İmza serüvenim
Zaten Barış İçin Akademisyenler’e (BAK) en çok saldıran okulların idareleriyle Gülenciler arasındaki güçlü bağ dikkat çekici!
“Bu Suça Ortak Olmayacağız” (BSOO) bildirisini, içimde yükselen yeni bir içkalenin gölgesinde imzaladım. Bende iki ize dokunmuşluğu vardı. 8 Nisan 1991, gece. Otobüsle Antalya’dan Batman’a dönüyorum. TV’de kamyonlardan atılan kuru ekmeğe birbirini çiğneyerek saldıran Güneyli Kürtler. İçimdeki içkale yıkılıyor. Sonra 2014’ün sonbaharında bir gün. Kobanî’nin karşısındaki Miseynter köyünde nöbetteyim. Güneş doğmamış daha. Birer manolyaya benzeyen anneler şafağı sol taraflarına alarak sınıra doğru yürüyorlar. Türk tanklarının namluları Kobanî’ye dönük. IŞİD ateş olmuş yağıyor. Bütün dünya sınıra doğru yürüyen o annelerin çocuklarının çiğnenmesini seyrediyor. “Tanrım,” diyorum, “ne kadar da yalnızız!” İçimdeki ikinci içkale yıkılıyor. Sonra BSOO bildirisini görünce, içimde yeni bir içkale yükseliyor.
İmzadan birkaç hafta sonra Mardin Terörle Mücadele (TEM) bürosuna ifade için çağrıldığımda, akademisyen olalı beri burayı komşu kapısı yaptım dedim içimden. Hiç unutmam, bir gidişimde, Bölücü Terör Masası’ndaki Amerikan polisi özentili genç elemanlar etrafımda fır dönmüştü. İkisi iştahla tepemde dikilmiş, soru sormaya başlamışlardı. “Sadece kimlik bilgilerini söyleyeceğim hacılar, kendinizi yormayın” demeye getirdim. Zaten hayatım boyunca kim benimle ilgili ne planlamışsa şaşalamıştır. Çünkü bildiğin gıcığım ben. Dürrenmatt’tan mı, Beckett’an mı, ne bileyim Ionescu’dan mı bulaşmış, anlamadım. Çağrılma nedeni dersen, şu: İsveç’ten bir yazar abimiz hediye olarak 110 kilo tutan Kürtçe kitap ve dergi göndermiş bana. PTT almış Emniyet’e göndermiş. Emniyet almış Savcılık’a göndermiş. Savcılık, Millî Emlak’ın kalorifer kazanında yaktırmış. Kitap ve dergileri görmedim bile. Ama 760 sayfalık bir dosya ile hakkımda “Ekteki listede adları verilen kitap ve dergileri okumak suretiyle bölücü terör örgütü propagandası yapmak”tan dava açıldı. Yani eyyy Beckett, sen kimsin yaw, senin absürdün kurgusal bir kere, biz absürdün harman olduğu yerdeniz!
TEM’de BSOO imzası dolayısıyla sorgulamak için hazırlanan memura da murat ettiği duyguyu yaşatmadım. “Bildiriyi nerede görüp imzaladınız?” diye sordu. “Yerde buldum” dedim, “ifademe böyle geçsin.” Bu sefer ben sordum: “Atanamayıp polis olmuş gibisin genç, mezuniyet neresi?” Erciyes Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nden mezunmuş. “Ha,” dedim, “Atabey Kılıç’ın öğrencisisin.” Kaykılıp “evet,” dedi. Dedim ki, “sana ders vereceğime ifade veriyorum!”
Bilimden de önce insanın onurunu temsil eden BSOO bildirisi, 11 Ocak 2016’da yayımlandı. Kıyamet koparıldı. Sadece silahların konuştuğu bir dönemde ağızlar da birer silaha dönüşmüştü. Bir akademisyen dostun deyimiyle, “devlet, hendeklere karşı olan bizleri de hendeklerin arkasına itmişti.”
Bana kalırsa vicdan dediğimiz şey, yanlış bulduğu bir girişimde bulunanların da canının yanmasına içerleyen şeydir. Biz Doğulular -Doğu, Yunanistan’dan başlar- vicdan denen duyguyu adeta bir organ gibi düşünürüz. Vicdan da kalp gibi, kulak gibi, göz gibi, şu sevimli serçe parmağı gibi, gövdenin bir parçasıdır. Yesenin’in “pinekleyen altın Asya” dediği bu Doğu’yu “kanı sudan sayanların tarihi” ile özetlemek mümkündür. Ama Doğu’da zalimler evlerine dönünce çocuklarını şefkatle severler. Bu yüzden zalimlere “çocuğunun yüzüne nasıl bakacaksın?” diye sormanın anlamı yoktur. Onun da vicdanı var, ama tek yönlü. Çocuğuna yapmadığını başkasına yapma, demek daha doğru olabilir. Zaten biz banka memureleri, edebiyatçılar, sanatçılar, kuru temizlemeciler, taksiciler, ev kadınları, hurdacılar, uzun yol şoförleri, hanutçular, kuruyemişçiler, akademisyenler, doğum hemşireleri… hepimiz her insanın çektiği acıya duyarlı olmak zorundayız. Bizi insan yapan şey bu. Tek yönlü vicdan ile insan değil, ancak zalim oluruz. 2016’nın başlarında şöyle demiştim: “O kadar çok insan öldü ki, artık zalime de üzülecek kadar hümanist değilim!”
Vicdan vicdan deyip duruyorum ama ben de soğuk, bilimsel, analitik, kavramsal cümleler kurabilirim. Türkiye Cumhuriyeti devleti, 1921’deki Koçgiri’den beri aynı yöntemi uyguluyor: Kürtler, hakları için toplu bir kalkışmaya hazırlanırken bir provokasyon ile biriken gerilimi patlatıp çökertiyor. Sağ olsun Kürtler de bu zokayı tam 100 yıldır yutuyor. Koparılan kıyamete de kanmasın kimse, bu işten devlet kârlı çıktı. Uzun vadeli yatırımının karşılığını aldı!
Dedelerinin toplu mezarlarına baka baka büyüyen biriyim. Birkaç kitabı birden yazmaya çalıştığım 2015-2016’da ise bir şehrin hastanesine bakan bir pencerem vardı. Bazı kömür kesilmiş bedenler hastane morguna yığılırken bazı cansız bedenler steril ambülanslarla havaalanına gönderiliyordu. Ölüler bile eşit değildi. Kıyametti. BSOO bildirisi çıkageldi. Bu suçtur, dedi, bu suça ortak olmayacağız.
İfadeler, saldırılar, tehditler havada uçuşurken Mardin Artuklu Üniversitesi boş durur mu? Hemen bir sürü komisyon kuruldu. En ufak bir utanma duygusu olmayan Batmanlı, Siverekli, Kilisli, Vanlı, Mardinli, Beşirili Kürt akademisyenler komisyonlara girmek için birbirini ezdi. Her komisyon en az üç kişiden oluşmak zorundadır. Şunun için söylüyorum; benim komisyon iki kişilikti, yani üçün birisi yoktu! Mevcut ikisi İ.Ö. ve Y.Ç. adlı üyelerdi. Birincisi, sonradan PDY (Paralel Devlet Yapılanması) iddiasıyla sorgulandı, ama paçayı kurtardı. İkincisi ise aynı suçlamadan ihraç edildi. Oysa birincisinin de malum bankada hesabı vardı, çocukları malum çevrenin okulunda okuyordu. Bu ikisi, “selefî ergen” olarak da bilinen rektör A.A.’nın yardımcılarıydı. Aynı rektörün üçüncü yardımcısı olan M.O. da PDY iddiasıyla ihraç edildi. Üç yardımcısı böyleyken üçünün de başı olan rektör A.A. hâlâ yerinde! Zaten Barış İçin Akademisyenler’e (BAK) en çok saldıran okulların idareleriyle Gülenciler arasındaki güçlü bağ dikkat çekici!
Soruşturma yapmalarına izin vermedim ama soruşturma dedikleri şey, Ç.’nin odasında oldu. Ç. azıcık güngörmüş olduğu için “nazik” ti, ama Ö. her zamanki gibi ezikti. Tabii onları da gıcık ettim, ifade filan vermedim, evde hazırladığım ve temelde “Teröre Karşı Akademisyenler” (TKA) bildirisini yargılayan iki sayfalık yazıyı dosyaya ekledim. Hevesi kursağında kalan iki eleman için görevli memura, “X bey, iki tane polis koleji başvuru formu getirin. Polisliğe meraklı bu iki arkadaş başvuru yapsınlar. Belki kazanırlar. Savcılık demedim, bakın. Bunlarda savcı olacak kapasite yok.” Ç. mahcuptu, Ö. ise salınmış: “Hakaret ediyorsunuz hocam!” Aramızda “Tozo” dediğimiz elemana şöyle dedim: “Meraklı olduğunuz polislik vasfını neden hakaret olarak kabul ediyorsunuz? Öyle düşünüyorsanız, erkek erkeğeyiz, kozumuzu paylaşırız!” Zaten orada benim imzamdan çok Tozo’nun da imza attığı TKA bildirisini tartıştık.
O dönemde insanlık adına soruşturma kurulları kurulup sorgulanması gereken bildiri, BSOO bildirisi değil, ona karşı kaleme alınmış TKA bildirisi olmalıydı. Daha önce yazdığım gibi bu bildiride “bölge insanı” denen Kürtlerin sosyal rehabilitasyondan geçirilmesi gerektiği ifade ediliyordu. Yerli ve millî Nazizm yani. Şimdi Anayasa Mahkemesi’nin kararına karşı çıkan ve 1071’e kadar saymayı bilmemekle birlikte kendilerine 1071’liler adını veren grup da benzer bir çığırtkanlık yapıyor. Üstelik adları da intihal. Bu ad, daha önce Afrin’e yönelik saldırıda “Turan Aydınları” adlı bir akademisyen grubunca kullanılmıştı. Yeni 1071’liler de Turan eri mi, bilmiyorum, ama bu vesileyle BSOO’ya karşı 5 bin kişilik bir imza listesi deklare eden TKA’yı tekrar hatırlamanın tam zamanı.
TKA’ya imza verenler kim ve şimdi neredeler? Muamma! Liste yok, kayıp! Bu listenin toplanıp deklare edildiği “turkiyeicinakademisyenler.com”, “terorekarsiyiz.com”, “terorekarsiakademisyenler.org” siteleri gibi bloglar (“terorekarsiyiz.blogspot.com.tr” açılıyor, ama imza listesine tıklayınca kapanıyor), Twitter ve Facebook hesapları da kapalı. Sadece bir tanesi açık unutulmuş. Üstelik bizim imzanın yayımlandığı gün, yani 11 Ocak 2016’da açılmış ve iki gün sonra da son gönderisi atılmış. Peki neden? Neden olacak, bu imza olayında en çok çığırtkanlık yapanlar PDY’den alındılar da ondan! Bu sayfada dikkati çeken üç kişiden söz edeceğim:
1. İlki Y.C. adlı biri. Bartın Üniversitesi İslami Bilimler Fakültesi Dekanı. Facebook sayfasında tonla yorum yapmış. Ortalığı velveleye vermiş. Hatta sayfayı da o açmış gibi. Darbe girişiminden sonra 12 akademisyenle birlikte PDY iddiasıyla alınmış.
2. Biri, Sivas Cumhuriyet Üniversitesi İİBF Kamu Yönetimi Bölüm Başkanı N.T.A. 675 sayılı KHK ve PDY iddiası ile ihraç edilmiş.
3. Üçüncüsü, K.Ç. adlı biri. Bu da PDY iddiasıyla ihraç edilmiş. Pamukkale Üniversitesi eski Genel Sekreteri Adnan Caner’in mahkemedeki ifadesine göre “FETÖ’nün emriyle Selçuk Üniversitesi’nden Pamukkale Üniversitesi’ne” getirilmiş.
Bizim bildiriye sadece TKA’dan değil, İslamcı akademisyenler, Vatansever Türk Akademisyenleri, Türkiye Muhtarlar Federasyonu, Hegelyen Etsiz Çiğköfteciler Birliği, İzlenimci Paçacılar İnisiyatifi, Varoluşçu Soğuk Demirciler, Hedonist Tuhafiyeciler Odası gibi pek çok kesimden karşı bildiriler geldi. Hepsinin imza listesi internette duruyor da TKA’nınki niye yok? Çoğu PDY’den ihraç edildiği için mi acaba? “Hendek savaşları” denen savaşın kurmaylarının çoğu da PDY iddiasıyla ihraç edilmişti. Peki bu iki grup arasında bir bağlantı var mı? Bunu da bir sayın “bölge milletvekili” sormayı akıl etse keşke, diye bitirdim yazımı. Ama tevafuk oldu, sayın Selahattin Demirtaş askerî kısmı isim vererek de gösterdi. Sıra imzacı ayağında.