YAZARLAR

Amerikan Fabrikası: Küremizin hikâyesi

Çin’de işçilerin mesai başlangıcında sağ baştan saymaya zorlanmaları işçi ustabaşı ilişkisi düşünüldüğünde hiç abartı değil. Daha fazla üretmeleri için daha fazla çalışmaya zorlanan ve hayatlarına devam etmek için bunu normalleştirmek zorunda olanlar doğduklarından beri bunu yapıyormuş gibi durmaktadırlar.

Fransa’da 24-26 Ağustos’ta düzenlenen G7 toplantıları başlarken Amerikan Başkanı'nın yaptığı açıklamalarla dünya hop oturup hop kalkmaya devam etti. Trump’ın bütün Çin ürünlerinde gümrük vergisini artırma planının, uygulanması durumunda başka birçok gümrük duvarının yükseltilmesiyle sonuçlanacağı biliniyor. Başka bir deyişle ticaret savaşları riskinin artması nedeniyle dünyada süregiden belirsizlikler artıyor. Trump bu konuda aceleci davranmayacağını daha sonra ima etse de, ticaret hacminde daralma kaynaklı kısa vadede yaşanacak bir şok ihtimali gücünü koruyor.

Muhtemel yeni ticaret savaşlarının dünya üretiminde ne kadarlık bir daralmaya yol açacağının tekrar tekrar hesaplandığı günlerde bir fabrika kuruluşu ve faaliyeti üzerinden Amerikan psyche’sine olduğu kadar başka coğrafyalarda yaşananlara da ışık tutan bir belgesel yayımlandı. Julia Reichert ve Steven Bognar’ın yönettiği Participant Medya yapımcılığında çekilen Netflix belgeseli American Factory (Amerikan Fabrikası) 2008 sonrasında kapatılan General Motors Ohio fabrikasının tekrar açılmasını anlatıyor. Ama önemli bir farkla: Fabrikayı alan ve yeniden kuran şirket Çinli Fuyao. Otomobil camı üreten şirketin CEO’su da Cho Tak Wong (namı diğer Cao Dewang).

Çağdaş kapitalizmde emek sömürüsünü ve onu çevreleyen onlarca siyasal fay hattını 100 dakikalık bir zaman diliminde anlatmayı beceren belgesel bizi esasen üretim alanında dolaştırıyor. Ancak Çin’e ya da Ohio kırsalına yapılan yolculuklar da anlatımı zenginleştiriyor.

Barack ve Michelle Obama’nın yeni yapım şirketinin dağıtımını üstlendiği ilk film olan Amerikan Fabrikası ilk görüşmeleri 2013’e uzanan ve resmi açılışını 7 Ekim 2016’da yapan Fuyao American Glass fabrikasındaki hayatın izini sürüyor. Çalışanları, üretim sürecini olduğu kadar genelde kültür savaşları olarak adlandırılan ancak bu bağlamda farklı sömürü biçimleri demenin daha uygun olduğu pratikleri de aktarıyor.

AMERİKA’NIN BÜYÜK ÇARESİZLİĞİ

Aynı teknolojiye sahip iki fabrikadan biri neden zarar eder? Başka nedenler gösterilebilir, ama esas yanıt emek gücünün ne kadar ve nasıl sömürüldüğünde yatıyor. Eski General Motors fabrikasındaki ücretlerinin yarısını alacakları bir iş bulabildikleri için sevinen Amerikan proleterler hevesle yeniden dâhil oldukları çalışma hayatında hızla yeni emek disiplinine adapte olmaya zorlanıyorlar. Çalışmadıkları takdirde bütün varlıklarını kaybedecek olsalar da, çalışırken bir ev sahibi olabildikleri için kendilerini “orta sınıf” olarak niteleyen Amerikalıların sınıf düşme korkusunu da, yöneticiler açısından verimli bu zemini kullanmanın yolunun sendikal örgütlenmeyi engellemekten geçtiğini bilen Çinlileri de belgeselde izleme fırsatı buluyoruz.

Bu gerilimin ve belgeseldeki fabrikada yaşanan kâr edememe sorununun kültürler arası farklılık sonucu olarak sunulması uygun değil. Nitekim zarar eden fabrika bir süre sonra Amerikan işçilerle kâra geçiyor. Bugünlerde kapasite artırmayı planlayan fabrikanın geçmişte ücretlere zam yapmasına karşın kâr edebilmesi elbette dayatılan yoğun çalışma temposuna bağlı. Fuyao’nun küresel atılımı bir maddi felaketle sonuçlanmıyor, ancak artan iş kazalarından görebildiğimiz üzere hayatlar karartılmaya devam ediyor.

Emek verimliliği hızla artmıyorsa üretken yatırımı artırmak için ne yapılabilir? ABD’nin “pas kuşağında” bir yandan yeni istihdam yaratmak zorunda olan bir yandan emek verimliliğini kısa sürede hızla artıramayan Trump yönetiminin cevabını biliyoruz. Birçok üründe gümrük duvarlarını artırarak sanayiyi rekabetten kısmen koruyalım. Çözüm değil, ancak çare yok.

Diğer bir soru akla geliyor: Emek verimliliğinin daha düşük olduğu bu coğrafyada neden bir Çinli dev üretken yatırım yapsın? Bunun arkasında dev Amerikan pazarının kalbinde üretimin avantajları ve muhtemel gümrük düzenlemelerinden o pazar içinde üreten bir aktör olarak korunma isteği de yatıyor. Ancak CEO Cao Dewang’ın yaklaşımı üzerinden Çin devlet kapitalizminin deneme ve tercihlerinin de büyük rol oynadığını anlayabiliyoruz.

ROMA’DA ROMALILAR GİBİ

Çok sayıda gerçek üstü sahne içeren belgeselde ABD’li üst-orta düzey çalışanların Çin’deki fabrika disiplinini anlamaları için çıkartıldıkları seyahat sırasında gördükleri ve buna verdikleri tepkilerin altın değerinde olduğunu düşünüyorum. Fabrika askeri kışlalara oldukça benzeyen bir yerdir. Üretim birimleri ve takımlar organizasyonunun ötesinde aynı zamanda emek disiplinini sağlamak için kullanılan bazı yöntemler nedeniyle de öyledir. Çin’de işçilerin mesai başlangıcında sağ baştan saymaya zorlanmaları işçi ustabaşı ilişkisi düşünüldüğünde hiç abartı değil. Daha fazla üretmeleri için daha fazla çalışmaya zorlanan ve hayatlarına devam etmek için bunu normalleştirmek zorunda olanlar doğduklarından beri bunu yapıyormuş gibi durmaktadırlar.

Ohio’da fabrika kuruluşu sırasında girişte sadece ABD’yi simgeleyen bir görselin bulunmasını emreden Cao Dewang istediğini tam yaptıramasa da niyetini özlü bir şekilde ifade etmişti: “Roma’da Romalılar gibi davranmalıyız.” Ancak bu bir yandan da zevahiri kurtarmak için uygulanmakta gibi. ABD’de iş kanununun angaryayı yasaklayan maddeleri, sendikal örgütlenme çalışması fabrika içinde kısmen engellenebilse de oylama yapılabilmesi sürekli başka bir dünyada olunduğunu hatırlatıyor.

ABD’liler Çin’de gördükleri karşısında küçük dillerini yutup kendi işçilerini aşağılarken aslında Çin’de Çinli kapitalistler ve yöneticiler gibi davranıyorlar. “Roma’da Romalı gibi davranmak” isteyen Çinli yöneticiler, işçileri daha fazla çalışmaya sevk etmek için kendi evlerinde kullandıkları birçok araçtan mahrum bırakıldıklarında ise devreye söylem giriyor. Üretim artışı ve kâr gerekliliğini izah ederken, Trump’ın seçim kampanyasının ana sloganı olan “Amerika’yı Yeniden Büyük Kılacağız” ifadelerini kullanmakta beis bulunmuyor. Trump’ın sloganı, Amerikalı olduğunu iddia edebilen bir Çin şirketinin fabrikasında Amerikalı işçileri sevk ve idarenin sloganına dönüşüyor.

TÜRKİYE’DE ÇİN MODELİ

Belgesel hakkında daha fazla sahne aktarımı izleyecek olanların keyfini kaçırabilir. Ancak Türkiye bağlamında dikkat çekilmesi gereken birkaç nokta olduğunu vurgulamak isterim.

Hazine ve Maliye Bakanlığının şirketlere iştirak edebilme yetkisi sonrasında Türkiye’de bir devlet kapitalizmine doğru gidiliyor yorumları yapılmıştı. Krize sürüklenme sırasında her müdahaleci hamle ya da “kalkınmacı” vurgu akademik dünyada da aynı şekilde etiketleniyor. Ancak Türkiye’de şirket kurtarma ya da bazı sektörlerde kamusal yatırım yapılması ile “devlet kapitalizmi” arasında dağlar kadar fark olduğunu söylemek gerek. Devlet kapitalizmi nasıl bir şey anlamak isteyenler adı komünist olan partinin Çin’de nasıl sermayedar yetiştirdiğini, nasıl onu bir ideoloji ve dünya misyonuyla donattığını, nasıl bir görev bilinciyle ABD’de yatırım yapmaya sevk ettiğini ve bu ilişkinin kuşaklar boyunca nasıl yeniden üretildiğini incelemeliler.

Elbette Türkiye’nin de aralarında bulunduğu ülkeler Çin’i belirli derecelerde rol modeli olarak görüyorlar. Ancak Çin modelinin burada ifade ettiği daha ziyade emek sömürüsü modelidir. Çin modeli, örgütlenme ve grev gibi temel haklardan yoksun bırakılmış işçinin, fazla üretmeye zorlandığı ve bunun milliyetçi bir hale ile sarmalanarak tek yol biçiminde sunulduğu bir cehennemdir. Kayıtlı çalışanların üçte birinden fazlasının açlık sınırı altında ücret aldığı, çalışanların üçte birinin haftada 50 saatten fazla çalıştığı Türkiye (OECD’de her zaman en tepede!) küresel Güney’de bu modelin en sadık takipçilerinden. Modelin adı devlet kapitalizmi değil cehennem; fabrika biriminden yandaş sendikaya her alanda kurumsallaşmış ilişkilere yedirilmiş içi kof bir büyüklük ideolojisinin gündelik yaşamı da kısmen örgütlediği, işçinin iş güvenliğinden yoksun bir şekilde hayatını riske ederek çalışmaya zorlandığı her tarafı kuşatmış cehennem...

Son olarak, aynı zamanda Türkiye’deki siyasal rejimin niteliği ve Türkiyeli sermayedarlar için AKP’li kadroların bütün kültürel farklılıklara karşın işlevselliğini açıklamak için de bu belgesele atıf mümkün. 21'inci yüzyılda emeğin tevekkülünü sağlamak açısından AKP’den daha fazla faydalanabilecekleri bir aracı bulunmayan sermayedarların Türkiye’deki cehennemin içinden çıkılmaz bir kâbus olarak devamında paylarını atlamamak gerekiyor. Kârından konuştukları bütün açıklamalarında siyasal hak ve özgürlüklerden bahseden, ancak en temel haklar olan örgütlenme ve grev hakkının engellenmesiyle dolayısıyla otoriterlikle pek dertleri bulunmayanlar sömürdükleri işçinin borçla fabrikaya zincirlenmesinden mutlular. Fabrikalarında çalışanlar için durum bu, ama toplumun geneli için de planları var: Kendi şirket borçlarını devlet aracılığıyla topluma yıktıkları zaman, ağızları kulaklarında “yeni ve büyük Türkiye” hakkında konuşmaya devam edebilecekler.


Ali Rıza Güngen Kimdir?

Siyaset Bilimci, araştırmacı ve çevirmen. Doktorasını ODTÜ Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi’nde tamamladı. Türkiye’de borç yönetimi, devlet bankaları, küresel Güney’de finansallaşma ve devlet kuramı alanlarında yayımlanmış çalışmaları bulunmaktadır. Araştırmalarına York Üniversitesi'nde devam etmektedir.