Onlarınki çocuk istismarı değil
Çocuklara yönelen cinsel saldırı suçlarının adının bile yazıya dökülmesini istemeyen bir garip ahlakçı tutum, Zümrüt Apartmanı adlı kitapta yer alan pornografik satırları bahane ederek kadın yazarlara da saldırmaya başladı. Suç, edebiyatın konusu olmadığında, hiç konuşulmadığında yok olacakmış gibi düşünenler, kolladıkları fırsatı ele geçirmiş oldular. Günün politik ve toplumsal soranlarından FETÖ de dahil ediliverdi meseleye, sevilmeyen herkesin içine atılabildiği elverişli bir çuvala dönüştüğünden.
Zümrüt Apartmanı vesilesiyle yaşanan tartışmalarda karşımıza çıkan çocuk pornografisi betimlemesine özgürlükler alanından yaklaşımlar nedeniyle dilin, kelimelerin, sözün önemi gözden kaçırılıyor sanki. Bu konuyu tekrar yazmak için beni harekete geçiren de “kelimeler değil erkekler öldürür” sözü. O, öldüren erkekliğin, dil ile inşa edildiği gerçeği herkesin malumu. “Önce söz vardı” cümlesiyle başlayan Yuhanna İncili, “Ve Âdem’e isimleri öğretti” cümlesiyle başlayan Kuran ayeti (2/31) doğrultusunda dilin önemi, iktidar aracı oluşu, sözün gücü tarih boyunca kültürleri şekillendiren temel unsurlardan biri olmuştu. Dolayısıyla kelimelerin öldürmediği düşüncesiyle çocuk pornografisinin özgürlükler bahsinde ele alınması, sadece hegemonik erkekliğin, şimdiye kadar olduğu gibi sürdürülmesine hizmet eder.
Önceki yazımda belirttiğim şekilde ilgili metnin çocuk pornografisi niteliği taşıdığı yönündeki kanaatim değişmedi bilakis günlerdir yaşanan tartışmalarla kuvvetlendi. Çocuk pornografisi velev ki yazın yoluyla gerçekleştirilmiş olsun kesinlikle özgürlükler bahsinde ele alınmamalı. Aksi takdirde erişkin/erkek özgürlüğü için çocukların hayatı, izzeti ve haysiyeti feda edilir. Sanatsal özgürlük ve tabu yaratma endişesiyle konunun değerlendirilmesi durumunda çocuk pornografisi, özgürlük tanrısına çocukların kurban edildiği bir sunak halini alır. Saldırganın ağzından, cinsel haz eksenli anlatılan, çocuğa bile değil birkaç aylık bebeğe yönelik cinsel saldırı tıpkı pornografik görüntülerde yapıldığı gibi detaylara fokuslanarak yazıldığı için pornografik bir metin. İfade özgürlüğü değil, sanat değil.
AHLAKÇILIK FETİŞİZMİNİN FIRSATÇILIĞI
Edebiyatın insanlık sorunlarını, toplumda var olan cinsel istismar suçunu konu edinmesi kadar doğal bir şey olamaz aslında. Çocuklara yönelen cinsel saldırı suçlarının adının bile yazıya dökülmesini istemeyen bir garip ahlakçı tutum, Zümrüt Apartmanı adlı kitapta yer alan pornografik satırları bahane ederek kadın yazarlara da saldırmaya başladı. Suç, edebiyatın konusu olmadığında, hiç konuşulmadığında yok olacakmış gibi düşünenler, kolladıkları fırsatı ele geçirmiş oldular. Günün politik ve toplumsal sorUnlarından FETÖ de dahil ediliverdi meseleye, sevilmeyen herkesin içine atılabildiği elverişli bir çuvala dönüştüğünden.
Başlatılan linç kampanyasında hedef gösterilenlerden birisi, Fethullah Gülen’in ya da FETÖ’nün “gelini” damgası vurulan yazar Elif Şafak. Anılan cemaatle ve cemaat mensuplarınca işlenen suçlarla bağlantısı olup olmaması bu yazının konusu değil. Ancak hedef gösteren fırsatçılar için kendilerini haklı gösterme gerekçesi olarak kullanıldığı açık. Oysa ki Mahrem, çocuğun cinsel istismarı suçunu, çocuğun ağzından anlatarak ele almıştı konuyu. Suçun yarattığı travmanın yol açtığı ruhsal ve bedensel yıkımın çocuğun erişkin yaşlarında bile atlatılamadığı işlenerek, okurda farkındalık geliştirme çabasıydı. Etkiliydi de.
Duygu Asena yine suça uğratılan çocuk açısından, çocuğun diliyle, cinsel istismarın ruhunda, bedeninde ve kişiliğinin gelişiminde yarattığı örselenmeyi anlatır. Üstelik feminist yazar, ele aldığı konunun ağırlığı gereğince tam da psikiyatrinin pedofili tanımına uygun biçimde işler. Sorunu, suçun kaynağını, suçlunun ürettiği bahaneleri, çocuğun kendisine yönelen davranışları anlamlandırmasını önleyecek şekilde manipülasyona maruz kalışını anlatır. Çocuğun cinsel istismarı suçunu ve bu suça uğratılan çocukların içine sürüklendiği duygu karmaşasını, okurun anlamasını sağlar. Ki bu haliyle Paramparça, şiddetle mücadele yöntemleri hakkında düşünmeye sevk eder okuru.
Ayşe Kulin’in eseri Gece Sesleri ilk iki kitaba kıyasla biraz daha ayrıksı bir yerde duruyor kadın cinselliğini işlerken. Ancak çocuğa yönelik cinsel saldırı yok o satırlarda. Fakat gerek Duygu Asena gerek Ayşe Kulin, siyasal kamplaşmanın pekiştirilerek sürdürülmesini, safların tahkim edilmesini isteyen ahlak ve aile fetişistleri için saldırmaya uygun isimler. Eserlerinin, hem karşı mahalleye hem feminizme “çakma” vesilesi. Çocuklara yönelen cinsel saldırı suçlarını, politik pozisyonlarından daha öncelikli görmüyorlar. Zaten her vesileyle eril şiddeti önemsizleştirmeye hatta yok saymaya çalışanların, kendisine yaşatılan şiddet için bile kadını suçlamayı seçenlerin bu konuda kadın yazarları hedef göstermesi şaşırtıcı değil. Ancak üzücü.
Oysa iyiliğin çoğaltılmasını kolaylaştıran bayram vesilesiyle çocuğa yönelen cinsel istismar suçu, edebiyat aracılığıyla çocuk pornografisi, her türlü anlayış farklılığının üstünde tutulabilir. Tutulmalı ki, çocukların hakları, hayatı, onuru korunan bayramlar, bayram olsun.