Babacan parti kuruyormuş, sevinelim mi?
Babacan bize tam olarak ne vaat ediyor? Fabrika ayarlarına döndürülemeyeceği Erdoğan’ın başkanlık mertebesiyle perçinlediği ve liderlik karizmasına hapsettiği siyaset anlayışı nedeniyle artık iyice anlaşılan AKP’nin yerine geçecek bir yeni AKP.
8 Temmuz 2019’da, Ali Babacan AKP’den istifasını içinde “her konuda beyaz sayfalarla işe başlamak gerekmektedir” cümlesi geçen bir açıklama ile duyurdu. Bu açıklamada 14 yıl MKYK üyesi olarak görev yaptığı ve kurucu üyesi olduğu Adalet ve Kalkınma Partisi’nde ülkenin elde ettiği büyük başarılara katkı vermekten onur duyduğunu belirtiyordu. Babacan’ın AKP iktidarı altında elde edilen büyük başarılara ne gibi bir katkısı olduğunu hatırlamak için Bahadır Özgür'ün Gazete Duvar’da bu açıklamadan birkaç gün önce yayınlanan yazısını okumanızı öneririm. Mektubunda yazdığına göre, Babacan partisinin kuruluş ilke ve değerlerini “hem ülkemizde hem de dünyada” inanarak savunmuştu. Türkiye’nin tarihi dönüm noktalarında, büyük mücadelelerin bizzat içinde olmaktan şeref duymuştu. Oysa son yıllarda, -2015’te bakanlık görevinden ayrıldıktan sonrasını ifade ediyor olmalı- inandığı ilke, değer ve fikirler ile pek çok alanda yapılan uygulamalar arasında derin farklılık oluştuğunu görmüştü. Bunun aklen ve kalben bir ayrışma yaşamasına yol açtığını söylüyordu. Ayrışma yerine aydınlanma da diyebilirdi. Gerçekten beyaz sayfalarla işe başlamak gibi bir özlemi olsaydı. Şimdilik bu bir kenarda dursun. Hemen ardından, dünyanın hızla değiştiğinden dem vuruyor, ülkemizde ise “bambaşka beklentileri olan dinamik yeni nesillerimiz var artık” diyordu. Buradaki devrik cümle yapısı, Babacan’ın istifa mektubu olarak da okuyabileceğimiz bu açıklamaya, bir samimiyet havası, bir tür okuruyla dertleşme hali katıyordu. İşte bu noktada, Babacan’ın kurucusu olduğu parti ile ilgili yaşamadığı aydınlanmayı dünyanın hızla değiştiğini ve yeni nesillerin bambaşka beklentileri olduğunu keşfederek yaşadığını söyleyebiliriz. Bu büyük buluşunun bir sonucu olarak da, içinde bulunduğumuz şartların Türkiye için yepyeni bir gelecek vizyonunu gerektirdiğini ilan ediyordu. Vizyon önemli bir kelime tabii. Diğer anahtar kelimeler de uygun düşen yerde cümle içinde kullanılmıştı: Doğru analiz, yeniden düşünülmüş strateji, plan ve program… Mektuba siyasi manifesto havası “Ben ve pek çok arkadaşım, böyle bir çalışma için büyük ve tarihi bir sorumluluk hissetmekteyiz.” sözleriyle katılıyordu. Nihayetinde, sorunların çözümünün “temsil gücü yüksek ve geniş bir kadro çalışmasıyla mümkün olacağı”ndan söz ediyor ve “beraberce çalışmak”, “ortak akıl”, “insan hakları”, “özgürlükler”, “ileri demokrasi”, “hukukun üstünlüğü” anahtar kelimelerini kullanarak mektubunu sonlandırıyordu.
Aradan tamı tamına bir ay geçtikten sonra, yeni partinin kurulmayacağı yönündeki söylentilere yanıt vermek için olsa gerek, Ali Babacan imzalı bir başka mektup yayınlandı. Bu yeni mektup da aynı anahtar kelimelerle -doğru analiz, yeniden düşünülmüş strateji, planlar ve programlar- başlıyor, birincisinde olduğu gibi “insan hakları ve özgürlükler”, “ileri demokrasi”, “hukukun üstünlüğü”, “ortak akıl” kelimelerine yer veriyordu. Henüz bir partiden söz edilmese de, bu mektupta çalışmaların katılımcılık, çoğulcu demokrasi, diyalog ilkeleriyle sürdürüldüğünden, böylece temsil gücü yüksek ve geniş bir kadro ile sorunlara kalıcı çözümler bulunacağından, toplumun her kesiminden gelen önerilere açık olduklarından söz ediliyordu. Bu ikinci mektupta, ayrıca çevreyi koruma ve barış içinde yaşayan bir toplum vurgusu da yer alıyordu.
Peki Babacan bize tam olarak ne vaat ediyor? Fabrika ayarlarına döndürülemeyeceği Erdoğan’ın başkanlık mertebesiyle perçinlediği ve liderlik karizmasına hapsettiği siyaset anlayışı nedeniyle artık iyice anlaşılan AKP’nin yerine geçecek bir yeni AKP. Bir tür zaman kapsülüne girerek, Bakanlar Kurulu üyesi olarak 13 yıl boyunca gururla görev aldığını belirttiği ve bundan birkaç ay öncesine kadar sessizce üyesi olmaya devam ettiği AKP’nin özlemle anılan o ilk kuruluş anına yeniden dönüş. Hatta bir yeniden doğuş. O zaman kapsülünde kendimize bir yer bulacak ve o kuruluş anına dönecek olsak göreceklerimiz şunlar:
14 Ağustos 2001’de kısa adının AK olacağı açıklanan parti, Ankara’da basın mensuplarına ve katılımcılara kuruluş ilkelerini açıkladığı bir toplantı yaptı. Bu toplantıda partinin liderliğin bilincinde olan ancak partiyi liderlik sultasına dönüştürmeyen bir yapı ile siyasi hayata merhaba dediği, liderin demokrat, interaktif olduğu, katılımı ve kolektif karar almayı benimsediği belirtiliyordu. Parti içi demokrasi, diyalog, uzlaşmacılık kuruluş bildirisinde yer alan ilkelerdi. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Bildirgesi ve Avrupa İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunması Sözleşmesi belgelerini temel referans kabul ettiğini vurguluyordu. Din, vicdan, düşünce, ifade ve girişim özgürlüklerini vazgeçilmez ilkeleri kabul ediyordu. Hukukun üstünlüğü ve yargının bağımsızlığını bir arada yaşamanın güvencesi addediyordu.
Aradan geçen 18 yıl hiç yaşanmamış gibi, şimdi bu partinin kurucularından ve 14 yıl MKYK üyeliği, 13 yıl bakanlık yapmış birisi, çıkıp aynı anahtar kelimelerle yeni bir parti kurulacağını ve bu partinin ne olduğu açıkça dile getirilmeyen, adı anılmayan “sorunlara” kalıcı çözüm getireceğini söylüyor. Henüz ortaya çıkmamış olsa da, yıllarca uyum içinde çalıştığı Erdoğan’a “benim yol arkadaşım” diyen Abdullah Gül’ün arka planda bu girişime destek sunduğu konuşuluyor. Bize de buna sevinmek düşüyor, öyle mi?
Ülkü Doğanay Kimdir?
Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi mezunu. ODTÜ’te siyaset bilimi alanında yüksek lisans ve Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde yine aynı alanda doktora yaptı. Doktora çalışmaları sırasında bir yıl süreyle Paris II Üniversitesi Fransız Basın Enstitüsü’nde bulundu. Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler Bölümü'nde öğretim üyesi iken kamuoyunda “barış bildirisi” olarak bilinen “Bu Suça Ortak Olmayacağız” başlıklı bildiriyi imzalaması nedeniyle 686 sayılı KHK ile ihraç edildi. 'Demokratik Usuller Üzerine Yeniden Düşünmek' isimli kitabının yanı sıra Eser Köker’le birlikte kaleme aldığı 'Irkçı Değilim Ama…Yazılı Basında Irkçı-Ayrımcı Söylemler' ve Halise Karaaslan Şanlı ve İnan Özdemir Taştan’la birlikte kaleme aldığı 'Seçimlik Demokrasi' isimli kitapları yayınlandı. Ayrıca siyasal iletişim, demokrasi kuramları, ırkçı ve ayrımcı söylemler konularında uluslararası ve ulusal dergi ve kitaplarda çok sayıda makalesi basıldı. İmge Kitabevi Yayınları’nda editörlük yaptığı beş yıl boyunca çok sayıda kitabın editörlüğünü üstlendi ve Türkçeye kazandırılmasına katkıda bulundu. Ülkü Çadırcı adıyla yayınladığı çocuk kitapları ve Gökhan Tok’la birlikte kaleme aldığı 'Teneke Kaplı İvan' isimli bir çocuk romanı da bulunmakta.
İktidarın siyaset korkusu, deprem ve sivil toplum 02 Mart 2023
Seçimleri ertelemek: Asrın felaketi mi asrın gaspı mı? 15 Şubat 2023
Muhalefet loading! 05 Ocak 2023
İmamoğlu, Kılıçdaroğlu, Akşener: Muhalefete her yol aynı kavşağa mı? 22 Aralık 2022 YAZARIN TÜM YAZILARI