‘Ritüel’in temaları!
Ari Aster, ilk filminde olduğu gibi ters dönen kamera, fiziksel görünümü ‘normal’ olmayan bir çocuk, kağıtlara çizilen resimler gibi temaları burada da bolca kullanmaktan imtina etmiyor. “Ritüel”, söz konusu komündeki temsillerden (erkeklerin öldürmesi, kadınların doğurması), yönetmenin bu temsiller karşında tam olarak nerede durduğuna, doğayı anlama ve yorumlama biçimlerine kadar birçok açıdan tartışmaya açık.
“Toplumsal kriz dönemlerinde çeşitli türlerden kültürel temsiller ortaya çıkar. Kimi can sıkıcı gerçekliğe karşı bir takım çözüm ya da alternatifler ileri sürüp bunları idealize eder, kimi bu kritik durumun ortaya çıkardığı büyük korku ve kaygıları, çözümlerine ya da aktarılmalarına olanak veren metaforlara yansıtır, kimi de, hiçbir umuda ya da çözüme yer vermeyen nihilistik bir dünya görüşü oluşturur.”
Michael Ryan ve Douglas Kellner sinema üzerine kafa yoran herkesin kitaplığında mutlaka bulunması gereken “Politik Kamera- Çağdaş Hollywood Sinemasının İdeolojisi ve Politikası” (Ayrıntı Yayınları) kitabında korku sineması bölümünde böyle bir tespit yapıyor. Korku türünün, toplumsal kriz dönemlerinde çeşitli temsillerle kendisini yeniden inşa ettiği tezi üzerine kurulan bu bölüm, özellikle Amerikan tarihinin kriz anlarına ve türün gelişimine odaklanıyor. Son yıllarda, 70’li ve 80’li yıllardaki görkemli günlerinden uzak olsa da bu türe yeni açılımlar getiren örneklerini sıkça görmeye başladık.
“The Witch”, “Sinister”, “Get Out”, “The Lodge”, “Us”, “Babadook” ve “Grave” gibi yakın dönemin öne çıkan yapımlarının ‘kriz dönemi’ne işaret ettiğini ya da bu dönemin ürünü olduğunu söylemek mümkün mü? Belki henüz erken ama bu yapımların cinsel kimlik, cinsiyet, ırk ve veganlık gibi bugünün kimlik politikalarının belirleyici temaları etrafında dönüp durması, egemen sisteme karşı bir tür isyanın da ifadesi olarak okunabilir. Kendi adıma bu filmlerin çoğunun toplumsal yapılardaki çözülme ve çöküşe (patriarka, aile vb.) işaret etmekle birlikte yazının girişinde alıntıladığım paragrafın “hiçbir umuda ya da çözüme yer vermeyen nihilistik bir dünya görüşü oluşturur”kısmına daha yakın olduğunu düşünüyorum.
Michael Ryan ve Douglas Kellner aynı kitapta “… korku metaforu, kültürün doğrudan yüzleşemediği korkuları ifade etmeye yarayan bir araç oluşturmanın yanı sıra, anadamar Hollywood yapımına sığmak için fazlaca radikal kalan toplumsal muhaliflere de bir ifade düzlemi sunmuştur” diye ifade ediyorlar türün özelliklerinden birisini. Bu filmlerin bir başka özelliği de ‘ana akım’ın dışında konumlanmaları. Belki bir on yıl sonra şu an çok yakından hissettiğimiz ama bütünüyle tanımlamakta zorlandığımız ‘kriz anı’nın ve bu filmlerin krize karşı tepkisinin nasıl olduğunu net olarak görme fırsatımız olacak. Şimdilik görebildiğimiz kadarıyla ilerlemekte yarar var.
Artık son dönemde yıl içinde sıkça karşımıza çıktığı gibi yine ilan edilen bir ‘başyapıt’ ile karşı karşıyayız bu hafta. Geçen yıl izlediğimiz ilk filmi “Ayin”, bir kadının yaşadığı kayıp ve travmayı korku sinemasının alt türlerinden beslenerek anlatıyordu Ari Aster. Bu hafta Türkiye’de de gösterime giren yeni filmi “Ritüel” ise yine bir kayıp ve kaybetme korkusu üzerine bu kez genç bir kadının, kadim pagan ritüelleri ve korku unsurlarıyla bezeli öyküsü. Burada ‘alt türlerden beslenmek’ ifadesinin bu tür filmler için sıkça kullanıldığını hatırlatmakta yarar var. “Get Out” ve “Us”tan “Babadook”a kadar bunun ustaca kullanımlarına şahitlik ediyoruz. Ancak büyük bir heyecanla karşılanan bu alt türü bugünün estetiğine içkinleştirme eyleminin yaklaşık 30 yıl önce Tarantino tarafından ustaca yapıldığını, bunu yaparken de bugünün yönetmenlerinin düştüğü ‘hikayeyi unutma’ tuzağına yakalanmadığını hatırlatmamız gerek.
“Ritüel” de, son dönemde sıkça izlediğimiz (Örneğin ‘Climax’) mekanı başrol haline getirip görsel dünyanın içinde seyirciyi cezbederken hikayeyi unutturan bir yapıya sahip kanaatimce. Bu bakımdan bir hikayesinin olduğunu söylemektense bir ‘teması’nın varlığından söz edebiliriz. O da, ağır bir kayıp yaşayan üniversite öğrencisi genç kadın Dani’nin belli ki yaşadığı büyük kaybın etkisiyle bir türlü kopamadığı sevgilisi Christian (bu ismin özellikle seçildiği belli) ile hesaplaşma ve yollarını ayırma süreci. Filmin yirmi dakikayı bulan açılış epizodunda odaların içine saçılmış görsellerden bir tür ‘pagan’ ayinini içine çekileceğimiz anlaşılıyor. Dani’nin sevgilisi ve üç erkek arkadaşının İsveç’te böylesi bir ayine katılacakları bilgisini alıp gitmeye karar vermesi (yoksa hiç gitmedi ve bütün yaşananlar kafasında kurduğu bir bilinçaltı hikayesi miydi?) filmi başka bir boyut ve renk düzlemine taşıyor. Türün, dar mekanlar, karanlık anlarla bezeli yapısını alt üst eden parlak bir güneş altında, ferah bir coğrafyada ve neredeyse beyaz bir ışık içine yerleştirilmiş bu komün; kadim ritüellerini doksan yılda bir tekrarlamaktadır.
“Ritüel” birçok yazıda da belirtildiği gibi başka filmlerle birlikte asıl olarak Robin Hardy’nin 1973 tarihli başyapıtı “The Wicker Man”i referans alıyor kendisine. Kibirli ve muhafazakar bir polis memurunun İskoçya’daki küçük bir adaya kayıp bir kızı bulmak için gidişi sonrası gelişmeleri anlatan bu yapım bence hâlâ türün en iyisi. “The Wicker Man”, koyu bir Hıristiyan olan polis karakteri üzerinden bu tür bağnazlıkları ve kibri sorgularken; ironik bir şekilde tek tanrılı dinlerin çoğunlukla şiddet kullanarak son verdiği pagan geleneğin bir tür intikamını da inşa ediyordu. “Ritüel”in ise bu tür bir temsil boyutunun olup olmadığını söylemek zor. İki nedenden ötürü. İlki yukarıda da andığım gibi filmin Christian’ın dahil olduğu sevişme sahnesi, Dani’nin etrafını saran kadınların acısına ortak olduğu ağlama sahnesine ek olarak müthiş görüntülerinin altında bütünlüklü bir hikayeden çok ‘tema’ etrafında dönmesi. Ama belki de asıl neden filmin ana karakterlerinin gerçek bir temsile oturtulamıyor oluşudur? Sırf karşılıklı oturup konuşamadıkları, birbirleriyle iletişim kurmakta zorlandıkları için bir ilişkiyi bitiremeyen; karşılıklı güvensizlikler ve paranoyalarla ilerleyen bu yapıya karşı iradi bir müdahalede bulunamayan, insanların yüzüne söylemek yerine mesaj atmayı tercih eden bir kuşağı anlattığı için belki de böyle bir temsiliyet kurmak zor. Nihayetinde Dani’nin izlediğimiz biçimde ya da bilinçaltında bu duruma müdahalesi bile ancak ilişkinin ‘felç’ olduğu anda gerçekleşebiliyor çünkü.
Ari Aster, ilk filminde olduğu gibi ters dönen kamera, fiziksel görünümü ‘normal’ olmayan bir çocuk, kağıtlara çizilen resimler gibi temaları burada da bolca kullanmaktan imtina etmiyor. “Ritüel”, söz konusu komündeki temsillerden (erkeklerin öldürmesi, kadınların doğurması), yönetmenin bu temsiller karşında tam olarak nerede durduğuna, doğayı anlama ve yorumlama biçimlerine kadar birçok açıdan tartışmaya açık. Bu kadar çok tartışmaya açık alan inşa etmek yönetmenin mi başarısıdır, yoksa zaten bu temaları kapsayan hemen her film kaçınılmaz olarak tartışmaya açık hale mi gelir? Bu soru da tartışmaya açık tabii!
RİTÜEL
ORİJİNAL ADI: Midsommar
YÖNETMEN: Ari Aster
OYUNCULAR: Florence Pugh, Jack Reynor, Will Poulter, William Jackson Harper, Wilhelm Blomgren, Julia Ragnarsson
YAPIM: 2019 ABD
SÜRE: 140 dk.