Kürtlerle sınav ve Kürtlerin sınavı
İktidarın hamlesi ve bir kısım muhalefetin kabulü ile Kürt sorununu sadece Kürtlerin sınavı olarak sunma rahatlığının sonu geliyor. Bunun ilk ceremesini de muhtemelen iktidar ödeyecek.
Seçime bir gün kala yayınlanacak bu yazı için, bir son durum tablosu çıkarmayı planlamıştım. Ancak dün sızdırılan Öcalan mektubu, kaçınılmaz olarak birinci ve en belirleyici gündem maddesi haline geldi. Olay, haklı olarak yarın yapılacak seçimle elbette ilişkilendirilecek ama hadisenin bu sınırları aşan, epey evveliyatı olan ve hayli sonrası olacak bir dizi gelişmeyle bağı olması da mümkün. Çok daha geniş bir zaman dilimine yayılan nedenleri olduğu gibi, uzunca bir süreye ve alana yayılacak etkileri olacağı da rahatlıkla söylenebilir. Meselenin fazla kapalı, şaibeli noktaları olması, açıklanmış taraflarının da çeşitli filtre ve müdahalelerle kirlendiği düşünülürse, konuyu yerli yerine oturtacak temiz cevaplar bulmak şimdilik biraz zor. Bir kısmını ilerleyen zamanlarda öğreneceğiz, bir kısmını ise muhtemelen hiç bilemeyeceğiz. Olayın görünen kabalıkta ve basitlikte olmasına ikna olmak zor ama sahiden böyle yaşanmış olması da tamamen ihtimal dışı değil. Bu hamlenin son yıllarda yaşanan baş döndürücü gelişmeler, akıl almaz manevralar serisinde özel bir yeri olacağına kuşku yok. Bırakın son yılların tuhaf gelişmelerini, sadece son altı ayda yaşananlar acayiplikler bile, sindirilmesi zor bir seri oluşturuyor.
Bilebildiğimiz ve bize gösterilen taraflarıyla bu yakın geçmişi hızla hatırlayalım: İktidar, 2019 yılına beka stratejisi çerçevesinde Kürtleri ve HDP’yi merkeze alan bir söylemle girdi. Muhalefeti sıkıştırmak, mümkünse dağıtmak için HDP -hatta bütün Kürtler- kriminalize edildi. Geniş bir demokrasi ittifakını engellemek için görülmedik aşırılıkta bir yalıtma ve suçlama kampanyası yürütüldü. Ancak yok sayılmaya çalışılan, yalnızlaştırılmak istenen HDP’nin, seçimin sonuçlarını da belirleyen en kritik aktör haline gelmesi engellenemedi. İktidarın seçim yenilgisinin ardından yürürlüğe koyduğu taktik çareler de, yine Kürt seçmen etrafında şekillendi. Meleleri İstanbul’a, Binali Yıldırım’ı Diyarbakır’a taşımak; YSK’ya seçim yeniletme kararı verdirilen gün İmralı’ya motor kaldırmak; Bahçeli’yi ve Erdoğan’ı bir süre dinlenmeye ikna etmek bu formüller arasındaydı. Fakat anket sonuçlarından da anlaşıldığı kadarıyla, bu taktik manevralardan pek sonuç çıkmadı. Hatta meselenin bu denli kaba bir pazarlık görüntüsüne dönmesi, alerjiyi büyüttü, karşı motivasyonu artırdı. Son olarak iktidar, birkaç kez imalarla yokladığı Öcalan kartını devreye soktu. Adını ağzına alanların yargılandığı Öcalan’ın, Kürt siyasi hareketinin tarafsız kalması gerektiği yolundaki görüşü devletin ajansı tarafından servis edildi, Cumhurbaşkanı tarafından canlı yayında yorumlandı.
Şimdi gelinen noktada durum şu: HDP, bir strateji değişikliğinin söz konusu olmadığını, kararlılıklarının devam ettiğini açıkladı. Demirtaş’ın daha önce yaşanmış benzer süreçlere ilişkin olarak aktardığı örneklerdeki gibi, “tavsiyeler” yerine siyasi gereklerin öne çıkması eğilimi tabanda da, tavanda da hâlâ daha baskın görünüyor. Öcalan mektubunun ne kadar etkili olacağıyla ilgili rencide edici yorumlar yapılsa da, hamlenin amaçladığı güvensizlik krizi beklendiği kadar büyük olmadı. Özellikle bu konuda kolay hedef olması beklenen CHP seçmeninde, dikkat çekici bir dil değişimi veya ağır ve yaygın bir bozulma oluşmadı. İktidar cephesindeki durum ise biraz daha karışık: Son derece şaibeli biçimde sızdırılan mektupla ilgili tevil çabaları, “konunun bizle ilgisi yok, onların iç iktidar çatışması” yorumlarına dayandırılıyor. Fakat Erdoğan’ın mektup üzerine yaptığı yorumlar ve ertesi gün Neçirvan Barzani ile görüşmesi bir kenara bırakılsa bile, İmralı trafiğinin zamanlaması meselenin ne kadar içine dalındığını saklamaya yetmiyor. Diğer taraftan, Bahçeli’nin Perinçek ile birlikte Öcalan’ın da “yerli-milli” aktör listesine alınmasına onayı, “HDP’nin sapmasına İmralı’dan gelen haklı tepki” yorumuna kadar ilerledi.
Olayın kısa vadeli, yani Pazar günü yapılacak seçime olası etkilerine de hızla bakalım. Her şeyden önce -önünde arkasında ne olursa olsun- seçime iki gün kala böyle bir geri dönüşsüz hamleyi yapmak, ya sonuç alma garantisinin ya da büyük bir çaresizliğin eseri olabilir. Yaşananların şaşkınlığıyla yapılan yorumlarda, her iki görüşten de örneklere rastlanıyor. Fakat bu hamleyi sonuç alma garantisiyle ilişkili gören yorumlar beklendiği kadar yüksek iddia içermiyor ve destek almıyor. Çünkü bu hamlenin kafa karışıklık yaratacağı ve motivasyonu etkileyebileceği alan, sadece hedef kesimlerle sınırlı değil. Yeni bir “süreç” ihtimalini bazı Kürtler için seçenek haline getirmek için sadece Öcalan’dan mektup almak, AKP’ye ağır bir güvensizlik sorunu yaşayan MHP’li seçmeni elde tutmak için Bahçeli’ye açıklama yaptırmak daha önce olduğu gibi yetmeyebilir. Veya bu alanlardaki getiri-götürü hesabı, kağıt üzerinden çok farklı çıkabilir. Hamlenin yaratacağı motivasyon ve karşı motivasyon meselesi için de durum aynı. Ayrıca, özellikle iktidarın ama bir açıdan da herkesin, kendi çelişkilerini başkalarının sınavına dönüştürerek aşma gayreti, artık ağır bir yük oluşturuyor. Bu konuda, herhangi bir ödev yerine getirmemiş bütün aktörlerin sürekli sınava çektiği Kürtlerin, birikmiş itiraz ve rahatsızlıkları artıyor. İktidarın bir kez daha bunu zorlamasının -üstelik de bunun için pek ahlaki olmayan bir yol denemesinin- yaratacağı hava bambaşka bir rüzgara neden olabilir.
Bu pimin çekilmesine neden olanın, “ne pahasına olursa olsun İstanbul’u kaybetmeme” motivasyonu olup olmadığını, olası yenilginin şiddetini düşürerek sonrasındaki gelişmelere önlem içerip içermediğini anlamamız çok uzun sürmeyecek. “Beka davası” ile “İspark kimin olacak?” aralığında gezinen endişe çeşitliliğinin ve artık başka atmosferin etkisindeki yeni siyasi dengenin bu hamledeki ağırlığını da çok geçmeden öğreneceğiz. Fakat hangi derinlikte bir hesabın ürünü olursa olsun ve nasıl sonuç üretirse üretsin, bu hamlenin ilk hedefinden daha geniş etkileri olacağı kesin. Kısa vadede tam tersi sonuçlara hizmet etse bile, bazı dinamikler beklenenden hızla değişebilir. En başta, iktidarın hamlesi ve bir kısım muhalefetin kabulü ile Kürt sorununu sadece Kürtlerin sınavı olarak sunma rahatlığının sonu geliyor. Bunun ilk ceremesini de muhtemelen iktidar ödeyecek. İkincisi, çözüm masasının devrilmesiyle başlayan dönemin -ki beş yılını tamamladı- blok dengesinin ve argüman çantasının artık taşıyıcı olamayacağı gören iktidar, muhalefet bloğunun başka bir içerik kazanmasını durdurmak istiyor. Çoğunluk kaybını, muhalefeti çatlatarak dengelemeyi deniyor. Kısa vadede bu konuda bir başarı sağlaması ihtimali elbette var ama bu uzatma girişimi, siyasi karar verme süreçlerini değiştiren derin yapısal krizi geri çevirmeye yetmeyecek, hatta hızlandıracak. Ava gidenin avlanması gibi, sınav düzenleyenin dersten çakması mümkün.