'Fabrika Kızı'ndan 'Ethem’in Sessiz Çığlığı'na Alpay
Bir yanda onu devlete ihbar eden “sayın muhbir vatandaş”, diğer yanda hâlâ dimdik duran Alpay. “Fabrika Kızı”ndan “Ethem’in Sessiz Çığlığı”na uzanan yolda hiçbir zaman taviz vermedi, her dem istediği şarkıları söyledi. Belli ki bundan sonra da bunları söylemeye devam edecek.
1970 yılında yayımlanan, bütün ezberleri bozan bir 45’lik plakla başlayayım söze: Alpay’ın sesinden dinleyiciye ulaşan, neredeyse pikap olan her eve giren “Fabrika Kızı”. Şarkı, (muhtemelen Cibali’deki) tütün fabrikasında çalışan bir işçi kızın hayatından küçük bir kesiti dinleyiciye aktarıyor. O güne kadar aşktan, ayrılıktan ya da pastoral durumlardan söz eden Türkçe şarkılar arasından sıyrılıyor, gerçekleri anlatan ilk şarkılardan biri olarak tarihte yerini alıyor. Dahası da var: Yabancı şarkılara yazılan Türkçe sözlerle oluşturulmuş “aranjman”lardan biri değil, bir beste bu. Sözlerinde ve müziğinde Bora Ayanoğlu imzası var.
Şu sözlerle başlıyor: “Gün doğarken her sabah / Bir kız geçer kapımdan / Köşeyi dönüp kaybolur / Başı önde yorgunca // Fabrikada tütün sarar / Sanki kendi içer gibi / Sararken de hayal kurar / Bütün insanlar gibi…” Memlekette yapılmış en önemli şarkılardan biri bu. Bir kilometre taşı, bir dönüm noktası. Bir dönem, şarkıyı şöyle tanımlamıştım, tekrarlayayım: Kantodan tangoya, cazdan rock’n’roll’a ulaşan, “aranjman”larla yolunu bulan bir türü “bizden” kılan, Türkiyeli bestecilerin önünü açan bir dokunuş. Aynı zamanda, pop müziğin yüzünü memleket meselelerine döndüğü plak. Komşu oğlunun, Boğaziçi’nde yaşayan tatlı kızın ya da okuldaki sarışının değil, bizzat bir işçi kızının hikâyesi. Sonrasında çoğalacak, Cem Karaca’nın “Tamirci Çırağı”yla zirveye ulaşacak bir zincirin ilk ve güçlü halkası. Masal âleminde değil sokakta geçen, hepimizin yanı başında yaşanan ama fark etmediğimiz hayatların şarkılara yansıması… Hayalleriyle güçlenen, belki de bu vesileyle çekilir kılınan bir hayat bu: “Bir evi olsun ister / Bir de içmeyen kocası / Tanrı ne verirse geçinir gider / Yeter ki mutlu olsun yuvası…” Gerçek hayallerden farklı; bize bunu da gösteren, yüzümüze tokat gibi çarpan bir şarkı “Fabrika Kızı”: “Dışarda bir yağmur başlar / Yüreğinde derin sızı / Gözlerinden yaşlar akar / Ağlar fabrika kızı // Oysa yatağında bile / Bir gün uyku göremez / İhtiyar anası gibi / Kadınlığını bilemez // Makineler diken gibi / Batar her gün kalbine / Yün örecek elleri / Her gün ekmek derdinde…”
Bestecisi Bora Ayanoğlu, şarkıyı anlatırken, kendi kendine bir kısım sorular sorduğunu söylüyor: “Kitlelere nasıl ulaşabilirsin?” Cevabı belli: “Üretenleri ya da üretenlerin hayatını anlatarak…” Ayanoğlu, “sarardıkça güzelleşen dergi” Roll’un Haziran 2003 tarihli 76. sayısında, Derya Bengi ile Emin Ekşi’nin sorularını cevaplarken şunları anlatıyor: “Bana o dönemde 150-200 metrelik uzun rulo hâlinde imzalı teşekkür mesajının geldiğini hatırlıyorum, Samsun’dan, tütün rejisinden… Şarkıyı yazdığımda 22 yaşındaydım. (…) Bakıldığında ‘Fabrika Kızı’ Marksizmin bir tarifidir aslında.”
Alpay, kariyerinin daha ilk yıllarında yaptığı bu plakla memleket müziğinde silinmeyecek bir iz bıraktı. Sadece bu plak değil, dahası da var: Bir yandan “Kara Tren”den “Yekte”ye uzanan türkü düzenlemeleriyle Anadolu-pop akımının izini sürerken diğer yandan “Cennet Yolu”ndan “Sensizliğimin Şarkısı”na art arda yaptığı “aranjman”larla bir döneme damgasını vurdu. ‘70’lerin ortalarında seslendirdiği “Eylül’de Gel”, en istemeden söylediği şarkı. Fecri Ebcioğlu’nun ricasını geri çevirmemek için bir plağının arka yüzüne “mecburen” aldığı bu şarkı, en bilinen şarkısı oldu. Alpay, düzenlemelere ve arada seslendirdiği “aranjman”lara rağmen hayatının her döneminde genç bestecileri destekledi ve onlara hep bir şans tanıdı. Bora Ayanoğlu, bunlardan biri.
“Fabrika Kızı”, ilk “vukuat”ları değil. Hemen öncesinde, Alpay diskografisinde karşımıza çıkan bir başka Bora Ayanoğlu bestesi olan “Tren” var: “Her gün bir tren gelir uzaklardan / Durur ilerlerde bir yerde / Yorgun homurtusunu, ıslığını duyarım / Öksürür her seferinde…” dizeleriyle başlar, şehre büyük umutlarla gelen ve trenden inen “yüzü yanık bir çocuk”un “sevinçle” süzülüşünü anlatır. Oysa şehir “toprak gibi dost değildir her insana”. Bunu, onun indiği trene binen “saçı tozlu yorgun bir adam” dile getirmek ister ama yapamaz: “Bakar ardından çocuğun / Bilir ki fayda etmez ‘dön’ demek / Dönemez ki artık o…” Ardında genç çocuğu bırakarak nice umutlarla geldiği şehirden memleketine doğru uzaklaşır ihtiyar…
Yılar sonra, şehri ön plana çıkartan bir şarkı daha yapar, Alpay. Bu kez Ankara’da yaşanan bir dramı anlatır: Sözlerini Can Arpaç’ın yazdığı, Müjdat Akgün’ün bestelediği “Güven Parkı”, 1975 yılında yayımlanan albümüne adını veren on dakikalık şarkı. Para kazanma umuduyla şehre gelen, Güven Park’ta toplanarak iş arayanlar arasında yerini alan Fatma Kız’ın hikâyesini anlatır. Yazık ki bu plak çok satmamıştır, bu yüzden pek bilinmez.
Alpay anılarında [“Eylül’de Gel” (Doğan Kitap, 2004)] “Güven Parkı”ndan “hiç satılmayan, bana gurur veren bir uzunçalar” olarak söz ediyor. O yıllarda Yonca Plak tarafından dergilere verilen ilanlar, onu doğrular nitelikte: “Bu albüm bir olaydır. Bu plağı dinlediğinizde Türkiye’de ileri bir müzik anlayışı olduğuna inanacak ve haklı bir gurur duyacaksınız.”
Derya Bengi, “Görecek Günler Var Daha / 70’li yıllarda Türkiye: Sazlı Cazlı Sözlük” (YKY, 2018) başlıklı kitabında, bu şarkıyı anlatırken Alpay’dan alıntıladığı cümleler eşliğinde şunları söylüyor: “Yıllar sonra Alpay çeşitli söyleşilerinde, pek satmayan bu plak hakkında hep temkinli konuşuyordu: ‘Bana göre çok güzeldi o plak, ama Türkiye’de dinlenen müziğin çok ilerisindeydi. Bu bir ukalalık aslında: Madem bu işi yapıyorsun, plağının üzerine fiyat konup satılıyor, kötü bir şey yap demiyorum, iyi bir şey yap, ama insanlar da anlayabilsinler, bu kadar da kopuk olma.’ (…) Alpay’a göre ‘Güven Parkı’ şarkısı da çok güzeldi, ama ‘zor bir müzik’ti, Türkiye için ‘lüks’tü, ‘Pink Floyd gibi bir şey’di.” Bengi’nin, Yeni Gündem’de yayımlanan bir söyleşiden alıntıladığı bölüm, Alpay’ın “Güven Parkı” hakkında özeleştirisini de ihtiva ediyor: “[Şarkıyı] sevdiğim için yaptım, ama sadece ODTÜ öğrencileri sevdi. Ama bakın, entelektüel olma merakı bence çok içtenliksiz bir şey. ‘Güven Parkı’, bu iletişimsizliğin bir örneğidir, benim çok sevdiğim bir denemedir ve kendi ukalalığımı tatminden ibarettir.”
“Fabrika Kızı” ile “Güven Parkı” arasında bir şarkı daha var: “Ağa Düşen Kadın”. Alpay, 1972 tarihli bu şarkıyı, 1990 yılında yayımlanan “Gitme” başlıklı albümde “Beyoğlu” adıyla yeniden yorumlamış, yakın dönemde dolaşıma sokmuştu. Yazık ki TRT’de yayımlanamayan şarkılardan biri bu. Yine Alpay’ın anılarına bağlanayım: “Diskotür’le çalıştığım dönemde neden bilmem, elime kalemi kağıdı aldım ve belki beş dakika içinde sözüyle müziğiyle bir şarkı döküldü… Bu şarkıyı yazarken, aklımda ne Beyoğlu vardı ne de orospular… Neden yazmıştım? Bilmiyorum.”
Bugün bir kısmını eleştirse de “Tren”, “Fabrika Kızı”, “Ağa Düşen Kadın” ve “Güven Parkı”, Alpay külliyatının incileri. Sonradan yanlarına iki şarkı daha koydu: 1996 yılında yayımlanan “…ve Alpay 1996” başlıklı albümde yer alan, Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ı anlattığı “Ellerinde Güllerle” ile 2013 yılında Gezi direnişi sırasında bir polis kurşunuyla hayatını kaybeden Ethem Sarısülük anısına yazdığı “Ethem’in Sessiz Çığlığı”. Sanatçı, Roll’un Ocak 2003 tarihli 71. sayısında Merve Erol’un sorularını cevaplarken bu kadar şarkının yeterli olduğunu, daha fazlasının “sömürü”ye gireceğini söylüyor: “Dört tane şarkı söylemişim toplumsal içerikli, hepsinin konusu biraz değişik, ama sonuçta bir yere geliyor: Sınıflar arasındaki farklılıklara ve o sınıfların sıkıntılarına… Biri fabrikada çalışıyor, yoksul, öbürü bir evde çamaşırcı. Ne fark var arada?.. Bu kadar fazla mesaj vermenin anlamı yok, iki kere verirsin, biter. Beş kere verildiği zaman iş sömürüye giriyor. Ben sömürgen bir adam değilim. Toplumun yaraları üç tane değil beş tanedir. Bir tanesini bir kere işlersin, ikincide ne olacak şimdi? Bu sefer otomobilcinin yanında çalışan çırak… Aynı şey.”
Bütün bunları anlatma sebebim malum: 22 Mart’ta Zorlu PSM’de düzenlenen konserine giden bir “dinleyici”nin yaptığı ihbar üzerine Alpay hakkında “terör” soruşturması açıldı. Sebep, “Ellerimde Güllerle”yi söylemeden hemen önce yaptığı konuşma. Usta, “Sıradaki şarkım, devlet tarafından zalimce katledilen insanlara gelsin.” demiş; şarkı boyu ekrana Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan ve Berkin Elvan’ın fotoğraflarını yansıtmış. Alpay, 83 yaşında ve neredeyse 60 yıldır bilfiil müziğin içinde. “Fabrika Kızı”yla ezberleri bozmuştu, hâlâ ezber bozmaya devam ediyor.
Bir yanda onu devlete ihbar eden “sayın muhbir vatandaş”, diğer yanda hâlâ dimdik duran Alpay. “Fabrika Kızı”ndan “Ethem’in Sessiz Çığlığı”na uzanan yolda hiçbir zaman taviz vermedi, her dem istediği şarkıları söyledi. Belli ki bundan sonra da bunları söylemeye devam edecek.