Depresyonun ipiyle kuyuya inilir mi?
Depresyon bir deri değiştirme dönemi gibi gelir bana. Canlılar deri değiştirdiklerinde hassas, sancılı, kırılgan bir süreçten geçerler. Deri değiştirmek, için dışı itmesidir. Kabına sığamamak, içten dışa doğru büyümek, yenilenmek…
Bazen bir depresyon timi hayal ediyorum.
Depresyondaki kişinin evine gidecek, onun hırkasını yıkayacak, kişisel bakımına destek olacak, evi silip süpürüp, iki tas yemek yapıp, gerekirse biraz onunla duracak, işi bitince de fazla oyalanmadan oradan ayrılacak.
Depresyon, depresyonu yaşayan kişi için kocaman bir sis bulutunun içinden dünyayı görme çabası gibi.
Gözlerinizi kırpıştıra kırpıştıra bir hal olursunuz ancak yine de görüş mesafeniz çok sınırlıdır. O sis bulutunun içinde kaybolmuş, size ait olan şeyleri de kaybetmiş hissedersiniz. Tüm renkler, kokular, sesler sizin için gridir artık. O grilik sonsuza dek sürecek sanırsınız.
Çabalamak çok anlamsız gelir. Zaten çabaladıkça daha çok yorulduğunuzu, sislerin etrafınızı daha çok sardığını düşünürsünüz.
Georges Perec'in, Uyuyan Adam kitabındaki cümleleriyle;
“Oturuyor ve beklemek istiyorsun sadece, bekleyecek bir şey kalmayana kadar beklemek: Gece olsun, saatler vursun, günler geçip gitsin, anılar silikleşsin.
(…) Yaşamanın, harekete geçmenin, bir şey yapmanın pek sana göre olmadığını hissediyorsun; sadece sürüp gitmek istiyorsun, sadece bekleyişi ve unutuşu istiyorsun.”
Depresyonun etimolojisine baktığımızda Latince depressio sözcüğünden, Fransızca dépression’a evrildiğini bunun da ‘çukur, çöküntü’ anlamına geldiğini görüyoruz.
Bir sis çukuru gibi yani.
Çevrenizdeki iyi niyetli münasebetsizler sizin için türlü programlar yapar, etkinlikler düzenler, sizi evden çıkarmak için canla başla uğraşırlar.
Hiçbirine derdinizi anlatamazsınız. Anlatsanız bu halde mi olursunuz zaten!
Tatile gitmenin, konserde eğlenmenin size iyi geleceğini düşünürler. Belki bazen haklıdırlar ama genellikle depresyondaki kişinin durmak istediğini, içinden hiçbir şey yapmak gelmediğini anlamaya pek niyetleri yoktur.
Depresyon hırkası fazla karikatürize edildiyse de kişinin depresyondayken sarılıp sarmalanma ihtiyacını çok güzel ifade ediyor. Depresyondaki kişinin yakınlarının yapması gereken en önemli şey, sanırım konser bileti almaktansa onun ruhsal ritmine saygı duyup o sarmalanma hissini ona verebilmeleri.
Diğer bir kısım iyi niyetli münasebetsizler ise sizi derhal bir psikiyatristin koltuğuna oturtup bir an önce antidepresana başlamanız yolunda fikir beyan ederler.
Bu ikinci yol size daha aklıselim görünebilir çünkü bir noktada yaşadığınız ruh halinden kurtulmak istiyorsunuzdur. Bu öfke, suçluluk, üzüntü hislerinin geçmesini, sürekli ağlama isteğinizin bir an önce bitmesini, yaşam enerjinizin yerine gelmesini arzuluyorsunuzdur.
Elbette tüm bunları istemeye hakkınız var. Ancak hatırlatmak isterim ki depresyona girmeye de hakkınız var. Depresyon hakkı, ruhsallığın en temel haklarından biri.
Kolay mı yahu bu gezegende yaşamak!
Benzininiz biter bazen, motor tekler, akü boşalır. E bazen sağa çekmek gerekir.
Depresyonun ipiyle her kuyuya inilmez ama kendi kuyumuza inip bakabiliriz.
Depresyonun ipini hemen ilaçla kesmeye çalışırsanız kendi kuyunuza inecek fırsatı da kaçırmış olabilirsiniz.
Rebecca Solnit, Kaybolma Kılavuzu isimli kitabında Regeneration isimli bir romandan bahseder. Romanın yazarı Pat Barker, “değişimin ve tedavinin ilk aşamalarının, çürümenin ilk aşamalarına ne kadar çok benzediğini gayet iyi bilen bir doktoru anlatır” diye belirtir. Solnit, romandan aynen alıntılar, ben de ondan alıntılıyorum:
“Bir kozayı kesip açın, orada çürümekte olan bir tırtıl göreceksiniz. Göremeyeceğiniz şey ise şudur: Bu mistik yaratık, yarı tırtıl, yarı kelebek; zihni böylesine işaretler arayanlar için, insan ruhunu sembolize eder. Zira dönüşüm süreci, çürümenin neredeyse tüm aşamalarını kapsar.”
Depresyon bir deri değiştirme dönemi gibi gelir bana.
Canlılar deri değiştirdiklerinde hassas, sancılı, kırılgan bir süreçten geçerler.
Deri değiştirmek, için dışı itmesidir. Kabına sığamamak, içten dışa doğru büyümek, yenilenmek…
Deri değiştiren canlılar büyüdükçe içlerinde bulundukları kalkana sığamaz olur ve onu değiştirerek daha yeni, daha sağlam bir katman oluştururlar.
Deri değiştirmek canlıların bir geçiş aşamasıdır.
Bu açıdan baktığımızda depresif hissedişlerin mevsim geçişlerinde tetiklenmesi epey manidar. Eski mevsimle vedalaşmak, yeni mevsime hem bedensel hem de zihinsel ve duygusal olarak uyumlanmak, biraz içe çekilmekle mümkün olabilir.
Depresyon iyi okunup değerlendirilebilirse ruhsal bir genişleme alanı olarak işlev görebilir; hayatımızda olup bitenle hesaplaştığımız, eksik ya da fazla gelenle yüzleştiğimiz, yaşanan bir kayıp sonrası ruhsallığımızda oluşan izle temas ettiğimiz, yeniden yapılanan kendiliğe ve ruhsal olgunlaşmaya doğru ilerleyebildiğimiz bir dönem.
Bunu tek başınıza yapmak her zaman kolay olmayabilir fakat kendinize eşlikçi olarak ilacı değil, psikoterapiyi seçmek içeride olan biteni anlamlandırmak konusunda çok daha yardımcı olacaktır.
Sesini duymaktan kaçındığımız ve hatta ilaçlarla susturduğumuz depresyon, bir süre sonra kendisini duyurmak için tekrara başvuracaktır.
Depresyon meselesine dair psikanalitik görüşlerin temelleri Freud’un 1915’te taslağını hazırladığı ve iki yıl sonra yayımladığı makalesi Yas ve Melankoli’de atılmıştır.
Freud hem yası hem de depresyonun bir türevi olan melankoliyi insanların kayba verdikleri tepkiler olarak görüyordu. Yas, kaybettiğimiz kişilerden kendimizi ayırdığımız uzun ve acı verici bir süreci içerir. Freud yasın işlevini “sağ kalanların anılarını ve umutlarını ölen kişiden ayırmak” olarak tanımlıyordu.
Yasta gerçek bir kayıp nesnesi varken melankolide kaybın nesnesi muğlaktır, büyük ölçüde bilinçdışıdır.
Kişi kaybın mahiyetinin bilincinde olmayabilir ve bu kayıp ölümün, ayrılığın, siyasi ya da dini bir idealin çöküşünün yarattığı türden bir hüsranı içerebilir (Leader, 2008).
Bu kayıp bazen de duygularla kendisini gösterir. Eskiden çok yoğun hissettiğiniz bir duygunun yerinde şimdi yeller esmesi kabullenmesi güç bir gerçeklik olabilir.
Kimi zaman bu gerçeklikle yansıtma yoluyla başetmeye çalışırız.
“Beni artık sevmiyor/önemsemiyor.” Halbuki bu cümlenin öznesi belki de bizizdir. Artık sevmiyoruzdur, duygumuz değişmiştir. Bize uzun süre o ya da bu şekilde eşlik eden o duygunun artık kaybolması bazı dengeleri altüst edebilir.
Özellikle duygularını sabit tutmaya çalışan biri için bu ne katlanılmaz bir haldir.
Depresyonun ardında yatan yas ve melankolide bilinçdışı süreçler büyük önem taşır. Bu süreçlere erişebilmek için onların söze dökülüp dışarıdan duyulabilmesi gerekmektedir.
İlaçlar yüzeydeki acıyı hafifletip semptomları bastırabilir ancak buna yol açan bilinçdışı faktörleri çözümleyemezler, işte depresyonun tekrarlanması da bununla bağlantılıdır.
Bazı ağır klinik depresyonlarda ilaç son derece elzemdir ama tek başına yeterli değildir.
Ancak hafif seyreden depresyonlar ya da mevsimsel/durumsal depresif hissedişlerde hemen ilaca sarılmak, yazının başında bahsettiğim kendi hakikatimize inecek ipi kesmeye benzer. Burada semptomu susturmak değil semptomu konuşturmak gerekir. Ancak o semptomun izini sürdükçe kendi gerçekliğimize temas eder, arka bahçemizde olan biteni anlayabiliriz.
Depresyon tedavi edilmesi gereken bir hastalıktan önce anlaşılması gereken bir insanlık halidir ve bu vesileyle iç dünyanın incelenmesi depresyonun hayırlı bir sonucu olabilir.
Hayatımız kayıplarla ve vazgeçişlerle örülü bir yolculuk. Yaslar bu yolculuğun mola yerleri gibi. Yas-lana yas-lana bu yolculuğu tamamlarız.
Dünyaya adımımızı atar atmaz başlıyor kayıplar.
Söz gelimi önce anne rahmindeki selametimizi kaybederiz ve kendi cennetimizden dünyaya kovuluruz. Gerisi çorap söküğü gibi gelir; anne memesinden ayrılırız, anne kucağından, anne evinden…
Sonra bu kayıpların başka türevleri olur. Bununla bağlantılı olarak depresif hallere girer çıkarız. Bir yerlerde takılı kalıp kımıldayamadığımızda içsel kayıp hissimiz o kadar yoğun olur ki depresyon artık kaçınılmazdır.
İşte tam orası çok acır ama sesini duymamız gereken yer tam da orasıdır.
Bazen de olmak istediğimiz kişiyle olduğumuz kişi arasında büyük bir boşluk hissederiz. O boşluk yüzleşmesi epey güç bir alanı teşkil edebilir. O eksiklikle ve çoğu zaman hissettiğimiz suçlulukla da karşılaşmak depresyona dahildir.
Çok idealize ettiğimiz veya duygusal/zihinsel dünyamızı çok meşgul eden bir şeye kavuştuktan sonra yaşadığımız boşluk hissi de depresif hallere gebe olabilir. Kadınların doğum sonrası yaşadıkları depresyon (postpartum) veya sanatçıların bir eser ortaya koyduktan sonra yaşadıkları boşluk hissi bu açıdan değerlendirilebilir. Buralarda da niteliği farklı olsa da hep bir kayıp söz konusudur.
Her kayıp yası tutulup anlamlandırabildiği ölçüde bize ruhsal bir doyum ve olgunluk sağlar. Tekâmülümüz burada saklıdır, insan oluşumuz da…
Depresyon kişiye hayatını, yaptığı tercihleri, vazgeçişleri, ötekiyle ilişki kurma tarzını, kişilik özelliklerini kısacası kişisel tarihini sorgulama ve aynı zamanda onu değiştirme fırsatı verir.
Kişisel tarih sorgulanabildiği ölçüde yaşanmaya değer bir hayattan bahsedebiliriz.
Hazır laf depresyondan açılmışken meraklısına ve bu konuda derinleşmek isteyenlere antidepresan niyetine iki kitap ve bir dizi önerisinde bulunmak istiyorum.
Kaybolan Bağlar, gazeteci/yazar Johann Hari’nin Metis Yayınları’ndan yeni çıkan kitabı. Alt başlığı Depresyonun Gerçek Nedenleri ve Beklenmedik Çözümler.
Johann Hari, bu kitapta uzun yıllar mücadele ettiği depresyonunun altında yatan nedenleri ve olası çözümlerini bulmak için çıktığı bir yolculuğun hikayesini anlatıyor.
Depresyona sunduğu “içeriden” ve sıradışı bakış açısıyla sırtını bilimselliğe, olgu ve araştırmalara dayamayı ihmal etmiyor.
Hari, depresyonun kaynağını görmenin tek yolunun o acıyı dinlemekten geçtiğini ve ancak o zaman, gerçek nedenleri görebildiğimizde o acının üstesinden gelebileceğimizi düşünüyor.
Diğer bir kitap ise depresyona dair temel bir kaynak niteliğinde olan Darien Leader tarafından kaleme alınan, Encore Yayınları aracılığıyla okuyucuyla buluşan Depresyon, Yas ve Melankoli.
Bu kitapta özellikle ayrılık ve kayıp deneyimlerimizden ve yas tutmanın hayati işlevinden bahsediliyor.
Her iki kitap da insanın içsel gücüne odaklanması açısından oldukça umut ve cesaret verici.
Dizi önerime gelirsek; Ricky Gervais’ın senaryosunu yazıp yönetmenliğini yaptığı After Life isimli altı bölümlük Netflix dizisinde eşini kaybetmesinin ardından hayata küsen Tony’nin girdiği depresyona ve yas sürecine eşlik ediyoruz.
Kulağa kasvetli bir dizi gibi gelmesine bakmayın mizaha epey yer veriliyor.
Bu bahar aylarında fiziksel bağışlıklığımız gibi ruhsal bağışıklığımız da düşebiliyor. Ruhsal bağışıklığımız düşünce depresif haller, geliyorum diyor.
Hoş gelsin tabii, paniğe gerek yok. Ne de olsa her gelişin bir de gidişi vardır.