YAZARLAR

Claire'in yolunu arayışı

Safy Nebbou'nun 'Hangi kadın' filmi kendisini sanal bir dünyanın içinde bulan bir kadının hikayesini konu ediyor. ‘Hangi kadın’ hedefini tam anlamıyla ıskalamasa da, ‘biçim’ bazen ‘içeriğinin’ önüne geçiyor.

Fransız sineması, belli dönemlerde, erkek-kadın ilişkileri, kendini sorgulama, duygusal arayışlar ve iç huzuru bulma gibi temaları işleyen başarılı filmler sundu. Aslında bu konuları ele alan yapımları her dönemde bulsak da, bunların göreceli olarak en yeni ve en göze çarpan örnekleri, 80’li ve 90’lı yıllarda bazı önemli Fransız yönetmenlerin ellerinden çıkan filmlerle seyirciyle buluştu.

Bu filmlerdeki duygusal derinlik, çok katmanlı mesajlar, ‘gri’ karakterler, bir ‘Avrupai’ sinema duyarlılığıyla birleşince, ortaya Hollywood yapımı olan romantik komedilerden oldukça farklı, daha dolu ve çok daha gerçekçi yapımlar ortaya çıktı.

Tabii ki bu tarz filmleri yaratmak beraberinde ciddi riskler de taşıyordu: hikayenin önemli ve derin mesajlarını seyirciye layığıyla nakletmek, bazı ‘muğlak’ sayılabilecek durumları mantıklı bir sonuca bağlamak ve seyircilerin de başkarakterin sorgulamalarını paylaşmasını sağlamak, bu risklerden sadece bazılarını teşkil ediyordu.

Bu filmlerin en yeni örneklerinden olan ‘Hangi kadın’, çıkış noktası, olay örgüsü ve karakterler bazında önemli seleflerinin yolunu izlese de, hem hikayedeki ‘sanal dünya’ katkısı, hem de senaryonun belli bir noktadan sonra ‘acaba böyle olsaydı?’ gibi versiyonlara dalması, onu hem öncekilerden ayırıyor hem de bizce filmin ağırlığını ve keskinliğini biraz olumsuz yönde etkiliyor. Sonuç olarak ‘Hangi kadın’, klasik konusunu modern bir bakış açısıyla harmanlamak isterken biraz yolunu kaybediyor ve hedefini tam anlamıyla ıskalamasa da, ‘biçim’ bazen ‘içeriğinin’ önüne geçiyor.

Claire, ellili yaşlarda, kocasından boşanmış, iki çocuğuyla beraber yaşayan bir akademisyendir. Edebiyat dersi verdiği üniversite ve çocuklarıyla ilgilendiği ev hayatı arasında oldukça rutin bir gündeliğe sahiptir. Bir gün, bir süredir beraber olduğu genç sevgilisi, işi dolayısıyla uzun bir yolculuğa çıkar ve bu süreçte ilişkileri kopma noktasına gelir. Sevgilisine ulaşmak için Facebook profiline giren Claire tesadüfen onun yakın arkadaşı Alex’le irtibata geçer. İsmini Clara olarak açıklayan ve kendi fotoğrafı yerine çok daha genç ve güzel bir kadının fotoğrafını kullanan Claire yavaş yavaş bu genç adamla, sanal olarak flört yaşamaya başlar. Giderek özel hayatında daha çok yer kaplamaya başlayan bu ilişki, Alex’in sonunda onunla yüz yüze tanışmayı istemesiyle oldukça karışık bir hale dönüşür.

USTALAR DAHA ÖNCE YAPMIŞLARDI!

Yazının başında değindiğimiz gibi, Fransız sinemasında Claude Berri (‘Je vous aime’/1980) veya Bertrand Blier (‘Trop belle pour toi’/1989) gibi önemli yönetmenler, daha önce bir kadın başkarakterin etrafında şekillenen ve onun duygusal iç dünyasını ele alan filmler sunmuşlardı. Hatta bu listeye Eric Rohmer’in ‘Un conte d’hiver’ (1992) gibi filmlerini veya her ne kadar bu konuları özellikle ‘cinsellik’ bazında ele alsa Catherine Breillat’nın filmlerini de katabiliriz.

Bu yapımlarda kadın başkarakter genelde belli bir yaşa gelmiş ancak hala cazibesini koruyan, ya boşanmış ya da ayrılmış olan dolayısıyla yalnız, hayatına değişik dönemlerde ve şekillerde girmiş erkekler arasında tereddüt yaşayan ve sonuçta kendini tamamen mutsuz değil ama bir şekilde ‘eksik’, ‘anlaşılmamış’ hisseden bir kişiydi. Hayatına giren erkekler, onu zaman zaman mutlu ediyor ve her birinin olumlu yönleri vardı ancak başkarakter istediği iç huzuru ve ‘sevgiliyi’ çok zor bir şekilde buluyor hatta bazen bulamıyordu. Ancak bizce bu filmlerdeki güçlü noktalardan biri, olay örgüsünün ve karakterlerin davranışlarının kendi açılarından, mantıklı, gerçekçi ve belli bir amaç yönünde akmasıydı. Bu sayede kadın başkarakterin duygusal gel-git’lerini, bu erkeklere ne tamamen bağlanıp ne de tamamen kopamamasını tamamen hissediyor ve anlıyorduk. Hikayenin sağlam yapısı, konunun derin ve içerik açısından zengin konuşmalar içinde boğulmasını engelliyor, bazı olaylar ve durumlar ‘muğlak’ hale gelebilse de, senaryoda bir yere oturuyor dolayısıyla ‘bulanık’ hale dönüşmüyorlardı.

Aslında ‘Hangi kadın’ da başı ve ‘girişi’ itibariyle bütün bu beklentileri karşılıyor. Başkarakter Claire, değindiğimiz bütün özelliklere sahip ve özel hayatı her türlü duygusal hesaplaşma ve kendini sorgulamaya uygun bir alan gibi çizilmiş görünüyor. Ancak Claire’in yeni bir ilişkiye başlama şekli, bir yüz yüze karşılaşma veya buluşma gibi değil de ‘sanal’ bir ortamda meydana gelince hikaye belki ‘günümüze daha uygun’ ama Claire için daha ‘hafif’ bir hale giriyor. Bu ‘şaka’ gibi başlayan ancak daha sonra ciddi anlamda ‘sanal’ bir ilişkiye dönen hadise, belki çok genç ve ‘deli dolu’ bir karakter için makul gelebilir ancak Claire gibi belli bir yaşa gelmiş, çocuk sahibi, ciddi bir akademik kariyeri olan bir kadının bu olaya bu kadar ‘balıklama’ dalması ve kendini bu kadar kaptırması pek de inandırıcı durmuyor. Üstelik Claire hikayenin bazı yerlerinde bunun kendisi için sadece bir ‘heyecan’ değil, bir ‘özgürleşme’ olduğunun altını çiziyor, hatta bir sekansta kendinden geçip Alex’le telefonda ‘sanal’ seks yapıyor.

YÜZLEŞMELER NEREDE?

Bir kadın karakterin hayatına girmiş eski eşler veya sevgililer, değişik dönemlerde karşılaştığı erkekler veya çift yönde şekillenen aldatmalar bu tür filmlerde çok ciddi yoğunlukta yüzleşmeler ve hesap sormalara yol açarken, burada Claire sanki sadece gerçek aşkla sanal aşk arasında salınan bir genç kızı andırıyor.

Ancak bütün bunlara rağmen yönetmen yine de filminin tamamen romantik ve ‘light’ bir havaya kaymasını engelliyor. Claire karakteri bir şekilde, bir denge tutturuyor, hayatındaki diğer kişileri tamamen dışlamıyor ve filmin sadece ‘sanal ilişki’ çerçevesine saplanmasını önlüyor.

Üstelik bahsettiğimiz bütün bu olayların aslında Claire’in ağzından kadın psikiyatrına anlatıldığını düşünürsek, filmde her zaman süzülen bir kuşku duygusu içimizi kaplıyor. Başka bir deyişle filmde gördüğümüz olaylar aslında ‘saf’ gerçekler değil, başkarakter tarafından ‘yorumlanan’ gerçekler. Dolayısıyla bu, anlatılan olayların ne kadar doğru, ne kadar ‘eksik’ veya ‘çarpıtılmış’ olduğunu sorgulamamıza, hikayeye karşı daha ‘sceptique’ (şüpheci) olmamıza yol açıyor. Hikaye ne kadar inandırıcı bir havada gerçekleşirse gerçekleşsin her zaman bir ‘yorum farkı’ şüphesi kendini hissettiriyor.

BİÇİMİN BAŞROLE GEÇMESİ…

Filmin yaklaşık üçte ikilik bölümünden sonra (sürprizleri bozmamak adına detaya girmeyeceğiz) bir ‘acabalar’ bölümü başlıyor. Oldukça kabul edilebilir bir şekilde başlamış ve (bazı boşluklar olsa da) fena olmayan bir şekilde gelişmiş ve trajik şekilde sonlanmış bir hikayeye başka bir boyut katmak için kullanılmış bu bölümler belki biçim açısından, özellikle bu tür filmler için, yeni bir ‘açılım’ taşıyor. Ancak bu ‘açılım’ senaryoya bir ‘ilginçlik’ katsa da filmin asıl konusunu, ağırlığını ‘hafifletiyor. Yalnız ve biraz ‘dertli’ bir karakterin çıkış yolunu izlediğini düşünen seyircide, bu ‘Ya böyle olsaydı?’ bölümleriyle biraz ‘aldatılmışlık’ hissiyatı doğuyor.

Filmin güçlü yanlarından biri de tabii oyuncu kadrosundan kaynaklanıyor. En son ‘İçimdeki Güneş’ filmiyle benzer bir karakteri canlandırmış Juliette Binoche, belli bir yaşa gelmiş olmasına rağmen, anlamlı, güzel yüzüyle ve performansıyla bu derin ve katmanlı kadın karakteri kusursuz canlandırıyor.

Claire’in psikiyatrı rolünde Nicole Garcia da gayet başarılı bir performansa sahip. Başından itibaren takındığı soğuk ve mesafeli tutum, filmin ilginç noktalarında beklenmedik ‘kırılma’ noktaları yaşıyor. Sadece Charles Berling gibi bir oyuncuyu fazla ‘kısa’ bir rolde görmemiz biraz canımızı sıkıyor.

‘Hangi kadın’ çok zor bir türün altından büyük ölçüde başarıyla kalkan, modern dokunuşlarla biraz sallansa da sonuç olarak özünü kaybetmeyen bir film. Biz her ne kadar bu tür iddialı filmlerin eski örneklerini tercih etsek de, Binoche’un başrolde olduğu bu yeni ‘örnek’ de kuşkusuz ilgisiz kalınacak bir yapım değil!

Yönetmen: Safy Nebbou

Oyuncular: Juliette Binoche, François Civil, Nicole Garcia, Marie-Ange Casta, Guillaume Gouix, Jules Hoplain, Jules Gauzelin, Charles Berling…

Ülke: Fransa


Kerem Bumin Kimdir?

1976 yılında Paris'te doğdu. 1994 yılında İzmir Özel Saint-Joseph Lisesinden mezun oldu. 1996-2000 yılları arasında Strasbourg Sosyal Bilimler Fakültesinde (USHS) Tarih ve Edebiyat bölümlerinde okudu. Ardından 2000 yılında İstanbul'a geri dönüp 2004 yılında Bilgi Üniversitesi Sinema/ Televizyon bölümünden mezun oldu. 2004 yılından itibaren çeşitli uzun ve kısa metrajlı sinema filmlerinde ve Belgesel filmlerde yardımcı yönetmen olarak görev aldı. Semih Kaplanoglu'nun 'Süt' adındaki sinema filminin ekibinde yer aldı. Son birkaç yıldır Yunan yönetmen Angelos Abazoğlu ile birlikte, Arte kanalı için Belgesel filmler üzerinde çalışmaya devam ediyor . Gazete Duvar'da sinema filmleri üzerine eleştiriler yazıyor .