Çirkin, tuhaf, farklı ya da hiçbiri!
Ali Abbasi, Fars masallarını, Latin edebiyatını ve yakın dönem İskandinav sinemasının gerçeküstü anlatı formunu ustaca bir araya getirerek hem güncel politik sorunlara hem de insanlık hallerine dair tutarlı bir dil çıkarıyor ortaya.
Avrupa’da refah ülkelerinin göçmen politikalarını ‘çeşitlilikten’ ‘tehdide’ dönüştürdüğü bir dönemde bunu estetik olarak betimleyen ürünlerin ortaya çıkması da kaçınılmaz. 20 yaşına kadar İran’da büyüyen ve sonra İsveç’e yerleşen Ali Abbasi imzalı “Sınır” tam da böylesi işlerden. “Sınır”, güzellik, çirkinlik, ötekilik, tuhaflık ve farklılık gibi kavramları 110 dakikalık bir seyir deneyimi içinde seyircisine sorgulatan, yönetmenin tabiriyle ‘büyülü gerçekçilik’ estetiğiyle bezenmiş bir yapım.
Gümrük memuru olarak çalışan Tina, suçluluk, korku, endişe gibi hisleri koklayarak anlayabildiği için ‘tuhaf’, yerleşik estetik bakışının çok dışında bir fiziğe sahip olduğu için de ‘çirkin’ bir kadındır. Gümrük memuru olarak gözlerini dikip insanların duygularını koklarken, dışarıya adım attığı anda gözler ona döner. Tina’nın yeteneği oldukça da işlevli. Kaçak sokulan birkaç şişe likörden, çocuk pornolarının yer aldığı bir flashdisk’i bulmaya kadar her türlü suçu insanların hislerini koklayarak bulabiliyor. Ama fiziksel görünüşü nedeniyle sakin bir yerde orman içinde yaşamak zorunda. Hafızasını hızla kaybeden ve bir bakımevinde yaşayan babası ile yalnız kalmamak için katlandığı (muhtemelen baktığı) erkek arkadaşı dışında kimse yok hayatında.
Filmin ilk dakikalarında Tina’nın doğa ile kurduğu ilişkinin gücüne de tanıklık ediyoruz. İnsanlar ondan uzak dururken doğadaki varlıklarla arası çok iyi. Filmin insanlığın çürümüş taraflarını gösterdiği ‘sert gerçekçi’ tarafıyla Tina’nın doğayla kurduğu ilişkinin anlatıldığı ‘masalsılık’ arasındaki kusursuz denge ve geçişlilik ‘büyülü gerçekçilik’ hissini kuvvetlendiren bir unsur.
John Ajvide Lindqvist’in aynı adlı romanından uyarlanan “Sınır”ın tek bir cümlede anlatılacak teması olduğu söylemek zor. Bir yandan yerleşik estetik algılarının yavanlığını, diğer yandan ahlaki tercihlerin önemini, başka bir açıdan refah toplumlarının göçmenlere bakışındaki sakatlıkları anlattığını söyleyebiliriz. Bir açıdan baktığımızda sert, tuhaf ve çoğu zaman rahatsız edici bir anlatı dilinin filme hakim olduğunu, bambaşka bir açıdansa dışlanmış/yok sayılmış/ mağdur edilmiş bir kesimin insanlığı yok etmek isteyen öfkesi ile sağduyunun çatışmasını görebiliriz. Ama tıpkı ‘sert gerçekçi’ ve ‘masal’ arasındaki dengenin uyumu gibi burada da çarpıcı bir harmoni söz konusu.
Ali Abbasi, Fars masallarını, Latin edebiyatını ve yakın dönem İskandinav sinemasının gerçeküstü anlatı formunu ustaca bir araya getirerek hem güncel politik sorunlara hem de insanlık hallerine dair tutarlı bir dil çıkarıyor ortaya.
“Sınır” bir yanıyla Ali Abbasi’nin kendi deneyimlerinden de yola çıktığını ifade ettiği gibi Batı toplumlarının göçmenleri ‘görme biçimi’ni ve onlara karşı önyargılarını görselleştirerek politik alana giriyor. Bununla da sınırlı kalmıyor üstelik. Bu ‘gerçekliği’ geçmişte yaşanan ‘gerçek dışı’ bir soykırım öyküsüyle de ustaca bağdaştırıyor. Öte yandan insanın bizzat kendine yabancılaşmasını Tina’nın doğa ile kurduğu ilişki üzerinden anlatıyor.
Tina’nın görev başındayken tanıştığı ve ‘kendisinden’ olduğunu fark ettiği Vore ile kurduğu ilişki ise filme kattığı güç kadar zayıf tarafını oluşturuyor. Vore’un Tina’nın kendisini ‘farklı bir insan’ gibi hissettiği ‘iyi biri’ olmaya çabaladığı hayatını sorgulamadaki işlevi biraz klişe duruyor açıkçası. Bu ilişkinin cinsiyet rollerini ters yüz eden, hikayeyi gerilimin sınırlarından içeriye sokarak rahatsız edici bir seyir deneyimine dönüştüren güçlü yanları var. Öte yandan Vore’un insanlığa dair sözlerinin ve motivasyonunun ‘karikatür bir öfke ve kötülük’ olmaktan kurtulamadığını belirtmek gerek. Filmin cazibesi içinde çok fark edilmese de, sonra üzerine düşününce bu karikatürleştirmenin sıkıntıları ortaya çıkıyor. Neyse ki yönetmen ‘iyiler kazanır’ gibi yerleşik bir klişeye düşmeden üçüncü bir yolun da mümkün olabileceğini göstererek bağlıyor hikayesini.
Eva Melander ve Eero Milonoff ikilisinin ağır makyaj (film bu dalda Oscar adayı oldu) içinde ve deforme edilmiş bedenleriyle oynadığını da belirtmeden geçmeyelim. Eva Melander’in neredeyse bütün duyu organlarını ustaca kullandığı oyunculuk gösterisinin yılın en iyilerinden birisi olduğunu kayıtlara not edelim. “Sınır”, bu yazının sınırları içinde tartışılamayacak göndermeler, alt metinler, tarihsel kodlar, estetik biçimlerle örülü bir film.
2016’da Berlin Film Festivali’nde en iyi ilk film ödülü için yarışan “Shelley” ile adını duyuran Ali Abbasi’yi yıldızı parlayan yönetmenler listesine sokan, bütünüyle rahatsız edici, seyir deneyimi zor ama bir o kadar da gözünüzü alamadığınız bir yapım “Sınır.”
SINIR
ORİJİNAL ADI: Gräns
YÖNETMEN: Ali Abbasi
OYUNCULAR: Eva Melander, Eero Milonoff, Jörgen Thorsson
YAPIM: İsveç- Danimarka/ 2018
SÜRE: 110 dk.