Tarihî akşamın ufkunda
Yıldırım, klasik sağcı siyasetçi numaralarından birine başvurarak “biz iktidarız” kozunu öne sürdü: Belediyeler öğrencilere burs veremez. Veriyorlardı, CHP yasaklattırdı. Ben gelirsem bir şekilde Ankara ile anlaşıp yolunu buluruz. Ama Ekrem Bey “İstanbul Ankara’dan yönetilmeyecek” diyor. Yaa…
Olay mahallindeki muhabir, oturum öncesi “maç başlarken” faslına katılan konuklar, moderatör, anonslar, ekran altı bantları ve mümkün bütün unsurlarca “tarihî yayın”, “tarihî buluşma”, “tarihî akşam” ve nihayet “tarihî dönüm noktası” olarak sunulan televizyon programı elbette başlıbaşına hüzün kaynağıydı, çünkü biz buraları çoktan geçmiştik; şimdi ne kadar geri gittiğimiz, ne kadar çok şey yitirdiğimiz tekrar gözümüze sokuldu. İkinci olarak, bu program elbette tekinsizdi, çünkü önceden ilan edilmiş şartlarını ortadan kaldırıp bunu bir siyasî suikasta, ilan edilmiş amacının aksine yarayacak bir komploya dönüştürebilecek birilerinin soluğunu her an ensemizde hissediyoruz.
Tam da bu yüzden, hem programın vahim eksiğine gediğine, önlenemez çarpıklığına, sasılığına rağmen faydalı eser olduğunu teslim etmek durumundayız hem de başlıca çarpıklığın her şey pek normalmiş gibi yapılmasında yattığını baştan belirtmek.
Program sırasında tuttuğum notları, yorumlar ekleyerek aktarayım.
• Programdan önceki ısınma hareketleri esnasında Fox Haber Genel Yayın Yönetmeni Doğan Şentürk: “Ortak yayın geciktiğine göre, biz de reklama geç gidebiliriz stratejik açıdan”! Çok stratejik şeylere şahit olabiliriz; yoksa beklentim büyük mü olmalı?
• Soru seçim iptaline ilişkin. Kaybettiği için seçimi iptal ettirmiş devlet partisinin adayı: “Garip işler oldu, acayip işler oldu. Seçimin tekrarı kararını zaten YSK vermişti. Biz istemedik. Seçimin tekrar edilmesine CHP sebep olmuştu. Oyların hepsinin sayılmasına izin verseler iş hallolacaktı.” Ne diyor?
• Yıldırım tekrarlayıp duruyor: “Oylar çalındı”. Rakibi ısrarla soruyor: “Çalan kim?” Cevap yok. Yıldırım: “bizim oyu başkasına yazmışlarsa bu da çalmaktır”. “Yer değiştirme” de “çalmak” demekmiş.
• Mâhut yalan silsilesini teşhir edip 31 Mart’ta gerçekte ne olduğunu herkesin anlayacağı dille izah etmede Ekrem İmamoğlu yetersiz. Saat 21:21. Binali Yıldırım avantajlı görünüyor. Avantajını sürdürebilmesinin neye bağlı olduğunun farkında: “31 Mart’a takılmayalım” diyor. İmamoğlu da 31 Mart’ta çevrilen dümenleri konu ettikçe puan toplayacağını umuyor: “geçelim diyor ama geçemeyiz”. İktidar koalisyonunun oyunu ortaya dökülemeden geçildi.
• “Ben İstanbul konuşuyorum” diyor Yıldırım. Soruluyor: “Peki ya bu bekâ meselesi falan neydi?” Cevap: “seçime bir ittifakla giriyoruz”. Meali: “valla, bize kalsa öyle şeyler demeyecektik ama işte, MHP istedi”. Doğru söylemiyor; bizzat kendi lideri bekâ diye yatıp kalktı!
• İmamoğlu, önceki sorunun cevabından kalan eksikleri sonraki soruya cevap vermeden tamamlayıp yeni cevaba vaktinde geçme konusunda başarılı. 31 Mart’ın iptalinden yeni seçimin “anlamı”na da böyle seri şekilde geçti. Şunları ardarda dizdi: demokrasi, hak, hukuk, adalet, kul hakkı, temiz yönetim, kibirden arınmış, kucaklaşma…
• Binali Yıldırım: “En tahammül edemeyeceğim şey yalan konuşmadır”!! İktidar koalisyonundan hangi siyasetçi sarf etse işitildiği ortamı “tarihî” hale getirir şu söz. En iyisi çayı tek dikişte bitirmek...
• Yeniden 31 Mart dalaveraları. Anadolu Ajansı’nın seçim gecesi veri akışını kesmesi konsunda Yıldırım: “normal bir şey değil”! Ama bu onun meselesi değilmiş. Kurumlarımız özerk, hukuka bağlı, liyakatli falan ya o bakımdan...
• İmamoğlu: seçim gecesi bir aşamada AKP’lilerin İstanbul’u “kazandık” afişleriyle donatmaları için kim talimat verdi? Cevap alınamıyor.
• İmamoğlu’nun İBB veri tabanını kopyalatma girişimi. Yıldırım suçluyor, “CHP adayı” alttan alıyor. “Geçmiş dümenlerinizi gizlemek için numara çekmenizi önlemek istedik” filan demedi. “Kopyalamadık da yedekledik” taktiğiyle rakibi üstüne çekti, Yıldırım da “o öyle değildir, yedekleme zaten yapılır”dan girip oyunu rakip kaleye yıkıverdi.
• Binali Yıldırım. Zaman zaman ona yakıştırılan “babacan, yumuşak adam” imajı belli ki imajdan ibaret. AKP ve iktidar koalisyonunun daha şirret simalarından alışık olduğumuz bin türlü numaranın âlâsını çeker icabında. “Veri kopyalama işi FETÖ taktiğidir,” dedi! “Kozmik oda” terimiyle de iktidar koalisyonunun devlet kanadına selamını çaktı.
• İşte İBB Başkanı olacak kimsede aranacak en önemli hususların tesbiti bakımından en kritik mevzu: İmamoğlu Ordu valisine hakaret etti mi? AMK diye dergi çıkarılabilen ülkede, birinin birine “it” deyip dememesinin nasıl üç günde milyon satan pop şarkısı konumuna gelebildiğine aklım ermiyor. İmamoğlu, “bize daha ağır laflar ettiler” başlığı attı, altını “terörist”in yanına iliştirdiği “Pontus” ve “Yunan”la doldurdu, meseleyi yerli-millî zeminine oturttu.
• Soruları Binali Yıldırım’a verdiğini, bilahare İmamoğlu’nu arayıp “size de vereyim mi?” diye sorduğunu ileri sürerek Fatih Altaylı İsmail Küçükkaya’ya iftira atmış, Küçükkaya onu anlatıyor.
• İmamoğlu, belediyenin iktidara yakın vakıflara para desteklerini konu etti. Nihayet gole dönük bir akın halinde kendisi. Yıldırım, tribündeki şahlanışın skoru korumaya yeteceği düşüncesiyle, sözkonusu destekleri FETÖ ve 15 Temmuz motiflerini ortaya sürerek savundu.
• Rakibinin “yok öyle bir şey” dediği Sayıştay raporunu kameraya tutarak puanları aldı İmamoğlu. Yıldırım raporu okumamış!
• “FETÖ” bahsinde yaşananların ilk bölümü ilginç değil. Adaylara bu teşkilatla ilişkileri olup olmadığı soruldu. Şüphesiz yok! (Yıldırım’ın Türkçe Olimpiyatları videoları “tarihî yayın” stüdyosuna henüz ulaşmadı.) Yıldırım’a göre “FETÖ” ile mücadelenin üç “kısmı” var: ibadet, ticaret ve ihanet. Mücadele ihanet kısmıyla yapılıyormuş. Aslında kendisinin büyük açığının yakalanacağı mevzuda, ön alarak, rakibine “FETÖ iltisakı” imâsı yapması başarılı pişkinlik örneği.
• İmamoğlu, “devlet” kelimesini cümle içinde kullanma denemeleri yapıyor: “Esas olan devlettir” (iki defa), “devletine inanan”, “devletinin güçlenmesine inanan”...
• Yıldırım: “çekeceğimiz yatırımla beş yüz bin istihdam sağlayacağız”. Acaba dolar kaç lira? Teknoloji vadileri, teknoloji üsleri ve teknoloji geliştirme bölgeleri kurulacakmış. Sonuncusunun örnekleri Rotterdam ve Singapur’da varmış. Neden bir Kudüs değil, bir Şam, bir Bağdat değil? Belki de özlenen İslâm medeniyetinin İstanbul’da kurulamayacağı kabullenilmiş; bilemedim.
• Program öncesi Büyük Moderatör Savaşları’ndan galip çıkmış moderatör: “Diyelim ben Kürt kökenli, Türkiye Cumhuriyeti aşığı bir kardeşinizim, hanginize oy vereyim?” Başkası adına duyulan utanç ne kötü. Kürt olamam, kökenli olacağım, TC aşığı değilsem kime oy vereceğim sorulmayacak. Seçim sonucunu pek muhtemeldir ki, bu tarifi çok yerinden yırtacak Kürt seçmen tayin edecek. Bu ihtimalin yüksekliğini gözönüne alınca utanma yerine eğlenme de mümkün aslında pekâlâ.
• Kürtlerle ilgili konu genele yayılıyor. Her iki aday da, “biz herkese hizmet edeceğiz” klişesiyle riski savuşturuyor. İmamoğlu araya bir “dil” vaadi de sıkıştırdı sanki. “Barıştırmaya, eşitlemeye geliyoruz”, Kürt seçmen için ne kadar çağırıcıdır, kestirmek zor.
• Kürt seçmen kıymetli belli ki. Yıldırım “sizi teröristler destekliyor” motifini hiç kullanmıyor.
• Binali Yıldırım dedi ki: “Partizanlık asla ve asla bizimle beraber telaffuz edilemez.” Tekrar edeyim: “Partizanlık asla ve asla bizimle beraber telaffuz edilemez.” Kendisi yalana tahammül edemediğini yukarıda belirtmişti, burada tekrarlamadı.
• Moderatörümüz Suriyeliler konusunu şöyle açtı: “Türkiye fedakârlık yapıyor, insaniyetini gösteriyor”, “insanlık dersi veriyor”. Ankara’nın Suriye savaşındaki politikası ve rolü, milyonlarca mültecinin bir anda kabulünün gerisindeki hesaplar şunlar bunlar, tıpkı haksız hukuksuz seçim iptali gibi, yoklar. Niyeyse buraya doluşmuş Suriyeliler var. İmamoğlu “insanî” eksenli politikayla onları entegre etme amaçlı girişimler vaat ederken, Yıldırım, sürekli “misafir”lik vurgusu yapıyor: “Bunlar geçici, gidecekler.”
• Yıldırım, döşenecek metro hattından sözederkenki teknisyence edâsıyla, Afrin, Cerablus ve El-Bab’ı aldık, beş yüz binini oralara gönderdik, deyiverdi: Şimdi Fırat’ın doğusunu da “temizleyip”, gerikalanını da oraya göndereceğiz. Ancak yasadışı işlere bulaşanlar olursa, bu temizliği beklemeden onları “tutar göndeririz”. Oysa “ölümden kaçmış”lar, onları “inancımız gereği misafir etmiş”tik!
• Kadınlara geldik, 2019 yılında hâlâ kreş konuşuyoruz. Haydi yine utanç! Binali Yıldırım: “Ev kadınlarının dışarı çıkmaya, sosyalleşmeye ihtiyacı var”. Tam olarak ne için çıkmalarını düşünüyor acaba?
• İstanbul’da abuk subuk şehirleşmeyle yok edilen “dereleri ihya edeceğiz” diyor Yıldırım! Nasıl? Meselâ Kasımpaşa’da koca caddeyle iki yanındaki binaları falan yok mu edecekler? Üstüne mahalle kurduğunuz dereyi nasıl ihya edeceksiniz?
• Yıldırım Türk sağcılığını anlamak isteyen özetler yapmaya devam ediyor: “Tabiî İsmail Bey, yeşil alan bir şehir için önemli.”
• Programın yaşadığımız gerçeklik içindeki konumunu ortaya koyan bir tür kara mizah esprisi: Küçükkaya, “engellilerin hayatın içine katılmasını çok önemsediğini” vurguladı. Ne yazık ki bu kadar “tarihî” bir programda tartışmayı duyma engellilere aktaracak çevirmen görünmüyor ekranda. Bakın burası ne kadar enteresan değil mi?
• Yıldırım “kankası” gençlere 10 gigabayt beleş internet vaat etti. Müzikler, paylaşımlar, filmler (Netflix’ten). Siyasetçilerin sevimli olma gayretlerinin her zaman tam aksine yolaçması kuralı değişmedi.
• Yine Yıldırım, klasik sağcı siyasetçi numaralarından birine başvurarak “biz iktidarız” kozunu öne sürdü: Belediyeler öğrencilere burs veremez. Veriyorlardı, CHP yasaklattırdı. Ben gelirsem bir şekilde Ankara ile anlaşıp yolunu buluruz. Ama Ekrem Bey “İstanbul Ankara’dan yönetilmeyecek” diyor. Yaa…
• Yıldırım, İstanbul’da deniz ulaşımının azalmasını gerileme değil ilerleme olarak görüyor. Yeni köprüler, tüneller açıldığı için arabayla seyahat deniz ulaşımına “alternatif” olmuş. Boğaz’dı, denizdi, bizim neyimize! İmamoğlu gerçi pek somut deniz ulaşımı projeleri ortaya koymadı, ama en azından arabayı tekneye alternatif görmediği anlaşılıyor.
• Yok artık: Moderatör, performansı hakkında, siyasetçilere soruyor: beğendiniz mi, nasıl buldunuz?
• Bitti. Sanki normal seçim ortamındaymışız gibi bir hava yaratılmasına takılmamak mümkün değil. Eğer böyle bir programdan demokrasi adına birşeyler bekleniyorsa beklentinin karşılanma oranını düşüren, izlediğimizin gerçeklikten çok görüntü olduğu duygusu yaratan bir hava bu.
• Neyse ki Binali Yıldırım mütemadiyen rakibinin cümlesinin ortasına dalarak, nezaketin sökmeyeceğini, istediği anda her kuralı çiğneyebilecek muktedirlerin ortamı belirleyeceğini hatırlattı da gerçeklikle ilişkimiz kopmadı. Onun şahsında, Türk sağcı siyasetçisinin ne pahasına olursa olsun çıkardan taviz vermeme ihtirasının cisimleşmesi olduğunu gördük.
• Programdan evvel bu tür televizyon tartışmalarının dinamiklerine ilişkin konuşanlar dikkat çekiyorlardı: tv tartışmalarında seçmenler, rakipleri birbirlerine karşı sağladıkları üstünlüğe göre değil, kendi beklentilerine göre değerlendirirler. Diyelim A’nın B’ye karşı 5-0 galip geleceğine inanan seçmen, A 3-0 kazandığında bunu yenilgi sayar. Bana kalırsa Ekrem İmamoğlu, şimdiye kadar sokaklarda, meydanlarda, kalabalıklar karşısında ve televizyonlarda, çok daha zor durumlarda sergilediği performansın epey gerisinde, biraz tutuktu. Polemikten kaçınma stratejisi bazen hiçbir taktik kazanca elvermez görünüyor. Faul yapmadan kazanmaya çalışmak güzel, ama gollük ortada topu indirip kendi sahana dönmek de anlamsız.
• Yine de bizzat bu programın yapılmış olmasıyla, programda potansiyel mermilerin öncüsü gibi algılanacak hakaretlerin havada uçuşmamasıyla, programdan sonra rakiplerin ailece beraber fotoğraf çektirmesiyle, İmamoğlu “çizgisi”nin bir başarı kazanmış olduğunu söyleyebiliriz.
Programı her şeye rağmen ‘olması olmamasından iyi’ sayma eğilimindeyim.