Acıların hiyerarşisi: 'Neden ona tepki vermedin de buna üzülüyorsun'
Acıların hiyerarşisini yapanlar kibirle sürekli şu tarz sorular soruyorlar: "Falancaya duyar kasanlar, Filistin'de, Mısır'da neredeydiniz?" Oysa Filistin davasına ilk sahip çıkanların Deniz Gezmiş ve arkadaşları olduğunu söylesen, bu kez de muhtemelen yalancılıkla suçlarlar. Acıları sınıflandıranlar, misal, AYM’nin son ihlal kararının ardından “Barış İçin İmzacıların hayatı karartıldı, Mehmet Fatih Traş intihar etti, Füsun Üstel haybeye onca gün yattı, yazık oldu” diyebiliyorlar mı?
Sıfır kişinin öldüğü, “gavurların” yaşadığı Los Angeles depremi sonrasında sosyal medyada “LGBT’nin dünyadaki merkezi Los Angeles'ta dün 7.1 büyüklüğünde deprem meydana geldi. Depremin bu haftaya gelmesi sizce de manidar değil mi?” gibi yorumlar okuduk. Oysa hetero-kültürel, üstelik de “Müslüman” ülkemizde 20 yıl önce yaşanan depremde binlerce insanımızı kaybetmiştik. Şurası bir gerçek ki nefret söylemi hayatımıza uzun zamandır yön veriyor. Ülkedeki yarılma, sosyal medyanın kendine has diliyle birleşince ortaya yepyeni bir neo-sosyal faşist, ırkçı, ipe sapa gelmez bir ahlakçı dil çıkıyor. “Suriyeliler defolsun” istiyoruz. Netflix’in ahlakımızı bozduğuna inanıyoruz. Yunanistan ile son zamanlarda papaz olduğumuz için oradaki depreme de “oh” çekebiliyoruz.
Geçen yılki büyük Yunanistan yangınına "üzerlerine uçakla benzin atalım" diyenler aslında sandığımızdan da çoklar. Konya'daki maçta saygı duruşunu yuhalayanlar “gavur” ellerindeki acılara muhtemelen “beter olsun” diyorlar. Cesaretlerini de Suruç, Ankara gibi katliamlara ulusal yas ilan edilmemiş olmasından alıyorlar. Acıların hiyerarşisini yapanlar kibirle sürekli şu tarz sorular soruyorlar: "Falancaya duyar kasanlar, Filistin'de, Mısır'da neredeydiniz?" Oysa Filistin davasına ilk sahip çıkanların Deniz Gezmiş ve arkadaşları olduğunu söylesen, bu kez de muhtemelen yalancılıkla suçlarlar. Acıları sınıflandıranlar, misal, AYM’nin son ihlal kararının ardından “Barış İçin İmzacıların hayatı karartıldı, Mehmet Fatih Traş intihar etti, Füsun Üstel haybeye onca gün yattı, yazık oldu” diyebiliyorlar mı? Hadi bunu geçtim, daha iki gün önce Filistinlilerin her hafta düzenlediği Büyük Geri Dönüş yürüyüşleri devam ederken ölen Filistinli Ahmet Han Yunus için gösteri yaptılar mı? Bu konuda bir tweet atanı gördünüz mü? Ne yazık ki göremezsiniz… Çünkü dünyada bir günde olan acılar için ağıtlar yakmaya kalksaydık göz pınarlarımızda yaş kalmazdı. Burada din, dil, ırk ayrımı gözetmeden tutarlı bir vicdana ve temel insani vasıflara sahip olmak gerekiyor. Bu da hayata tek boyutlu bir “muhafazakar” cepheden değil, çok daha başka bir pencereden bakmayı zorunlu kılıyor.
Soma Katliamı sonrası Melda Onur ve Gezi Davası'nda yargılanan Can Atalay’ın da aralarında olduğu Sosyal Haklar Derneği'nin olağanüstü çalışmalarını biliyoruz. Oysa Meclis Soma faciasının araştırılmasını reddettiğinde de yine bu “hassas” muhafazakarların sesini duymamıştık. Aklı başında insanlar, Suriye politikasını en başından beri eleştirirken neredeyse vatan hainliği ile suçlanıyordu. Şimdilerde ise her gün “Suriyeliler defolsun” heştegleri açılıyor ve ülkede her seviyede artan ırkçılığa karşı düzensiz göçmenleri savunmak, yine en baştaki politikanın yanlış olduğunu düşünen insanlara düşüyor.
Bir BAK davası için gittiğimiz Çağlayan'da koridorda yerlerde sürünen perişan bir aile görmüştük, doğru yanlış bilemem, iddialarına göre 'FETÖ'’den yargılanan esnaf akrabalarını o celsede serbest bırakmamışlar. Belki 30 yıldır şarlatan dediğimiz 'FETÖ'’nün siyasi ayağından kimseye dokunulmazken içimiz parçalanmıştı ailenin o hallerini görünce. Oysa muhtemeldir ki o esnaf Gezi eylemlerine küfür etmiş, bütün 'FETÖ kumpaslarına' dibine kadar arka çıkmıştı. Bugün Adnan Oktar gibi meczuplar ve müritleri dahil herkesin adil yargılanma hakkı olduğunu söylemek hayli lüks hale geldi. Oktar, Nazlı Ilıcaklar ile o esnaf yalnızlıkta birleşiyor. Ali Babacan hakkında soruşturma girişiminde bulunuluyor, Davutoğlu hain olabiliyor. Zamanında yaşananlara bir şekilde destek olanlar, hukuksuzluğun o ünlü bumerang etkisinin olduğunu ancak başlarına gelince anlıyorlar. Başlarına gelmeden yurtiçi ya da yurtdışındaki acıları, acıların hiyerarşisini yapmayı pek sevenler, asla içselleştirmiyorlar.
Bu anlamda sanki bir dava ordusu var karşımızda ve yaşanan felaketlerde (tren kazaları, çöken binalar, iş cinayetleri, maden kazaları ekonomik krizler, işten çıkartmalar, HES’ler, çevre kirlilikleri v.s.) düşen arkadaşlarına bir saniye bile durup da bakmıyorlar. "Kalan sağlar bize yeter" diye düşünüyorlar. İşte şimdi bu yolda düşen Suriyelileri bu kez kovuyorlar. Sıhhiye ekibi ise her şeye rağmen demokrasi ve hukuk talep eden bir avuç insandan ibaret gibi görünüyor.
Azmi Karaveli Kimdir?
İletişim uzmanı. Galatasaray Lisesi’nin ardından Marmara Fransızca Kamu Yönetimi’ni bitirdi, aynı üniversitede Sinema-TV yüksek lisansı yaptı. 1993 yılında Cumhuriyet gazetesinde çalışmaya başladı. Televizyon programcılığının yanı sıra, özel sektörde ve iletişim ajanslarında çalıştı. Kadir Has Üniversitesi’nde iletişim dersleri verdi. Hayat Bilgisi Okulu’nun kurucuları arasında yer aldı. zete.com’da yazılar yazdı. Cumhuriyet Pazar Eki’nde Yurttan Sesler bölümünü hazırladı, zaman zaman kültür sanat sayfasında yazılar kaleme aldı. 2018 yılında gazetede yaşanan gelişmeler üzerine Cumhuriyet’ten ayrıldı. Halen kurucusu olduğu ajansta iletişim danışmanlığı yaparken, bazı STK ve siyasetçilere gönüllü destek veriyor. Marmara Üniversitesi Gazetecilik Bölümü’nde doktora tezini bitirmeye çalışıyor.
Rant 'muhafazakârlarının' Validebağ iştahı 24 Eylül 2021
Metin Oktay ve Mihraç Miroğlu 11 Eylül 2021
Neden voleybol maçı daha fazla rating aldı? 04 Eylül 2021
Bozkurt, sel felaketi değil, cinayettir! 21 Ağustos 2021 YAZARIN TÜM YAZILARI