Ataerkiyi gölgesinde yeşertenlerin zor günü
KADEM’e, Nihal’e ve örgütlü kadın mücadelesini hafifseyen bütün kadınlara, mücadele ilkelerinden geri gidişin ağır bedellerini hatırlatmak istiyorum. Toplumsal cinsiyet eşitliği kavramı yerine toplumsal cinsiyet adaleti kavramını kullanarak, eşitliği reddetmelerine rağmen kendilerini kadın mücadelesi içinde konumlandırmayı seçtikleri için mücadele zincirinin en zayıf halkasını oluşturdular. Saldırıların sebebi zayıflıkları, politik aidiyetleri değil.
Bitmiyorlar. Bu gidişle bitmezler de. Bir nesil sonra kendiliğinden yok olacakları sadece hayal. Kendi konforlu ve görece ayrıcalıklı hayatlarından yakın çevrelerini gözleyerek edindikleri izlenimlerle ulaştıkları anlaşılan, patriyarkanın bir nesil sonra buharlaşacağı umudunu bari topluma aşılamaya çalışmasalar. Kurulan bu ham hayalin yazılıp yaygınlaştırılması kadın mücadelesini, dayanışmasını işlevsiz gördüklerinin ilanı bir bakıma. Nihal Bengisu Karaca’nın, hayli ses getiren son iki yazısında yer verdiği “KADEM savunması” yazık ki kolaycılığa kaçmış. Politik muhafazakarlığın, hem nalına hem mıhına vurup orta yolu bulacakmış gibi yaparak krizi savuşturma yöntemi, yazılara sinmiş. Saldırılar karşısında taviz vererek yapılan savunma, kadın kazanımlarını geriletmeye çalışanları besler. Geri adım atmayın. Az ilkeli olun. Hadi sevdiğiniz kelimeyle söyleyeyim, sabiteleriniz olsun. Saldırıya uğrayanın, savunulanın adı KADEM olduğu için bari kadın kazanımları üzerinde sabitkadem durulsun.
Modaya uyup “hadi feministler konuşun” kıvamında, “kadın hareketinin KADEM’in yanında yer almasını beklediğini yazmış, sevgili Nihal. Yükselen kadın düşmanlığının bu günkü bahanesi toplumsal cinsiyet eşitliği kavramı ve kavramı saldırılara açık hale getirenlerden birisi de saldırı altındaki KADEM. Yanlış anlaşılmasın “hak ettiler, oh olsun!” manasında yazmıyorum. Çünkü zaten zararı bütün kadınlara ve uzun yıllara dayanan mücadeleye geliyor. Bu durumu sineye çekip kenardan izleyecek değilim. Ancak KADEM’e, Nihal’e ve örgütlü kadın mücadelesini hafifseyen bütün kadınlara, mücadele ilkelerinden geri gidişin ağır bedellerini hatırlatmak istiyorum. Toplumsal cinsiyet eşitliği kavramı yerine toplumsal cinsiyet adaleti kavramını kullanarak, eşitliği reddetmelerine rağmen kendilerini kadın mücadelesi içinde konumlandırmayı seçtikleri için mücadele zincirinin en zayıf halkasını oluşturdular. Saldırıların sebebi zayıflıkları, politik aidiyetleri değil.
Nitekim girdiği her kabın kimyasını zehirleyen patriyarka, şimdi AKP iktidarının ruhuna sinmiş. 11'inci Kalkınma Planı'nda tezahür edip toplumsal cinsiyet eşitliği kavramını çıkarttırdı. Diyanet kılıfına gizlenerek eşitlik ayetinden cinsiyetçilik ve ırkçılık, temel haklar hadisinden hak ihlalleri gerekçesi çıkarttırdığı gibi. Şu haliyle din de, devlet de patriyarkanın emrinde. Eril hegemonyanın, partili kadınları itaatkar kılmak için kurdurduğu bir nevi oyun bahçesi olan KADEM de varoluş sebebine uyumlu biçimde ikna olduğu gibi bakanlık çalışanlarını da razı etti. Erkek tahakkümünü, milli-manevi değerlerin gereğiymiş gibi sunanlar, bununla da yetinmiyor elbette. Hedefte İstanbul Sözleşmesi var şu an.
Onlar da eşitlikten taviz verdikleri gibi yine itaat üzre son yıllarda eril hegemonyanın hedefi olan bütün kazanımlardan geri adım attılar. İstanbul Sözleşmesi alternatifsiz değil, 6284 iyileştirilebilir, nafaka hiç değilse kısa evliliklerde evlilik süresiyle sınırlandırılabilir. Güya orta yolcu çözüm önerir gibi patriyarkaya yol açtılar. Gölgelerinde yeniden yeşertilmişti, şimdi açılan yolda bu saldırılarla yeni alan kazanıyor, patriyarka.
Bitirirken Nihal Bengisu Karaca’nın yazılarında en çok can yakan kısma değinmek istiyorum. Saldırgan erkeklerin anlayacağı dilden yazarken onların dilinden dökülenleri de kendi sözü yapmış. Bütün kadınların canını yakan, kadınlığı inciten şekilde nafaka alacaklısı kadınlara “onursuz” diyebilmiş. İki uzun yazının tek bir yerinde nafaka ödeme sorumluluğundan kaçmak için bin türlü tezvirata girişen erkekleri onursuz olarak isimlendirmemişken üstelik. Tabii vur abalıya misali kadın onuruna saldırı, bilindik en eski en kolay yöntem. Nihal de KADEM gibi kısa evliliklerden dem vurarak “beş ay evli kalıp ömür boyu nafaka alan onursuz kadınlar” iddiasına teslim olmuş. Bu iddiaları benimsemek yerine Abdülhamit Gül’e sor bir zahmet. Neden yıllardır bu iddiaları tevil edecek tek bir veri yayınlamıyor? UYAP sistemiyle hiç değilse son yılların verilerini “gerekirse iki dakikada çıkarabileceğini” söylemişti. O iki dakikalık iş neden gerekli görülmedi bunca zaman? Çünkü bu iddialar tevili mümkün olmayan cinsten.
Dünya genelinde ve ülkemizde kadınların, ömür boyu yaşadığı şiddeti, ayrımcılığı, eşitsizliği bilmez gibi, boşanma gerçekleşince hayat, kadınlara erkeklerle eşit oluveriyormuş gibi kadının nafakasına göz dikmenin izahı yok. Hele de kadın onurunu çiğnemenin dinde de, medeniyette de yeri yok. Ve şiddeti sadece kadının ağzı burnu kırılan, canına kast edilen dereceye varmış fiziksel şiddet biçiminden ibaret saymanın da… Kadına yönelik şiddetin özel bir şiddet türü olarak kendi iç dinamikleriyle değerlendirilmesi için sözel, duygusal, ekonomik boyutlarını görmek gerektiğini yadsımanın da insani değerlerle izahı mümkün değil. İstanbul Sözleşmesi, kadına yönelik şiddeti tüm boyutlarıyla tanımlayıp şiddetle mücadeleyi sistematize ettiği için tepki gösteriyor eril tahakküm savunucuları. Bu çerçevede nafaka hakkına saldırının da şiddet olduğunu hatırlatıp, şiddeti en yalın haliyle izah eden Judith Butler’a bırakayım sözü:
Şiddet, kadın kategorisini katledilebilir, gözden çıkarılabilir kılmanın yollarını arar; bu, kadın yaşamının varoluşunu bile maskülen bir imtiyaz olarak erkekler tarafından karar verilen bir şey şeklinde tanımlama teşebbüsüdür.