'Son kırılma'
Meseleyi 31 Mart öncesinden alıp 23 Haziran sonrasına kadar taşıyınca, kırılmanın bizzat Erdoğan ile ilgili olduğu düşünülebilir. Erdoğan’ın haber verdiği “kırılma” ve ışık da, bu hafta işaretlerini vereceği ve 23 Haziran sonrasında uygulamaya başlayacağı yola veya seçeneklere dair olabilir. Son kırılmaya kadar gelen süreci, Erdoğan penceresinden hızlı biçimde hatırlayalım...
Erdoğan, İstanbul adaylarının televizyon tartışmasından birkaç gün önce yaptığı açıklamalarla tansiyonu epey yükseltmişti. Pazar günü yapılacak seçimi işaret ederek, bir “son kırılma” noktasından söz ediyordu. Bu tartışmanın, seçimden önceki son haftaya “ışık” vereceğini söylüyordu. Bu sözlerle, hemen herkesin zaten karışmaya meyyal kafası iyice bulandı. Nasıl bir kırılma noktasından bahsediliyor, bu haftaya ışık verecek olan nedir? Büyük bir çoğunluk, sürpriz bir hamle geleceğine, bir tuzak hazırlandığına inandı. Ortalık gerildi, hatta bu gerilim televizyon oturumundaki performanslara da yansıdı. Sonuçta adayların birlikte yer aldığı canlı tartışma yapıldı ve hiçbir yeni durum görmedik. Ne sürpriz bir hamle geldi, ne beklenmedik bir performans. İlk bulgular ve izlenimler, seçmen tavrında neredeyse sıfır etkinin olduğu yönünde. Zaten açıklanan anket ve araştırmaların çoğunda da, seçmenin büyük ölçüde kararını oluşturduğu görülüyor. İktidar medyası, bir taraftan Binali Yıldırım’ın üstün olduğu, bir yandan da taraflı moderasyon yapıldığı iddiasını aynı anda işlemeye çalışıyor. Tıpkı 31 Mart’ta olduğu gibi, biraz tuhaf dursa da, “kazandık ama itiraz ediyoruz” deniyor. Binali Yıldırım da, televizyon tartışmasından sonra Erdoğan’ın konuyla ilgili kendisine pek yorum yapmadığını açıkladı. Yani görünen olağanüstü bir durum ve beklentileri karşılayan yüksek bir memnuniyet yok. Peki Erdoğan hangi kırılmadan bahsediyordu? Tartışmanın bu haftaya vereceğini söylediği ışığı kendisi aldı mı?
Meseleyi 31 Mart öncesinden alıp 23 Haziran sonrasına kadar taşıyınca, kırılmanın bizzat Erdoğan ile ilgili olduğu düşünülebilir. Erdoğan’ın haber verdiği “kırılma” ve ışık da, bu hafta işaretlerini vereceği ve 23 Haziran sonrasında uygulamaya başlayacağı yola veya seçeneklere dair olabilir. Son kırılmaya kadar gelen süreci, Erdoğan penceresinden hızlı biçimde hatırlayalım: Birinci kırılma; siyasi riskler ve tehlikeli bir trend gördüğü için “siyasetin gereği olarak” ayrı ayrı seçime girmeye niyet etti. Yapamadı, yaptırmadılar veya ikna edildi. İkinci kırılma; seçim stratejisini uzun yerel yönetim iktidarının avantajları üzerine kurmaya yeltendi. Beka davası gibi çok sert ve hareket imkanı vermeyen strateji baskın çıktı. Üçüncü kırılma; 31 Mart sonuçlarını “genel oyumuzu koruyoruz, aslında biz kazandık, onlar topal ördek” diyerek geçmek istedi. İtiraz süreci ve çıkartılan gürültü YSK’nın zorlama yenileme kararını getirdi. Dördüncü kırılma; bütün ağırlığıyla kampanyayı sırtlamak, 39 miting yaparak kendi tabanını harekete geçirmeyi, “Türkiye ittifakı” çıkışıyla yeni rotanın yine sahibi olmayı yokladı. Sert bir direnç gördü, kenara çekilmeye, taktik hamlelerle sonuç alınabileceğine inandırıldı veya zorlandı. Beşinci kırılma; Binali Yıldırım’ı öne çıkartarak kendisini koruyup koruyamayacağını, iddia edildiği gibi durumun toparlanıp toparlanmadığını görmek istedi. İşler söylendiği gibi gitmedi, kişisel siyasi risk de küçüleceğine büyüdü. Şimdi son kırılma için karar zamanı.
Bütün bu eşiklerde, Erdoğan’ın -kendi tercihini uygulayabilmek anlamında- ne kadar belirleyici olduğu, tercih, beklenti ve mecburiyetlerinin hangi oranda etki yaptığı üzerine spekülatif pek çok tartışma açılabilir. İster kendi manevra hevesinden ister mecburi istikamet tabelalarından kaynaklansın, bu dönüşler (kırılmalar) herkesin gözü önünde yaşanıyor. Siyasi fıtrat ve zemin nedeniyle, yapılan hamlelerin bir başlangıcı mı, bir sonu mu işaret ettiği de biraz karışıyor doğal olarak. Çünkü bazı hamleler, verilmiş kararları -veya planlanan yolu- tamamlamak için değil, neye karar vermenin daha doğru olacağını belirlemek, tartmak için yapılıyor. Kolay manevra yapabilen ve destek çevresini de bu manevralara uydurabilen Erdoğan, bu imkanı daha sık kullanıyor. Belki de, süreklilik arz eden tutarlı bir çizgide yürütmekte zorlandıkça daha çok müracaat ediyor. İyi planlanmış bir ajandaya göre kurucu bir iradeyle değil, fırsatlara göre değişen yıkıcı bir esneklikle davranıyor. Sessiz kaldığında da, konuştuğunda da “tamam şimdi ne yapacağını anladık” diyenleri sık sık yanıltan, çeşitli tartışmaları bitti denilirken yeniden açan pozisyonlar üretiyor. Geçtiğimiz hafta itibarıyla, Erdoğan’ın 23 Haziran seçimi kampanyasından tamamen geri çekildiğini, bunun sonuçlara olumlu etkisi olduğunu veya olası yenilgiden kendisini korumak için bunu yaptığını söyleyen fazlaca yorum yapılmıştı. Ben de, geçtiğimiz hafta Gazete Duvar yazılarında bu konuları biraz şüpheyle karşılayarak tartışmaya çalışmıştım.
Erdoğan, bu haftaya yine tartışmaları tazeleyen bir çıkışla başladı. İstanbul’da yaptığı bir konuşmada, “azgın azınlığın bu şehrin dokusunu, kadim karakterini bozmasına izin veremeyiz” dedi. Ekrem İmamoğlu’nun Ordu Valisi’nden özür dilemeden göreve gelemeyeceğini iddia etti. Bu çıkışın gerisinde bazı talimatların da devreye girdiği, hemen ertesi gün Sayıştay ve Ordu Valiliği'nden yapılan açıklamalarla anlaşıldı. Yetmedi, Erdoğan AKP İstanbul İl Başkanlığı’na giderek planlama toplantısına katıldı. Hemen ertesi gün açılış töreni kılığındaki mitinglerinden birini ve kaldığı yerden devam eden bir konuşma yaptı. Çünkü sadece Erdoğan’ın sağlayabileceği gerilime bağlı konsolidasyon atağı dışındaki taktik yollar, olumlu bir sonuç alınamadan tüketilmiş durumda. Dolayısıyla, Erdoğan’ın bu çıkışının 23 Haziran kampanyasına ilişkin taraflarını, son günlerde bir acayiplik yaşanıp yaşanmayacağını göreceğiz. Fakat geçen hafta da tartışmaya çalıştığım noktaların bir devamı olarak, meselenin 23 Haziran’ı aşan tarafları daha fazla gibi. Öncelikle Erdoğan, kullanmayı çok sevdiği çoğunluk vurgusunu, “çaldılar” suçlamasına dayalı olarak bu kez kazanacakları iddiasına fazla abanmıyor. Olası bir yenilgiyi de içerebilecek farklı bir imayı öne çıkartıyor: Demokratik tercihler, halkın iradesi ne olursa olsun “izin verilemez” şeylerden söz ediyor. Seçme, seçilme koşullarının hukuka tabi ve kamuya açık olmayan ölçütleri olduğunu söylüyor. Yeni bir vesayet alanı tarif ediyor ya da tekrar aktive edilen vesayet alanına sığınıyor.
Cumartesi günü yayınlanan yazıdaki, “Erdoğan’ı zorlayarak -veya ikna ederek- YSK’ya verdirilen yenileme kararının tam hasarı, 23 Haziran’da daha net görülecek. Fakat 23 Haziran, mevcut göstergelerin işaret ettiği gibi yeni bir yenilgi getirirse, sandık tahribatından daha derin bir kriz baş gösterecek ve bu krizle baş etmeye yarayacak güç için de başka yollar aranacak” cümlesini burada tekrar etmem gerekiyor. Ve yine aynı yazıda değinilen yenilgi ve çoğunluk kalkanını kaybetmeye göre strateji kurmanın işaretlerinin arttığını da hatırlatmalıyım. Özellikle Erdoğan’ın son iki konuşmasında beka davası diline hızlı dönüş yapması -23 Haziran için biraz da çaresiz bir son atak olması dışında- karşılanması gereken yenilgiyle ilişkili. Erdoğan’ın neredeyse 7-8 yıldır bütün politik kararları, hamleleri, söylemi, hem fıtratı hem rolü nedeniyle kişisel güç tedariki öncelikli oldu. 23 Haziran’da alınacak yenilginin de, sürecin içinde olması veya dışında kalmasından bağımsız olarak Erdoğan’ın güç kaynaklarını daraltacağı açık. Ama kenarda kalarak bundan korunması sonrasındaki müdahale yeteneğine hiç iyi gelmeyecek. (12 Haziran tarihli “Erdoğan neden saklanıyor?” yazısını da hatırlatayım) Seçim-sandık zaferleri, blok konsolidasyonu, gündem belirleme yeteneği, kriz kontrol becerisi gibi kayıpların üzerine kişisel karizmasını -üstelik de sonuç alınamayacak bir iş için- ezdirmesi, yenilgiyi “arazi olmuş lider olarak yaşaması çok gerçekçi durmuyor. Ve galiba kenara çekilmenin faydası ile riskini tartınca, bunun tabandaki ve tavandaki etkileri ölçülünce ciddi bir yeni kırılma ortaya çıktı.