Elimizde IŞİDmetre yok ki
Bugün el birliği ile yarattığımız “Suriyeliler” sorununu çözmek için asıl yapılması gerekenin üzerinde durmak çok zor değil. Örneğin Suriye’de hâlâ desteklemekte olduğumuz grupları ve örgütleri desteklemekten vazgeçebilir, Suriye yönetimi ile Suriye halkının kendi topraklarına nasıl dönebileceklerini konuşabiliriz.
Türkiye’de Suriyeliler üzerinden yaşanan tartışma tam bir “koyun can derdinde, kasap et derdinde” örneği. Suriyelilere kimin nasıl baktığı önemli.
İktidar, muhalefet, sağ, sol, İslamcı için bir Suriyeli ne ifade eder? Hangi Suriyeliye hangi gözle bakmak lazım? Hangi Suriyeli neden Türkiye’de bulunuyor? Bu soruların cevaplarına geçmeden önce “göç dalgasına kapılarak” Türkiye’ye gelenlerin neden/nasıl geldiğini kısaca tekrar edelim.
Olayların en başında Türkiye’ye gelmeleri için Suriyeliler bizatihi iktidar tarafından teşvik edildi. Hesapta Esad bir süre sonra (ortalık harabeye dönmeden) devrilecek ve herkes geldiği yere dönecek böylece büyük sorun yaşanmadan Suriye’de iktidar değişmiş olacaktı.
Bu amacın gerçekleştirilebilmesi için ne kadar Suriyeli gelirse o kadar iyiydi.
Şu örnek çarpıcıdır: Olayların en başında (2011’in ilk ayları) Türkiye’ye Suriye’den turist akışı henüz kesilmemişti. Bir yandan “mülteciler” sınırdan “kaçarak” Türkiye topraklarına giriş yaparken otobüslerle gelen turistler ise Yayladağı, Ceylanpınar gibi kapılardan normal giriş yapıyordu. Bu kapılarda ise turist pasaportlarına “sığınmacı” damgası vuruluyordu. Amaç 100 bin psikolojik sınırını geçmek ve Batı ülkelerini Suriye’ye askeri müdahaleye zorlamaktı.
Gel zaman git zaman ihtiyaç duyulandan fazla Suriyeli Türkiye’ye akmaya başladı ve şimdilerde sayıları yaklaşık 4 milyonu buldu.
Gelenlerin bir kısmı orduya katılmamak, bir kısmı yönetime karşı olduğu için yaşayacağı olumsuzluklardan kaçmak, bir kısmı örgütlerden kaçmak, önemli bir kısmı Avrupa’ya geçmek, bir kısmı “fırsattan faydalanarak” gelişmiş olduklarını düşündükleri Türkiye’de yaşamak, bir kısmı ise tarafı olmadığı savaşın ve kaosun parçası olmamak için Türkiye’ye geçti. Bu arada kitlesel göç dalgası başlamadan önce Türkiye’ye gelenlerin, kendilerine “garanti verilen” ÖSO gibi oluşumların militanları ve aileleri olduğu gerçeğini de vurgulamak lazım.
Kısaca Suriyelilerin Türkiye’ye göç macerası (veya Türkiye’nin mülteci macerası) ilerisi hiç hesaplanmadan girişilen kirli bir oyunun sonucudur.
İktidar şimdilerde Suriyelilerden kurtulmanın yollarını arıyor. Suriye’de yaşayacakları bir yer bırakılsaydı bu mümkün olabilirdi ancak yıkım politikaları bu insanların yaşam alanlarını yerle bir etti.
Gelelim faşizan söylemler ile Suriyeliler üzerinden politika yapmaya çalışanlara. Bu gibilerin derdi Suriyelilerin insanca yaşamaları, toplum hayatına daha fazla katılmaları ya da barışçı şekilde ve kendi iradeleri ile geldikleri topraklara dönmeleri değil, Suriyeliler üzerinden iktidarı yıpratmak. Dikkat edilirse bu gibiler yukarıda bir kısmını dile getirmeye çalıştığımız politikalardan değil tekil “suç” örneklerinden, Suriyelilerin yan gelip yattıklarından, nasıl kayırıldıklarından dem vuruyor. Hoş iddiaların birçoğu doğru değil. Örneğin Suriyelilerin suç oranı abartılıyor, Suriyelilere çeşitli uluslararası fonlardan gelen paralar ödeniyor, iş yeri açtıklarında herhangi bir Türkiye vatandaşına uygulanan prosedürler uygulanıyor, muhasebecileri var ve vergi veriyorlar.
Diğer yandan iktidarın “şu kadar para harcadık” söylemlerinin aksine Türkiye’de iş yeri açanların, yatırım yapanların sayıları hiç de az değil. Maalesef ucuz iş gücü olmaları sebebi ile de birçok yerde “kurtarıcı” oldular.
Bir şey daha var: Suriyeliler mümkün olduğunca “sessiz” yaşamaya çalışıyorlar. Ama 4 milyon içinde 300 kişi taşkınlık yapsa bütün Suriyelilere mal ediliyor.
Ama burada şuna dikkat çekmek lazım: İstanbulluların Türkiye’yi İstanbul’dan ibaret sanmaları hastalığı özellikle sınır illerindeki tehlikenin gözardı edilmesine neden oluyor. Suriye’de devam eden savaşta doğrudan taraf olan hükümet birçok örgüt ile doğrudan ya da dolaylı ilişki halinde ve bu örgütlerin militanları sınır illerinde “cirit atıyor.” Bu durumun çok önemli bir potansiyel tehlikeyi barındırdığı açık. İktidarı yıpratmak için Suriyelileri suçlayanlar bu gerçek üzerinden söylem geliştirseydi belki de asıl soruna parmak basmış olacaklardı.
Peki bu gibi “tehlikeli” Suriyelileri nasıl ayırt edeceğiz? Elimizde bir Nusra, ÖSO ya da IŞİDmetre yok, bu iş istihbarata düşüyor ve muhtemelen de bu kişilerle ilgili bilgiler mevcut. Ancak Suriye’de enstrüman olarak kullanabilmek adına Türkiye içinde de bu tehlikenin sürmesine göz yumuluyor.
Burada solun ve muhalefetin de Suriyeli politikalarının ne olduğunu sormak/sorgulamak gerekiyor. Daha önce de değinmeye çalıştık. Türkiye solu Suriye meselesini -en azından başta - sahadan değil, Batılı kaynaklardan okudu ve çok büyük yanıldı. İslamcı ya da iktidar yanlılarının bakış açısı zaten belli. Kendilerini “ensar” saydıkları için Suriyelilerin hayatlarının nasıl mahvedildiğine bakmadan söylem üretiyorlar.
Bugün el birliği ile yarattığımız “Suriyeliler” sorununu çözmek için asıl yapılması gerekenin üzerinde durmak çok zor değil. Örneğin Suriye’de hâlâ desteklemekte olduğumuz grupları ve örgütleri desteklemekten vazgeçebilir, Suriye yönetimi ile Suriye halkının kendi topraklarına nasıl dönebileceklerini konuşabiliriz. Suriyelilerin bir kısmı elbette artık dönmek istemeyecektir; ancak yarısından fazlası harap olmuş olsa da kendi topraklarına dönmek ister. Türkiye’de bulunan her Suriyeli yönetime karşı değil çünkü.
Bu arada 4 milyon insanı ilgilendiren bir konuda kendimiz çalıp kendimiz oynuyoruz ve hemen her tartışmada olduğu gibi sadece “asıl muhataplara” söz hakkı vermiyoruz. İdarecileri Suriye yönetimine karşı olmadığı için ilkokul kapattıran bir iktidar iddiası varken özgürce konuşmaları beklenemez elbette ama Suriyelilere hiç söz hakkı veriliyor mu? Ne düşündükleri, ne hissettikleri soruluyor mu? Hayır.
Suriyelilerin birçoğu artık iyi Türkçe konuşuyor ama acaba kaçı kendileri ile ilgili yapılan tartışmanın ya da politik malzeme olarak kullanıldıklarının farkında?