YAZARLAR

Tehlikeli tampon mülahazaları

Bundan sonra Kürtlerin tutumu öne çıkıyor. Fırat’ın doğusundaki kazanımları ve uluslararası güçle ortaklığı korumak için Afrin savaşını Afrin ile sınırlı tutan ve nihayetinde çekilen Kürtler, Mazlum Kobani’nin dediği gibi savaşı 600 kilometrelik sınır hatlarına yayar mı? 

Suriye’nin kuzeyinde ‘güvenli bölge’ oluşturulmasına yönelik ısrar, esneme limitlerini tüketen lastiği andırıyor. O gerilim noktasından ya bir şeyleri koparacak ya da geri savuracak.

Ankara, S-400 krizinde ABD’nin kırmızı çizgilerini solduracak şekilde kullandığı Türkiye’nin stratejik ağırlığını tampon planı için de basküle çıkartıyor.

Geçen ay ABD Özel Temsilcisi James Jeffrey Ankara’da kartları açarken TSK günler öncesinden Kobani, Tel Ebyad (Grê Spî) ve Ras el Ayn (Serê Kaniyê) hatlarına tanklar yığmaya başlamıştı. Türkiye’yi tatmin eden uzlaşma çıkmayınca yeniden randevular kesildi. Amerikan heyeti bugün bir kez daha Ankara’da.

Öncesinde diplomasinin dili tek bir hedefe kilitlenmiş vaziyette: ‘Öyle ya da böyle güvenli bölge kurulacak.’

Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar, Amerikalı mevkidaşı Mark Esper’e uzlaşma olmazsa Türkiye’nin güvenli bölgeyi tek başına oluşturacağını söylemiş. Milli Güvenlik Kurulu aynı vurguyla tutum eyledi: "Bütün gücümüzle bir barış koridorunun inşası için kararlılığımız teyit edilmiştir."

Dışişleri Sözcüsü Hami Aksoy "ABD ile ortak bir noktada buluşulamaması halinde güvenli bölgeyi tek başımıza oluşturmak zorunda kalacağız" derken dün Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan kesin konuştu: “Fırat’ın doğusuna gireceğiz. Bunu Rusya ile Amerika ile de paylaştık.”

Bunlar ilk bakışta tazyiki artırma stratejisini takip eden çıkışlar. Maksat müdahaleye icazet almak ya da ABD’yi ‘kayıtsızlık pozisyonu’na itmek. Peki Başkan Donald Trump’ın Suriye’den çekilme kararını değiştirmesi sonrası Kürtlere kalkan pozisyonu takınan ABD’ye rağmen tek taraflı bir hamle geliştirilebilir mi? Hükümete yakın kaynaklar bizlere hararetle sıcak bir ağustos ayı vaat ediyor!

***

Fırat Kalkanı’ndan beri bütün müdahaleler sahadaki temel aktörlerin rızasına bağlı olarak gelişti. ‘İcazet’ denilince öfkeyle ‘Türk devletinin kapasite ve iradesinin küçümsendiği’ zehabına kapılıyorlar ama fiiliyatta olan bu. ‘Rusya ve ABD bir rıza göstersin, bir de, biz sahaya inerken mümkünse taşları bağlasın!’

Afrin’de Rus yeşil ışığı ile Amerikan rızası sağlandıysa bunun arkasında belli maslahatlar vardı. ABD açısından Fırat’ın doğusunda YPG ile birlikte yürütülen operasyonların kesintiye uğramaması öncelikti. Rusya ise Suriye devleti lehine ‘çatışmasızlık bölgeleri’ oluşturma planlarının başarısı için Türkiye’nin bir süre daha oyunda tutulmasını önemsiyordu. Ki Türkiye’yi ‘Nasıl olsa yarın girdiği yerlerden çık deriz çıkar’ öngörüsüyle Suriye’de kendi oyununa dahil ettikten sonra S-400 de satarak NATO’da çatlak yarattı. Türkiye’nin ‘kullanışlılığı’ sürerken Fırat’ın doğusuna sarkma planlarıyla ilgili Rus siyasetinin müphemleşmesi tesadüf değil. Türkiye artık Rus savunma sanayi için çok kıymetli bir vitrine dönüşüyor. Orta Doğulular dahil pek çok ülke bu vitrine alıcı gözüyle bakıyor olacak. Bunun önemini Duma Dış İlişkiler Komisyonu Başkanı Leonid Slutski güzel özetlemiş: “Türkiye ilk işarettir. S-400’ler ve daha da gelişkin Rus silah sistemleri bölgede mutlaka boy gösterecek. Bunun için muazzam bir alan var. Bu tip işbirliğini mümkün olan her yoldan arttırmamız lazım.” (Rusya’nın hesaplarını şimdilik başka bir yazıya bırakıyorum.)

Erdoğan-Trump arasındaki kimyasal uyumun yapacağı sürprizlerden bağımsız olarak Beyaz Saray, Pentagon ve Dışişleri kadroları belli belirsiz tahayyüllerle Fırat’ın doğusundaki Amerikan varlığını IŞİD’le savaşın ötesine taşıyan amaçlarla yeniden kurguluyor. Müdahaleci Amerikan unsurları, Camp David Anlaşması ile Orta Doğu’ya giydirilen elbisede mızrak gibi duran Suriye’ye onlarca yıl sonra arkadan girmişken kuşkusuz işin içine bir sürü plan sokacaklardır. Başkan’ın kafası bunlara basar ya da basmaz orası ayrı bir konu.

İkincisi husus; İran’ın Irak-Suriye-Lübnan-Filistin hattına gerilmiş kollarını kesmek isterken burada olmanın avantajlarını göz ardı edemeyeceklerini gördüler.

Daha da önemlisi Suriye’deki Kürtleri ‘üzerlerine yatırım yapılmaya değer bir unsur’ olarak görme eğilimi ağırlık kazanıyor. Bu Suriye ile sınırlı olmayan ve geleceğe matuf bir değerlendirme. Geçen ayki Suriye seyahatimiz sırasında görüştüğümüz YPG komutanlarının anlatımlarından da anlıyoruz ki IŞİD’le savaş sırasında Amerikalı komutanlar, Kürt savaşçıların iç disiplin, koordinasyon ve savaş kabiliyetlerinden epey etkilenmişler. Kritik cephelerde Amerikalılarla çalışanlar YPJ’deki kadın komutanlardı. Amerikalılar bunları Irak ve Afganistan gibi yerlerde görmediklerini anlatır dururmuş. Bu etkileşimin karar mekanizmalarına yansımaları hemen beklenmeyebilir ancak kurulu düzenin bakış açısında kırılmalar yaratabilir. Türkiye’nin kırmızı bültenle aradığı Suriye Demokratik Güçleri Genel Komutanı Mazlum Kobani’nin Cenevre’de BM Genel Sekreter Yardımcısı ile bir anlaşma imzalaması kuşkusuz bir Amerikan ayarlamasıdır. Bu tür örtülü destekler, askeri ortaklığa gelecekte siyasal anlamlar da yüklenebileceğinin işaretleridir.

Fakat halihazırda ciddi bir sorun var ortada: ABD, PKK ilintisi nedeniyle Türkiye’nin düşmanlık ilan ettiği YPG ile NATO’daki müttefiki arasında sıkışmış durumda. Oluşan çelişki nasıl aşılacak? Trump çekilme kararı verirken Türk ordusu ile Kürtleri Suriye’de aynı amaca koşmak gibi bir naifliğe kapılmıştı. Aylardır da bir orta yol bulma çabasıdır gidiyor. Bu minvalde Mazlum Kobani’nin Jeffrey aracılığıyla MİT yetkililerine ilettiği güvenli bölge önerisi krizin aşılmasında belki önemli bir fırsattı. Bunca pazarlıktan sonra ara formüllerin hiçbirinin Ankara’yı kesmediği anlaşılıyor.

Uzun vadede bu çelişkiyi ortadan kaldıracak şey belki Türkiye’yi Kürtlerle barış sürecine döndürmektir. Bazı sinyaller olsa da Amerikan cephesinde bu konuda güçlü bir iradenin varlığı şüphelidir.

4 Temmuz’da KCK Eş Başkanı Cemil Bayık’a Washington Post’ta makale yazdırılması, geçen kasımda PKK liderlerinin başına ödül koyan ABD’nin yeni bir pozisyon aldığına yorulmuştu. Belki ABD’nin bir kanadı bu tür imkânları zorluyor, bilmiyoruz.

PKK liderlerinin yakalanması için 3 ila 5 milyon dolar arasında ödül konulması muhtemelen iki nedenden ötürüydü: ABD, Tahran’ı kuşatma siyaseti çerçevesinde PKK’nin de İran’a cephe açmasını istiyordu. Ama Rojava’daki ortaklığın hatırı burada işe yaramadı. İran Kürdistan Demokrat Partisi unsurları, Devrim Muhafızları ile yer yer çatışmaya girerken PKK/PJAK, İran’la 2011’de yaptığı ateşkese sadık kaldı. Buna karşılık Tahran da PKK’ye karşı ortak operasyon sözü verdiğine dair Ankara’dan gelen beyanatlara rağmen Kandil’in İran tarafında durumu değiştirecek fazla bir şey yapmadı. (Sınırdaki bazı köyleri kontrol altına alma hamleleri hariç.)

İkincisi ABD ödül kararıyla “Suriye’de Kürtleri rahat bırak, Kandil tarafında istediğini yap” yaklaşımına uygun olarak Ankara’yı teskin edecek bir yaklaşım sergilemiş olabilir.

Şimdi Pençe Operasyonu’yla Türkiye savaşı derinleştirirken Amerikan sessizliğinin sürdüğü görülüyor. Muhtemelen aynı mantık burada da geçerli. ABD’nin barıştan yana bir iradesi ya da gerçek bir gündemi var mı yok mu şüphesi de buradan kaynaklanıyor.

***

Kürtler üzerinden uzun vadeli hesaplar belirsizliğini koruyor. Bunlar bir kenara Türkiye, ABD’ye rağmen girer mi, girerse ne olur? Edindiğimiz bilgilere göre 22 Temmuz’da Kobani’de Mazlum Kobani ile görüşen CENTCOM Komutanı Orgeneral Kenneth McKenzie Türkiye’nin müdahalesine izin verilmeyeceği vaadinde bulundu. Bu konuda Fransızlar daha fazla caydırıcı bir tutum içinde olmaktan yana. Peki, nihai karar makamı Trump ne diyecek? Onun hiçbir güvencesi yok. Soruyu “ABD engel olur mu olmaz” bağlamından çıkartıp “Sınırlı hedefler olursa ABD esneklik gösterir mi” diye yöneltirsek iş değişebilir. Bir ihtimal Amerikalılar, Türkiye’nin bütün sınır boyunca 30-33 km derinliğinde bir bölgeye değil de sadece Arap nüfusun daha fazla olduğu Tel Ebyad (Grê Spî) ve Ras el Ayn’a (Serê Kaniyê) girip kalmasına sessiz kalabilir. ABD’nin bir NATO ortağı ile tamamen karşı karşıya gelmektense buna razı olabileceği yönünde öngörüler var.

Bundan sonra Kürtlerin tutumu öne çıkıyor. Fırat’ın doğusundaki kazanımları ve uluslararası güçle ortaklığı korumak için Afrin savaşını Afrin ile sınırlı tutan ve nihayetinde çekilen Kürtler, Mazlum Kobani’nin dediği gibi savaşı 600 kilometrelik sınır hatlarına yayar mı? Sonuçta bu müdahaleyle Kürtler hepten kaybetmiş olacaklardır.

Büyük bir cephe hattı oluşursa Afrin müdahalesi sırasında YPG’ye “IŞİD’le savaşı bırakıp giderseniz ortaklığımız biter” mesajı veren ABD bu kez Kürtlerin elini kolunu bağlamaya kalkar mı? Sonuçta Kürtlerin ellerindeki ağır silahlar ABD’den geldi.

Bu tür senaryoda Kürtler, Suriye ordusuyla ortak hareket etmeye başlarsa ne olur?

Afrin coğrafyası zor, savunulması kolay ama kuşatılmış ve izole edilmiş bir yerdi. Hava sahasının operasyona açık olması direncin kırılmasında birincil etkendi. Mazlum Kobani ısrarla Fırat’ın doğusundaki durumun farklı olacağını savunuyor.

Erdoğan’ın kafasında Menbic’ten Haseke’ye oradan Irak sınırına uzanan anayola inmek, oradan Türkmen yurdu Telafer’e ve devamında ‘ukde şehir’ Musul’a selam çakmak var. Yukarıdan da Pençe’yi Dicle boyunca indirdi mi manzara tamamdır! Misak-i Milli hayallerini taçlandıran bir bakışla.

Fakat o yolun altı kimin nereden geleceği belli olmayan geniş arazilere ve çöllere açılıyor. Ayrıca Erdoğan’ın ikinci plandaki hesabı Türkiye’deki sığınmacıları bu bölgeye taşımak.

Bütün bunları ABD’nin aradan çekildiği değil ‘taşları bağlayan’ bir ortak olarak sahada kaldığı bir senaryoyla yapmak istiyor. Yani ‘emniyetli’ ve ‘dokunulmazlığı güçlü’ bir müdahale istiyor. Aynı şekilde Rusya’dan da Suriye devleti dahil kendi müttefiklerini tutmasını bekliyor. Sahada emniyet pimi başkasında olan bir güç kırılgandır, sürprizlere açıktır ve ilişkilerinde bağımlıdır.

Demografik yapıyı tamamen değiştirecek bu tür bir müdahale Fırat ve Dicle arasındaki verimli topraklara binlerce düşmanlık tohumları da ekecektir. Türkiye oluşacak bu düşmanlık havzasından nasıl bir hasıla murat etmektedir?


Fehim Taştekin Kimdir?

İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden mezun oldu. Gazeteciliğe 1994’te başladı. Yeni Şafak, Son Çağrı, Yeni Ufuk, Tercüman, Radikal ve Hürriyet gazetelerinde çalıştı. Muhabirlik, editörlük ve dış haberler müdürlüğü yaptı. Ajans Kafkas’ın kurucu yayın yönetmeni olarak Kafkasya üzerine çalışmalar yürüttü. Kapatılıncaya kadar İMC TV’de “Doğu Divanı”, “Dünya Hali” ve “Sınırsız” adlı programların yanı sıra MedyascopeTV ve +GerçekTV’de dış politika programları yaptı. BBC Türkçe’nin analiz yazarları arasında yer alıyor. Al Monitor ve Gazete Duvar’da köşe yazılarına devam ediyor. Kafkasya ve Orta Doğu üzerine saha çalışmaları yürüttü. “Suriye: Yıkıl Git, Diren Kal”, “Rojava: Kürtlerin Zamanı” ve “Karanlık Çöktüğünde” adlı kitaplara imza attı.