Eski ve yeni Türkiye’yi aşmak
Gezi’nin kuruculuğunda yer alan, 7 Haziran’da ortaya çıkan “çok” olma hali 23 Haziran’ın bir seçim ile sınırlı kalamayacak siyasal öznelliklerin göstergesidir. Bundan sonrası için bu siyasal öznelliği çoklaştırmak, onun kurucu niteliğine uygun demokratik kurumları yaratarak eski ve yeni Türkiye söylemlerini aşacak bir inşayı bugünden düşünmek 23 Haziran’ı yaratan tüm siyasal öznelerin bizzat sorumluluğudur artık.
23 Haziran sürecinin birbiriyle ilişkili çok önemli iki sonucu oldu. Bunlardan birincisi zaten 31 Mart’ta ortaya çıkmıştı. AKP ve iktidar bloğunun küçük ortağı Türkiye’nin en büyük ekonomi ve nüfusuna sahip kentlerinde belediye başkanlıklarını kaybetti. On yedi yıl boyunca kültürel hegemonya konusunda hiçbir ilerleme sağlayamamış, siyasal hegemonyası Gezi direnişi ile birlikte yıkılmış, 7 Haziran 2015’te tek başına iktidarını kaybederek siyasal hayatımızdan silinmeye doğru giden AKP rıza sağlayamadığı halde iktidarını sürdürmeye çalışan benzeri hareketler gibi güce başvurdu. 7 Haziran’daki yenilginin ardından yanına aldığı MHP ile birlikte hareket ederek Türkiye sağının en gerici ve marjinal çeperinde zor ile iktidarını beş yıl sürdürdü. Bu beş yıl içinde Türkiye’de yeni bir rejimin inşa sürecine girişildi. Mevcut koşullarda iktidarını sürdürmesi ekonomik, sosyal ve kültürel olarak mümkün olmayan siyasal İslamcı iktidar bütün yetkilerini tek kişide topladı. Ülkenin saraydan yönetildiği, rantın saraydan dağıtıldığı, yargı kararlarının saraydan verildiği, yasaların saraydan belirlendiği bir rejim kurgulandı. Dayanağı da seçimlerdi. Beş yılda ortalama yılda birin üzerinde seçim yaşamamızın nedeni de buydu. Her seçim Erdoğan’ın rejiminin onaylanmasına dayanıyordu. Erdoğan da sürekli düşmanlar yaratarak “tek” olarak inşa etmeye çalıştığı “milletine”. Fakat Türkiye sağının en marjinal unsurlarını ve fikirlerini derleyen bir siyasal program ve stratejinin sonucu plebisiter nitelikteki seçimlerin dahi kaybedilmesi oldu. Dolayısıyla AKP’nin 31 Mart’ta yaşadığı seçim yenilgisi sadece bir seçim yenilgisi değildi. Artık seçim kurumunun plebisiter niteliğinden kurtulmasıydı. İstanbul seçimlerinde direnmenin de anlamı buydu, AKP sadece bir seçim kaybetmemişti.
İKİNCİ SONUÇ
Seçimlere ilişkin ikinci ve önemli sonuç 31 Mart’tan 23 Haziran’a varan süreçte oy farkının 13 binden 800 bine çıkmış olmasıdır. Buna ilişkin Toplumsal Etki Araştırmaları Merkezi tarafından sahadan aktarılan çok önemli bir analizi burada anarak devam edeyim. 31 Mart’tan 23 Haziran’a kadar sahadan gelen bilgilerin de desteklediği gibi seçim konusundaki tavrın değişmesine neden olan temel meseleler, demokrasi ekonomik payların dağıtımındaki tek elden yapılan kayırmacılığa karşı çıkılması ve bununla da bağlantılı olarak adalet talebiydi. Fakat daha önemli olanı, AKP’nin kurguladığı “tek”in, tek lider etrafında toplanmış tekleştirilmiş milletin iradesinin yerini “çok”un almasıdır. Bu “çok”un içinde özellikle kadınları ve gençlerin, Kürtlerin yoğun olarak yer alması da seçim yenilgisinin sadece bir seçim yenilgisi olmaması iddiamı kurucu bir yerden desteklemektedir. Siyasal İslam ve Türkçü milliyetçiliğin en sağının birleştirilmesiyle 12 Eylül darbesinin ideolojik çerçevesini dahi sağa kaydıracak bir ideolojik örüntülerin yenilmesidir bu artık. Bu ideolojik örüntünün ardına gizlenen kişiselleşmiş saray rejiminin ve dayanağı olan ittifakların, çıkar çevrelerinin yenilmesidir. Çürümüş siyasal İslamcı ideolojinin gizinin ardında işlenen iş cinayetlerinin kadın cinayetlerinin, Alevilere, Kürtlere yapılan ayrımcılığın, yurttaşlık çemberinin parti üyeliklerine kadar daraltılmasının, kamusal bütün faaliyetlerin aile ilişkileri içinde görülmesinin, ailenin biraz genişlediği yolların tarikat cemaat ticari ağlarına ulaşmasının, işkencenin, kayıpların, zulmün suç ortakları yenilmiştir.
'TEK'İN KARŞISINDA 'ÇOK'
23 Haziran’da “tek” olan Cumhur ittifakının “tek”leştirdiği seçmenin karşısında 31 Mart’tan itibaren daha da çoklaşan bir siyasal öznelliğin çıkması ve kazanması, kazanan tarafın kırılganlığını göstermenin tam aksine AKP-MHP sentezinin kırılganlığını gösterir. Zira Türkiye kurucu bir sürecin geçişindedir. AKP eski Türkiye olarak adlandırarak yıktığı düzenin bütün kurumlarını ve siyasal dengelerini değiştirdiği bir yeni Türkiye tahayyülü yerleştirme uğraşındaydı. 15 Temmuz’un kurucu bir mit olarak kurgulanmasından Cumhuriyetin kuruluşuna ilişkin bütün tarihin yeniden ve yeni savaş mitleriyle müfredata sokulmasına, kurucu önderliğin yerine yerleşme çabasına kadar -çok daha ayrıntılı analizlerin konusu olmuş benzer olguları burada saymak mümkün değil- girişilen çabanın altında tek adam rejiminin ideolojik ve siyasal alt yapısının hazırlanması vardır. Bütün Abdülhamit dizileri, Osmanlı övgüleri, hanedan sevgileri, medya havuzları bu rejimin altyapısını döşemiştir.
Gezi’nin kuruculuğunda yer alan, 7 Haziran’da ortaya çıkan “çok” olma hali 23 Haziran’ın bir seçim ile sınırlı kalamayacak siyasal öznelliklerin göstergesidir. Bundan sonrası için bu siyasal öznelliği çoklaştırmak, onun kurucu niteliğine uygun demokratik kurumları yaratarak eski ve yeni Türkiye söylemlerini aşacak bir inşayı bugünden düşünmek 23 Haziran’ı yaratan tüm siyasal öznelerin bizzat sorumluluğudur artık.