Nerede o eski bayramlar!
Galiba eskiden bayramlar yetişkinlerin değil çocuk ve yaşlıların bayramıydı. Sokaklarda koşturan, harçlıklarla ve yepyeni kıyafetlerle şımartılan çocuklar ve herkesin evinde toplanıp onurlandırdığı yaşlılar… En çok onlar sevinirdi.
Eskiden bayram özel programları olur, oralarda da mutlaka ‘eski bayramlar’ konuşulurdu. Aydın Boysan, Tarık Minkari gibi sohbet insanları kanal kanal gezip Direklerarası’nı filan anlatırlardı. O asude eski İstanbul düşünün tekrar canlandırıldığı, sokaklarında bayramlıkları içinde mutlu çocukların, tertemiz kıyafetleriyle kadınlı erkekli neşeli ailelerin yürüdüğü bir kent düşü dile getirilirdi. Evlerdeki kalabalık bayram sabahları tasvir edilir, sonra da akşamları nasıl eğlenildiğinden Direklarası’nda kurulan tiyatrolardan filan söz edilirdi. Bu sohbetin öncesinde karagöz gösterisi, ardından da müzik eğlence programı gelirdi. Biz de hepimiz, eğer sokaklarda koşturduğumuz bir yaz bayramında değilsek, izliyor olurduk.
Çocukluğumun en güzel yıllarında bayramlar yaza denk gelmişti. Hakikaten acıklı öykülerdeki gibi arka bahçedeki kuzuyu besleyip sonra da kesildi diye üzülen çocuklardık biz o zamanlar. Gerçi ben kurban bayramları sabahı taze etle yapılan kavurmayı da pek sevdiğim için, üzüntüm kısa sürerdi. Ramazan bayramları ise eskiden (vallahi laiklikten değil öyle demesi daha güzel olduğu için) ‘şeker bayramı’ diye bilinir, adı gibi tatlı bayramına dönüşürdü. Eğer çevrenizde konu komşusu olan bir anneanne varsa ev yapımı hakiki baklava yeme şansınız artardı. Nitekim rahmetli anneannemin formika masanın üstünde Şerife Hanım Teyze ile birlikte iki tepsi baklava açtığı bayram arifelerini dün gibi hatırlıyorum. Her tepsi için 52 kap yufka açmakla övünür, cevizini de bol koyduklarının altını mutlaka çizerlerdi. O kocaman tepsi mutlaka mahalle fırınında kızartılır, evde arife gecesi şerbeti dökülürdü. Tabii 52 yufka ve bol cevizle iyice kalınlaşmış ve nedense rengi dükkân baklavasına göre biraz daha esmer olan bu ev baklavasına dadanmak, gidip gelip bir iki atıştırmak büyük mutluluktu. O zamanlar ‘şeker’in diğer beyazlarla birlikte zehir ilan edilmediği zamanlardı ve yetişkinler de mideleri kaldırdığı kadar yerdi. Çocuklar içinse tatlı, ulaşılabildiği kadar tüketilebilecek bir şeydi. En az birkaç kapı yapmadan eve dönülmeyen bayram ziyareti turları nasılsa kimse şeker komasına girmeden biterdi. Düşünsenize, önden kolonya ve çikolata, arkasından şekerli çay ve baklava yiyip kalktığınız, çocuksanız birkaç şekeri de cebinize attığınız ve bunu defalarca tekrar ettiğiniz bir gün…
Direklerarası filan yoktu benim çocukluğumda tabii ki. Ama bir eğlence parkı, lunapark ya da o zamanki tabirle panayır kurulur muydu bayramlarda? Kuvvetle muhtemel, fakat ben hatırlamıyorum. Kendimi bayramlık giysilerimle uçan sandalyelerde korku kahkahaları atarken gördüğüm bir hatıram yok. Ama mahalle bakkalının bir keresinde ticari bir atak yaparak, karpuz tezgahı kurar gibi dükkanın önüne kocaman bir ‘patlayıcı tezgahı’ kurduğunu çok iyi hatırlıyorum. Yedi mahallenin bütün çocukları bayram harçlıklarını ezmek üzere bu tezgaha gelmiş olmalı. Üstünde bin bir çeşit mantarların, çatapatların, roket, kız koşturan ve onları daha iyi ve havalı patlatacak oyuncakların bulunduğu bir tezgahtan tabii ki biz de yararlanmış olmalıyız. Bayram, patlayıcı demekti. Özellikle oğlan çocukları bakkaldan alınan bu şeyleri çatlata patlata eğlenirdi. Yetişkinlerin endişeli bakışları, çoğu kez yasaklamaları işe yaramaz, çocuklar gittikçe dozunu artırdıkları bir heyecanla mantarları patlatırdı. Tabii ki çatapat göze kaçar, tele ikili üçlü takılmış mantar elde patlar, kız koşturan (evet adı böyle olan bir nevi roket vardı) kuru otları tutuşturup mahalleyi heyecana boğar… Sonu illa hüsranla biten bu eğlence tarzı bitti, neyse ki artık böyle şeyler yok.
Galiba eskiden bayramlar yetişkinlerin değil çocuk ve yaşlıların bayramıydı. Sokaklarda koşturan, harçlıklarla ve yepyeni kıyafetlerle şımartılan çocuklar ile herkesin evinde toplanıp onurlandırdığı yaşlılar… En çok onlar sevinirdi.
Yetişkinler uzun tatil planlarıyla coşmak yerine, küçüklere ve büyüklere hizmet etmeyi kabullenirdi. Bayramlık almak neredeyse bir zorunluluk gibiydi. Tabii çocuklara yılda bir, hadi okul zamanını da kat, iki kere alış veriş yapılan bir çağda bu daha anlaşılabilir bir şey. Ama en azından bir çift güzel ayakkabı ya da yeni bir gömlek, elbise filan alınırdı mutlaka. Bugün hala sokaklarda gıcır gıcır giyinmiş çocuklar ve anne babaları, bayram ziyaretine gidenleri görüyorum. Onların da anneanne ve dedelerinin evi bizimkiler gibi şenlikli mi şimdi, bilmiyorum. Ama benim dedemin evinde hiç değilse dayımlar ve biz toplanır, mümkünse bayram günü hep birlikte bir öğlen yemeği yerdik. Farklı kentlerden gelen akrabalar da olurdu ve o masa bazen kalabalığı kaldırmaz, sofraya birkaç ayrı grup halinde oturulurdu. Zaten eskiden yatıya misafir gelirdi… Şimdiki gibi herkesin deniz tatili yapmaya düşkün olmadığı zamanlarda, tatil olduğunda, yaz geldiğinde memlekete gidilir, olmadı başka kentlerdeki akrabalar ziyaret edilirdi. Memuriyeti nedeniyle Anadolu’nun bir kentine gitmiş bir dayı ya da halanın evinde bir bayramda birkaç hısım-akraba ailesinin buluşup üst üste alt alta yatarak orada hep birlikte vakit geçirdiği zamanlar artık geride kaldı gibi.
Bir de tebrik kartı olayı vardı. Bayramlar yaklaşınca kentlerin meydanları kartpostal satıcılarıyla dolardı. Kent görüntüleri, doğa manzaraları, mutlu aile tabloları, artist resimleri ya da sevimli başka şeylerin yer aldığı kartpostallar alınıp uzaktaki dostlara ve yakınlara bayram tebrikleri yollanırdı. Önce tebrik yollanacaklar listesi hazırlanır, sonra mümkünse her birine uygun bir kart seçilir, uygun zarfıyla birlikte satılan bu kartların arkasına özenle, güzel olmasına çalışılan bir yazıyla iyi dilekler aktarılırdı. Bu tebrik kartı işi, 80’lerde müzikli kartlara kadar ilerledi ve internetle birlikte birden bire yok oldu. Ama hala bazılarımızın çekmecelerinin dibinden, eski arşiv kutularından çıkıp o eski bayramları hatırlattıkları oluyor. Hatırladığım kadarıyla şöyle yazılırdı o tebrik kartlarının arkasına:
Şeker bayramınızı kutlar, size ve ailenize mutluluklar dilerim.
Cem Erciyes