YAZARLAR

Muhafazakârlar muhafazakârlara karşı

Hayatları boyunca muhafazakârlıkla alakası olmayan, hatta hayatlarını bu ideolojiyle mücadeleye adamış "kültürel değer muhafazakârları", Kuzey Ormanları'ndan Kaz Dağları’na kadar onlarca eylemde “gericilik” ve "muhafaza" etmek adına TDK'nın tanımladığı gibi "tutuculuk" yapıyorlar. Tarihe, kente, doğaya “tutunuyorlar”...

Kaz Dağları’nın korunması mücadelesi bağlamında Türkiye’deki muhafazakârların genel bakış açısıyla ilgili birkaç söz söylemekte yarar var. TDK muhafazakâr kelimesini "tutucu" olarak tanımlıyor. Devletin resmi kurumunun bu ifadesi şüphesiz kendini muhafazakâr olarak niteleyenleri sukutuhayale uğratacak mahiyette. Öyle ya, 1970-80'lerde "ilerici" olanlar bugün "gerici", "gerici" olanlar da "ilerici" olarak tanımlanıyor artık... İdris Küçükömer bu günleri görse her gün mutluluktan ağlardı muhtemelen. Algılarımız yıllar içinde tarumar olurken muhafazakârlar da eskiden küfür olarak addettikleri "devrimci" nitelemesinden gayet gurur duyar hale geldiler.

Söz gelimi kendilerini milliyetçi-muhafazakâr olarak tanımlayarak bugünlere gelen AKP’nin hazırladığı Sessiz Devrim kitabında "(...)demokratikleşme ve hukuk alanlarında her biri 'sessiz devrim' olarak adlandırılan dev adımlar attık" ifadesini bulmak mümkün. Ee hani “Kahrolsun devrim”di? Yine aynı şekilde birçok yayın, site ya da sosyal medya hesabı, artık yeni "ana akım medya" olarak tabir edebileceğimiz yandaş gazetelerin yazarları tarafından "gerici" ya da "muhafazakârlık"la yaftalanabiliyor. "Algı yönetimi" kavramını muhafazakârların çok sevmesi boşuna değil elbette. Böylesi bir algı değişimini gerçekleştirmeleri için zihinlerimizin fabrika ayarlarıyla oynamaları elzemdi. Bugün Kaz Dağları konusunda haklı gerekçelerle endişe etmek ve doğa tahribatına karşı mücadele etmek "gericilik", oraya maden yapmak kalkınmacılık adı altında “ilericilik" oldu. Çünkü "çok alametler belirdi, vakit tamamdır haram helal oldu, helal haramdır.”

"Muhafaza" etmeyi hayatlarının merkezine oturtan muhafazakârlar gerçekten böylesi bir misyonu gündelik yaşamlarının her aşamasına yayabiliyor mu? Çok daha basit soralım, Hasankeyf’in yıkılmasına, Kaz Dağları’nda yaşananlara bakıp içleri sızlıyor mu? Daha önce yok edilen Sulukule, Karadeniz Otoyolu, Narmanlı Han ve daha nice örneklerde iki kelam eden oldu mu? Genelleme yaparak söylemek gerekirse buna evet diyebilmek hayli güç. Görünen o ki Türkiye'de muhafazakârlık daha çok aile ve din olguları çerçevesinde şekilleniyor. Hepimizin gündelik hayatlarımızda kolaylıkla gözlemleyebileceğimiz bu yorumu destekleyen bir araştırma 13 yıl öncesine tarihleniyor. Prof. Dr. Hakan Yılmaz'ın proje yöneticiliğini yaptığı "Türkiye Muhafazakârlığı, Aile Din, Batı" başlıklı araştırma sonuçlarına göre; aile, "normal" yaşantıları tehdit eden yaklaşımlar, ekonomi ve din Türk muhafazakârlığını niteleyen önemli sacayaklarını oluşturuyor. Muhafazakârlar, konu bu ayakların dışına çıkınca aslında o kadar da "muhafazakâr" olmayabiliyor.

İşte bu nedenledir ki, yıkılan bütün doğal ve kültürel değerler, muhafazakârların "muhafaza" etmesini gerektirecek kadar önem arz etmiyor, araştırma sonuçlarında da ortaya çıkan gelenekten “yenilikçilik”e geçiş kabiliyeti bunu gerektiriyor. Hasankeyf’in geçtiğimiz günlerde yıkılması en ufak bir sızıntı yaratmıyor. Zira "yenilikçi duruştan"; daha fazla AVM ya da maden açmayı, HES ve baraj yapmayı, daha fazla inşaatı, duble yolu ve dolayısıyla ranta dayalı bir kalkınma modelini anlıyorlar. Doğanın tahrip edilmesi; para söz konusu olduğunda anlamını yitiriyor, aksine bu alanların "ekonomiye kazandırılması", yaşam biçimlerinin sürdürülebilirliği bağlamında neredeyse hayati. Hatırlarsınız Melih Gökçek bir zamanlar şu itirafta bulunmakta beis görmemişti: "Çok cami yıktık. Biz yol olduğu zaman eski camileri yıkarız”. Kuzey Ormanları’nda milyonlarca ağaç kesildiyse kesildi, kimsenin kullanmadığı, kullananların da astronomik rakamlar ödediği dört şeritli yollarımız var artık. Aslolan inşaatsa, madense gerisi teferruattır...

Karadenizliler, bir avuç çevreci ve “Devlet benim” diye haykıran Havva Ana dışında sahil yolu ile dengesi allak bullak olan coğrafyalarına sahip çıkmıyor, Zira Karadeniz otoyolu, HES'ler ya da Yeşil Yol, Karadenizlinin gündelik yaşantısında tehdit oluşturmuyor. En vahşi halini soluduğumuz kapitalizm, kulağımıza şeytani biçimde “anı yaşa, geleceği torunların düşünsün”ü fısıldıyor. Zamanın başbakanının "Su akar Türk bakar lafı değişti, Türk yapar" diyerek HES'lere methiyeler düzmesi, günümüz muhafazakâr kalkınmacı zihniyetini pek güzel özetliyor. Ya da metro yapılırken "üç beş çanak çömlek projeyi geciktirdi" diye hayıflanmak da yine bu eskimiş "yeni muhafazakâr" zihniyete cuk oturuyor.

Diğer yandan hayatları boyunca muhafazakârlıkla alakası olmayan, hatta hayatlarını bu ideolojiyle mücadeleye adamış "kültürel değer muhafazakârları", Kuzey Ormanları'ndan Kaz Dağları’na kadar onlarca eylemde “gericilik” ve "muhafaza" etmek adına TDK'nın tanımladığı gibi "tutuculuk" yapıyorlar. Tarihe, kente, doğaya “tutunuyorlar”...


Azmi Karaveli Kimdir?

İletişim uzmanı. Galatasaray Lisesi’nin ardından Marmara Fransızca Kamu Yönetimi’ni bitirdi, aynı üniversitede Sinema-TV yüksek lisansı yaptı. 1993 yılında Cumhuriyet gazetesinde çalışmaya başladı. Televizyon programcılığının yanı sıra, özel sektörde ve iletişim ajanslarında çalıştı. Kadir Has Üniversitesi’nde iletişim dersleri verdi. Hayat Bilgisi Okulu’nun kurucuları arasında yer aldı. zete.com’da yazılar yazdı. Cumhuriyet Pazar Eki’nde Yurttan Sesler bölümünü hazırladı, zaman zaman kültür sanat sayfasında yazılar kaleme aldı. 2018 yılında gazetede yaşanan gelişmeler üzerine Cumhuriyet’ten ayrıldı. Halen kurucusu olduğu ajansta iletişim danışmanlığı yaparken, bazı STK ve siyasetçilere gönüllü destek veriyor. Marmara Üniversitesi Gazetecilik Bölümü’nde doktora tezini bitirmeye çalışıyor.