Tanklar ve mihraklar
Uluslararası insan hakları gözlemcisiydik. Ordunun geçişlerini sayıyorduk. Her sabah komünlerin olduğu bölgeye giriyorlar ve akşamüstü dönüyorlardı. Biz eksiksiz dönüyorlar mı onu sayıyorduk. Kaç tank, kaç top, tüfek, tabanca filan ve subaylar, askerler…
Zapatista komünü. Fotoğrafta gördüğünüz herkes dış mihrak, Meksika hükümetine göre. Bütün devletler birbirine benziyor. Hepsi paranoyak. İşi bu adamların. Vergi topluyor, sağa sola savuruyorlar. Füze alıyorlar mesela. Niye ki? O parayla mesela ev yapsalar yoksullara, herkesin evi olsa, neden yıkmak istesinler değil mi? Yok illa ki dövüş çıkarsınlar. Anlamıyorum desem sınıf filan diyeceksiniz. Neyse işte gerçekten paranoyaklar…
Uluslararası insan hakları gözlemcisiydik. Ordunun geçişlerini sayıyorduk. Her sabah komünlerin olduğu bölgeye giriyorlar ve akşamüstü dönüyorlardı. Biz eksiksiz dönüyorlar mı onu sayıyorduk. Kaç tank, kaç top, tüfek, tabanca filan ve subaylar, askerler…
Çok hoşlandıkları söylenemezdi bundan. Fakat anlaşmaları böyleydi. Madem uymayacaksın imzalama. Devlet işte. Kendi yasasını bile uygulamaz daha çok. Gel de yıkmak isteme. Paranoyak olmakta haksız da sayılmazlar yani.
Dış olma konusunda da pek haksız sayılmazdı Meksika hükümeti. Masada oturanlar arasında Kanadalı ve El Salvadorlu var, Basklı ve Katalan arkadaşlar, bir Japon hatta ve ben işte, hangi ülkeden sayarsınız bilemedim, kafanıza göre…
-Zapatista komünlerine dünyanın her tarafından insanlar geliyordu. Zapatistalar, ilk ‘Lakandon Ormanından Deklarasyon’dan itibaren ve sonrakiler de, Mayaların doğa felsefesinden, doğrudan demokrasiye, ‘hükmetmeyen hükümetlerinden (!) hükmedemeyen iyi yönetimlere’ ve günlük yaşam pratiklerini de içeren, ‘kavramsallaştırılmış bir ironi’ diyebileceğimiz metinleri ile dünyanın her tarafından pek çok entelektüelin kısa zamanda dikkatini çekti. Bu durum bir yandan dünyanın her yerinde, ’Zapatistalar’ olmasını sağlarken, öte yandan Meksika’nın kuzeyinde bir yerli halk- Mayaların mücadelesini de dünya isyan tarihinin merkezine taşıyordu-
Saatli maarif takvimlerine göre yirmi yılı geçti bunun üzerinden. Şöyle yıllara, aylara, günlere filan bölerseniz oldukça çok gibi. Mayalara göre ise böyle çizgisel yürümez tarih ve döngüsel de değildir. Sürekli dışa doğru açılan, çemberler gibidir onlara göre. Yani yaşanmış olanlar yaşanmaz ama yaşanacak olanlar bu yaşanmışlıkların kökünden türer. Yani dünya defalarca yıkılmış kurulmuştur ama her kuruluş bir öncekinden taşır bilgisini…
-Çok yakın bir zaman, bir halka ötesi yani ya da belki çok yakın bir gelecek, çünkü her çizgide biz varız ve olacağız.-
Tankları, tüfekleri, bombaları filan ve kamyonlar dolu askerleri, Meksika ordusunun gelmişini ve geçmişini saydıktan sonra mısır ekmeği ve kara fasulye yiyip, kahve içiyorduk. Konuşuyorduk ve gülüyorduk…
- Eğer BBC bir mihrak belgeseli yapsa ‘böyle besleniyorlar, aylarca başka bir şey yemiyorlar’ derdi. Ama konuşmak ve gülmeyi saymazdı herhalde. İhtiyaçları marketlerde satılanlar zannediyor insanlar-
Peki neden böyle bir şey yapıyorsunuz derseniz; "Benden kurtulamazsın. Benim binlerce çehrem var. Ben herkesin tanıdığı sesim. Ben her zaman var olan ötekiyim. Öteki, cevap veren. Sen ağlarken gülen. Sen yorgunken dürten. Dürten, gizli kalan, bir vicdan gibi tedirgin edenim ben. Kötüde iyiyi, en koyu karanlıklarda lambayı gören iyimserim ben. İnanan, gülen, sevenim ben! Topallayarak da olsa yürüyüp gidenim ben. Sen hayır derken evet diyenim ben! Ben evet diyenim! Ben.." *
*Wolfgang Borchert