Olağan cinayetler, güçlü kadınlar, ahlak bekçileri
Bu ülkede her kadın, hangi sosyal statü ve eğitim seviyesinde olursa olsun, hayatının bir anında en şanssız kız kardeşleriyle aynı kaderi paylaşabileceğinin farkına varmak zorunda. Kendimizi gerçekleştirme çabamızdan da, hayata anlam katan aşktan, sevgiden de vazgeçmiyoruz. Bu bile hepimizi potansiyel birer şiddet mağduru haline getiriyor bu bozuk düzende.
İnsanın çıplak gözle görebileceği en büyük dehşetlerden birine topluca tanıklık ettik birkaç gün önce. Fedai Varan, Emine Bulut’u kızının gözleri önünde öldürdü. Olay yerinde bulunan bir gencin kaydettiği cinayeti gördük, hepimiz. Kanlar içinde ölmek istemediğini haykıran bir kadının çığlığını, “anne ölme lütfen” diyen küçük kızının çaresizliğini seyrettik. Tüm bunlar sosyal medyanın filtresizliğinde şiddete tanıklık etmeye alışmış gözlerimize bile fazla geldi, büyük tepkiyle karşılandı.
Bu duruma dair çokça yazıldı çizildi sosyal medyada. Ben de daha önce çeşitli yazılarımda bahsetmiştim. Şiddet görüntülerinin paylaşılması farkındalık yaratmaktan çok zarar veriyor. “Merhamet yorgunluğu” ve “desensitizasyon”a (duyarsızlaşma) yol açıyor, dehşet eşiğimiz yükselirken duyarlılığımız azalıyor. Dehşetten beslenen çarpık zihinlerin ekmeğine yağ sürülüyor hatta emsal oluşturuyor. Sonuçta bizler gördüklerimizi er geç unutacağız. Hayalleri olan, hayatı ve kızını seven bir kadın, gülümseyen haliyle değil katilinin korkunç imzasıyla veda etti dünyaya. Kızı, annesinin babası tarafından katledilmesine tanık olmanın anısından ömrünce kaçamayacak.
Emine Bulut’la aynı günlerde Tuba Erkol çocuklarının gözü önünde öldürüldü. Özgecan Aslan’ın kuzeni Cemile Ertürkoğlu, boşanmak üzere olduğu kocası tarafından katledildi. Kadınlar her gün kocaları, sevgilileri tarafından namus gerekçesiyle katlediliyor. Ülkede en kesintisiz işleyen şey anıtsayaç. Tüm bunlar hâlâ erkek şiddetinin adını koyamayan, bunun bir güç hiyerarşisi içinde kadını, çocuğu, LGBTİ+ bireyleri “o kadar da erkek sayılmayan”, görece ya da pozisyonel olarak güçsüz diğer erkekleri tehdit eden en büyük sorunumuz olduğunu hasır altı etmeye çalışan geniş bir toplumsal mutabakatın katkısıyla devam ediyor.
Kadın cinayetleri, Türkiye’de kadın mücadelesi alanında atılmış en önemli adımlardan biri olan İstanbul Sözleşmesi hilafına bir lobiye de alet ediliyor. 5Harfliler’de yer alan bu yazıda çok iyi anlatıldığı gibi, “18 yaş altı evlilik destekçisi, nafaka karşıtı, mağdur kocalar edebiyatçısı” bir kesim bu sözleşmenin iptali için kampanyalar yürütüyor. Ekmek bıçağıyla gezen cani bir anda oluyor sana “mağdur koca”. Bu tür bilinçli faaliyetler, türlü çıkardan beslenen şuursuzluğun da katkısıyla ülkeyi kadınlar ve çocuklar için dev bir suç mahalline çeviriyor.
Yurdun çeşitli yerlerinde, koltuğuna çöreklenmiş, “kadın şunu bunu yapmışsa ölmesi yaşamasından hayırlıdır,” diyen nenelerin, dedelerin de katkısı var bu işte, fazladan iki beğeni almak için sonsuz saçmalayan internet fenomenlerinin de, durumdan nemalanmak isteyen omurgasız ünlü ve yarı ünlülerin de… Muktedirin diliyle konuşup kadın bedenine, kadınların tercihlerine dair söz söyleme hakkını kendinde bulan kadın, erkek, herkesin.
Her alanda sadece güçlü olana hizmet eden riyakar ahlak anlayışı, en tahripkar ahlaksızlık biçimi. İrrasyonelliğin, haksızlığın kural halini aldığı bir zamanda kurbanı suçlamak, mağduru fail gibi göstermek çok mümkün ve konforlu. Hakkını arayan, itiraz eden kadına “gıcık olmak” da öyle kolay ve yaygın ki. Çünkü kadınlar da erkekler de yaygın olarak erkekleri seviyor, kadın çoğunlukla bir arzu ve/veya nefret nesnesi.
Kurbanların kanı kurumamışken tedavüle giren fırsatçılıkta çok duyulan seslerden birinin yazmış olduğu bir kitap vesilesiyle “güçlü kadınlar mutsuz olur” klişesi de yeniden dolaşıma girdi, üzerine konuşuldu.
Berbat bir klişe olmaktan fazlası bu, kötücül bir politik çarpıtma aynı zamanda. Güçlü kadının mutlu olamadığı yanlış bilgisini canlı tutacaksın ki kadınlar rollerine itiraz etmesin. Canlarına kastedilen evlilikleri, ilişkileri sürdürebilsin. Ev içi şiddete, hatta çocuk istismarına göz yumabilsin, yeter ki aile birliği bozulmasın. Mutluluk vaadiyle gelen ağır mutsuzluğu sineye çeksin, bir gıdım maddi ya da duygusal güvenlik için türlü fiziksel ya da psikolojik aşağılamaya boyun eğsin. Toplumun ona biçtiği rollerden ibaret olsun. Olmuyor. Kadınlar artık bu zulme isyan ve itiraz ediyor, itiraz yükseldikçe şiddet de yükseliyor.
Bu herkeslerin (sıklıkla kadınların da) gıcık olduğu “güçlü kadın” kimdir, nedir, konusu da ayrı mesele. Eğitim ve sosyal statüyle, kendi ayaklarının üstünde durma becerisi, çekip gitme özgürlüğüyle tanımlanıyor ve daha çok şehirli orta ve üst orta sınıf kadınları anlatıyor. Öte yandan son güçlü itirazıyla katledilmeyi göze alan, eziyetlerle dolu hayatında son feryadını yaşam arzusu lehine atan Emine Bulut güçlü değil miydi?
Patriyarka kurbanı her kadın güçlüdür, müthiş sloganda dendiği gibi “yakamadığınız cadıların torunları”dır, içinde bulunduğu cendereden çıkmak için hiçbir şey yapamadığında bile varlığıyla güçlü bir itiraz, tehdit oluşturduğu için katledilmiştir veya şiddet tehdidi altındadır.
Bu ülkede her kadın, hangi sosyal statü ve eğitim seviyesinde olursa olsun, hayatının bir anında en şanssız kızkardeşleriyle aynı kaderi paylaşabileceğinin farkına varmak zorunda. Kendimizi gerçekleştirme çabamızdan da, hayata anlam katan aşktan, sevgiden de vazgeçmiyoruz. Bu bile hepimizi potansiyel birer şiddet mağduru haline getiriyor bu bozuk düzende. En kansız boşanmadan bile duygusal yara almadan çıkabilen kadın var mı?
Sözün somut ve metaforik anlamlarıyla “belinden tutup kavrayamadığı” kadına öfke duymayan ve kendisine duyulan sevgiyi gıdım gıdım ödetmeyen erkek o kadar az ki maalesef. Onlar da aşkı çarpık bir güç ilişkisi olarak kuran bu düzenin mağdurları çünkü, çoğunlukla tarihi avantajlarından vazgeçmemek için bu gerçeği görmeye hiç yanaşmasalar da.
Güçlü kadınların (da) çoğu aslında ilişkileri sürdürebilmek için çeşitli fedakarlıklarda bulunuyor. Herkes sevdiğine zaman zaman sığınmak ister. Kimse duygusal açıdan bir cep Herkül’ü değil, sevmek, sevilmek, bağ kurmak hepimizin ihtiyacı. “Bunun için nelere göz yumabilirsin ya da yummalı mısın?” Esas konu bu.
Güçlü erkek kimdir? O pek konuşulmuyor. Tam olarak hakimi ve sahibi olamadığı, eşiti bir canlıya şefkat da, sevgi de gösterebilen, eşitini arzulayabilen erkektir, güçlü olan. Gücünü fiziki şiddetten pasif agresyona geniş bir skalada kötüye kullanan değil.
Yaşadıklarımızı doğru değerlendirebildiğimiz, ilişkileri sürdürebilmek için makul düzeyde çaba harcarken ciddi hasar verdiği noktada da, imkan varsa, gitmeyi becerebildiğimiz kadar güçlüyüz. Gereğinde yalnız olabilmeyi beceremeyen mutlu da olamıyor.
Son günlerin dehşet ortamından bir nemalanan da Ömür Gedik oldu. Kadına yönelik şiddetin alıp yürüdüğü zamanda çıkardığı “hangi şort nerede giyilir” icadı o kadar manasız ki… Manzaraya eklenen yancılar kontenjanından anılmayı fazlasıyla hak ediyor. Her gün kadınların katledildiği bir ülkede çıkıp dert buymuş gibi başka kadınların şort boyunu eleştiremezsin. “Şehir içinde şöyle gezenler var. Şort ok ama doz aşımına karşıyım… Ne var bunda diyenleri bi görelim bakalım…” diye kafası kesik şortlu bir kadın görseli paylaşmış. Önce acaba izin almadan birilerini mi çekti diye sinirler kalktı. Sonra anlaşıldı ki Pinterest’ten aparma bir şort görseliymiş. Ne fena bir işgüzarlık… Özür de kabahatten beter. “Yanlış yaptım,” demiyor, yazdığını bir de videolu olarak açıklıyor.
Burada Ömür Gedik’in kendi giyim tercihleri de ister istemez sorun oluyor. Çünkü kendisi şort giyme özgürlüğünden yararlanmak istiyor. Ama bunu yaparken kendi deyimiyle “ülkenin en rahat giyinen kadınlarından biri olarak” diğer kadınlara, özellikle genç kızlara nerede ne şortlukta bir şort giyebilecekleri ahkamını da kesiyor. Şort onun olayı çünkü, şortçubaşı bir nevi. Bu dar alanda iktidar merakı zaten kimden gelirse gelsin çok sevimsiz. Kadınlar maalesef bunu çok yapıyor. Ama bu kadarla da kalmıyor olay. Ömür Gedik bu türden yancılığın, muhafazakarlığa göz kırpmanın güncel kârlılığını da bilmiyor olamaz. Yanlış anlaşılacak yanı yok bunun, bildiğimiz ve bıktığımız riyakar kurnazlığa tekabül ediyor.
Kadınların her gün katledildiği bir ülkede kadın bedeni üzerinden üretilen her türlü kısıtlayıcı, yargılayıcı söylem sadece erke, bozuk düzenin sürmesine hizmet eder. Kadın bedeni üzerinden kesilen her ahkam, caninin bıçağını bileyler.
Güçlü kadınlar mutlu veya mutsuz değildir. Mutluluk kazık çakılıp bayrak dikilecek bir hâl de değildir. Bu mutluluk bahsinde kesin olan galiba sadece şu: Salt kendisi için değil, başkaları adına da toplumun dağıttığı ele razı gelmeyen, bu yolda ufak da olsa çaba harcayan kişinin mutluluğu da, mutsuzluğu da, yalnızlığı da, birlikteliği de daha kıymetli ve anlamlı. Onursuz, bencil, güzellik üretmeyen mutluluk yanılsamadan ibaret. İki ayağımın üzerinde toprağa basabildiğim bir soyut bahçem olsun yeter ki. Gülüşüm gülüşe benzesin. Orada ne giydiğim de, orayı kiminle ne kadar paylaştığım da kimseyi ilgilendirmez. Çekin artık kirli, yasakçı ellerinizi kadının bedeninden ve zihninden.
Zehra Çelenk Kimdir?
Senarist ve yazar. Şiirleri erken yaşlarda Türk Dili, Yeni İnsan, Mavi Derinlik, Broy gibi dergilerde yayımlandı. Üniversitede okurken çeşitli dizilerin yazım ekiplerinde yer aldı. Dizi yazarlığının yanı sıra reklam metinleri, müzik videoları, tanıtım filmleri kaleme aldı. Senaryo seminerleri verdi. Lisans ve yüksek lisansını tamamladığı Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo-Televizyon, Sinema Bölümü'nde 2007-2014 yılları arasında Televizyon Yazarlığı dersini verdi. 2007- 2008'de TRT 1'de yayınlanan Yeni Evli adlı 175 bölümlük günlük komedi dizisinin proje tasarımını, başyazarlığını ve süpervizörlüğünü yaptı. 2011'de, öykü ve senaryosunu yazdığı Hayata Beş Kala adlı dizinin yapımcılığını üstlendi. Seyyahların İzinde ve Anadolu'da Zaman gibi TV belgesellerinde de yapımcı olarak görev aldı. Öykü ve senaryosunu yazdığı, 2014'te Fox TV'de yayınlanan Ruhumun Aynası adlı dizisi, 2015'te Artemis'ten aynı adla yayımlanan ilk romanına ilham oldu. Türkiye'de bir diziden romana uyarlanan ilk eserdir. İstanbul'da yaşıyor, TV- sinema işleri ve edebiyatla uğraşıyor.
Dünyayı değiştirirken kendi yaralarını da sarmak mümkün mü 16 Ekim 2024
Doğumdan ölüme eril tahakküm ve artan şiddet 06 Ekim 2024
Kadınların mutluluğu ve mutsuzluğu 24 Eylül 2024
Melek değil katledilmiş bir kız çocuğu: Narin’e ne oldu? 10 Eylül 2024 YAZARIN TÜM YAZILARI