaya çıkmıştır. Bir nevi, yapı alanda artık yüzmekte, tutunacak bir yer aramaktadır. Öğrencinin her önerisine cevabım, “Neden oraya yerleştin de buraya, buraya ya da buraya yerleşmedin?” olur.
Genelde sessizlik... Yer seçimi bilinçli değildir. Bir an evvel hocadan onay alayım da, tasarıma başlayayım modundadır. Oysa tasarıma başlayalı çok olmuştur ama farkında değildir (Gizli Ders 5).
Kararlarındaki olumsuzlukları göstererek, kendi kararlarındaki olumlu yönleri keşfetmelerini beklerim. Yok öyle hocadan bedava onay alma (Ders 6).
“Mimarlık hep yapmak üzerine kuruludur gibi gelse de aslında verdiğiniz her karar, vermediğiniz bir sürü karar demektir. Negatif düşünmeye alışın. Bir karar almanız, aslında bir sürü karardan vazgeçmeniz demektir. "Neden diğer kararlardan vazgeçtiniz de, bu kararı aldınız?" Her zaman böyle düşünün. Belki de yapmamayı seçeceksiniz. İyi bir tasarımcı, nefsine hakim olmalı, gerekirse iyi bir fikirden vazgeçmeyi bilmelidir. Mimarlık, bazen de yapmamaktır” (Ders 7).
Öğrenci artık kendi potansiyeli ile tanışmaya hazırdır. Artık kısıtlama yoktur, güçlü bir argümanla, istediği her şeyi yapmaya hazırdır.
HOCANIN DERSLE KURDUĞU İLİŞKİ
Bu bölümü kısa keseceğim: Mimari tasarım dersi sadece öğrenci için değil, hoca için de zor bir süreçtir. Yoğunluk ister, yoğunlaşma ister. Hoca olarak 14 hafta sen yoğunluğunu kaybetmeyeceksin ki, öğrenciyi de bu yoğunluğun içinde tutabilesin.
Ayrıca çift kişiliğin vardır: Mimar ve hoca. Bir mimar olarak kendi mesleki tercihlerini bir kenara bırakmayı bilmeli, öğrencilerin kendi tercihleri ile atölyede olmasını sağlamalısın. Önemli olan öğrencinin kendi argümanlarını geliştirmesi, kendi kararlarını verebilmesi. Bundan sonrası öğrencinin kendi meslek hayatının yoludur.
ÖĞRENCİNİN DERSLE KURDUĞU İLİŞKİ
Giderek zayıflıyor. Üniversite sayısı arttıkça, nitelik niceliğe feda ediliyor. Üniversiteyi, bir mesleğin içsel bilgisini edinmek yerine, dört yıl bekleyip, diplomalarını alacakları yer gibi görüyorlar. Zora gelemiyorlar. Zorlansalar, tanışacakları kendilerini bilmiyorlar, merak etmiyorlar.
Dürüstçe “Hocam benim babamın inşaat şirketi var. Mezun olunca oranın başına geçeceğim” diyor. Haklı, atölyenin penceresinden bakınca gördüğüm kent manzarası karşımızda. Söylenecek bir şey yok. En fazla “Elinde böyle güzel bir fırsat var, değerlendirsene” diyorum. Başka bir öğrencim “Hocam bize felsefe yapmayın” diyor. Yaptığı saygısızlığın farkında olmadığından değil, yapamadığından atölyeyi geçemedi. “İlgisizler” adında büyük bir grup var ki, onlara dokunmak mümkün değil. Aralarında potansiyeli olanlar var ama yetmiyor. Sınıfın ortalaması onları vasata çekiyor. Hatırlarım, bir öğrencim çekinerek bana gelmiş ve “Hocam bana özel, mimari tasarım dersi verir misiniz?” demişti. “Bu öyle bir şey değil. Ortam, atölye meselesi”. Halen kendisine e-posta ile makale yollarım.
SON SÖZ
Beni de vasata çeken şeyler var. Üniversitelerin, hocaları değersizleştirmesini geçiyorum. Atölyenin penceresinden gördüğüm kenti sevmiyorum, çirkin buluyorum. Bildiğim her şeyin tersi yapılmış. Öğrettiğimin karşılığı yoksa, beraber iyi tasarlanmış bir yapıyı gezemiyorsak, sözün ne değeri kalıyor. Bakmak, dokunmak, hissetmek lazım. Tasarımın temellerini öğretmekten çok, -mış gibi yapıyorum. Çok üzücü.
Zaten –mış gibi yapmaya alıştık, tek üretme biçimimiz –mış gibi. Geçen hafta sonu, İstanbul Havalimanı’nda (şiddetini bilemem) bir fırtına çıktı, uçaklar sağa sola savruldu, başka havalimanlarına inmek zorunda kaldılar. Atatürk Havalimanı ile ilgili böyle bir haber hatırlamıyorum. İstanbul Havalimanı, dünyanın en büyük olanı, -mış gibi. Şehir hastanelerinin sorunlarını duyuyoruz, yine -mış gibi, Çamlıca Tepesi'ne görkemli bir cami inşa ediyoruz, cemaati yok, -mış gibi, gökdelenler, AVM’ler, rezidanslar hep –mış gibi, –mış gibi ,–mış gibi... Kentlerde yine –mış gibi yaşıyoruz.
Ha, bir de –mış gibi yerel ve genel seçimler yapıyoruz ama bu konu hem bu yazının hem benim alanımın dışına çıkar.