Kurşun kaleme övgü
Öteki kalemlerin işi mürekkepledir, “tükenmez kalem”in isminin iddiasıyla varoluşu arasındaki derin fark başka tartışmanın konusu ama nihayet hepsi mürekkeple “çalışır”. Bir tek kurşun kalem, kendi özünden “yiyerek” çalışır. O da iyi bir kalemtıraşla mümkündür.
Geçmiş zaman, bir dolma kalem yazısı yazmıştım burada, beş maddede.
Bütün gündem malum olaya kilitli. Uzun yıllar sonra iki siyasetçi çıkıp “münazara” etti. Etmiş demem daha doğru, zira izlemedim. Bölük pörçük gördüğüm kadarıyla, bir zamanların internet kafe estetiğiyle olmuş olan. Dakikalar tutulmuş, dijital bir ekran konmuş, başkan adayları zamanla “yarışmış”. İmamoğlu dolma kalem hediye etmiş (yanlış görmediysem klasik Lamy), Yıldırım ise tespih (onun detaylarına vâkıf değilim ama muhtemelen kehribardır). Buradan da kimi siyasi çıkarımlar yapılmış. Madem öyle ya da böyle kalem gündemi var, uzundur övmek istediğim kurşun kalemlerden bahis açabilirim.
Nişanyan, “kurşun”un eski Türkçeden geldiğini söylüyor, Kaşgarlı’dan bu yana var Türkçede. “Kuru, gerilmiş” ile alakalı olabilir notu düşmüş. Kubbealtı, kurşun kalem için “Dış kısmı tahta olan, içine grafit mâdeni konmuş yazı kalemi” açıklamasını yapmış. TDK’da ise “İçi grafitli, yazısı kolayca silinebilen, değişik biçimleri olan bir kalem türü” deniyor. Kubbealtı’nın tanımından bu yana gelişmeler oldu; artık dış kısmı tahta değil sadece. Bana göre de evla olanı dış kısmı tahta olanları velakin o sahada çok büyük değişiklikler oldu. TDK’nın açıklamasına da şöyle bir şerh düşülebilir: Artık kolayca silinmeyenleri de var bu tür kalemlerin. Kolayca silinmeme esprisiyle pazarlananları da var.
Kurşun kalem, öteki kalemlerden birkaç yönüyle ayrılır. Evvela, çoğumuzun “ilk kalemi”dir. İlk göz ağrısı. Ulaşması kolaydır, bakkalda da bulunur, en lüks kırtasiyede de. Benim yetişme dönemimde bu kadar çeşit, dolayısıyla bu kadar geniş fiyat aralığı yoktu. Sınıfsal durum ayırmadan herkesi eşitleyen, hemzemin kılan bir eşyadır kurşun kalem. Tek başına değildir ve de. Yoldaşları vardır. Kalemtıraş demeyi severdim ben ama “açacak” tabiri de yerleşiyordu yavaş yavaş. İlkokulda çöpün başında toplaşılır, kalemler açılır, kimi zaman dersten kaytarma ânı olur o. Biraz “beş dakika daha uyuyayım, uyanacağım” lezzetindedir o çöp başı mesaisi. En az iki kişi olursunuz, kaş göz hareketiyle birini çekiştirir ya da öğretmenin bir hareketini taklit edersiniz. Öğretmenin sırtı dönükse hele, illa ki sınıftan biriyle göz göze gelinir ve manasız bir zıpırlık, tuhaf bir hareket yapılır. Sessizce gülmek sonrası. Küçücük bir an, dersin, ders dedikleri şeyin, o sıkıcı okulun bir ânından ufacık bir vakit çalarsınız. Saçma olacak kadar kısa ama tarifsiz bir lezzet.
Kurşun kalemin kalemtıraşla münasebeti, silgiyle münasebetinden daha giriftmiş gibi gelir bana hep. Silgi, ismiyle müsemma, bir şeyi yok etmeye, izini bırakmamaya yönelik bir şeydir, üstelik “tam olarak” silemeyeceğini de bilirsin. Hiçbir iz kalmamışsa bile, öteki sayfaya geçmiştir yazı bir şekilde. Ama kalemtıraşla ilişki daha tuhaf; kullanmak için ona muhtaçsın velakin bitişi, tükenişi de onun elinden. İyi kalemtıraşın hazzını az şey verir. Kırmaz, köreltmez, uğraştırmaz. Kötü kalemtıraş, dünyanın en güzel kurşun kalemini bile heba eder. Pişmanlıktır. Öteki kalemlerin işi mürekkepledir, “tükenmez kalem”in isminin iddiasıyla varoluşu arasındaki derin fark başka tartışmanın konusu ama nihayet hepsi mürekkeple “çalışır”. Bir tek kurşun kalem, kendi özünden “yiyerek” çalışır. O da iyi bir kalemtıraşla mümkündür.
Yıllar içinde, benim kırtasiye malzeme iptilam geliştikçe, kurşun kalem dünyasının ne denli geniş olduğunu fark ettim. Caran d’Ache kurşun kalemlerinin onlarca boyutu olduğunu, içindeki kurşunun niteliğinin performansını ve fiyatını ne denli etkilediğini, bazı kalemtıraşların hususi “bir adet” kalemi açmak için üretildiğini… Ama insanın aklında hep o “ilk kalem” kalıyor. İki ucundan da açmışsın, bir ucu körelince ötekine geçiyorsun, ikisi birden körelince kalemin o kendine has ağaç kokusuyla kalemtıraşa muhtaç kalıyorsun, buz üstünde yürür gibi açıyorsun. Çizgili beyaz deftere ilk harf temrinlerini yazıyorsun. Niyeyse en çok “y”ler bozuk oluyor. Yıllar içinde onlarca, yüzlerce kurşun kalem eskitiyorsun.
Sonra gün geliyor, “uçlu kalemler” çıkıyor. 0.5, 0.7, 0.9 olanları geliyor kasabaya. En çok 0.7 kullanılıyor ama senin gönlün 0.5’ten yana. Uç istemeler, her yeni çıkan markaya heves etmeler, ucu sonuna kadar kullanma teknikleri… Hepsi oluyor ama o ilk kurşun kalemin yerini hiçbir kalem tutamıyor. Sait Faik’in anlatıcısının öpüp alnına götürdüğü o küçücük kurşun kalem.
Dolma kalem yazısını “Kalemler, çok yaşasın. Çok yaşasın kalemler. Ama dolma kalemler, biraz daha çok,” diye bitirmiştim. Şimdi, o ilk kurşun kalemi övmek isterim. Öteki sayfada iz bırakan o kurşun kalemleri. Bozuk “y”leri. Bütün “münazara” gürültüsüne rağmen.