Japon işgali, iç savaş, sıkıyönetim: Güney Kore'den geçmişle hesaplaşma filmleri
Güney Kore sinemasının öne çıkan, gişe başarısı yakalayan ve uluslararası arenada ses getiren filmlerini incelediğimizde; toplumun tarih boyunca yaşadığı şiddet sarmalının ülkenin sinemasının karakteristik özelliği haline geldiğini söyleyebiliriz.
2000 sonrası çok sayıda ülke sineması adeta zaman ayarlı bir bomba gibi Hollywood tahakkümüne karşı bir bir patlamaya başladı. Latin Amerika ülke sinemaları, İran sineması, Güney Kore sineması gibi dünyanın farklı yerlerindeki ülke sinemaları, kendine has sinema dilleriyle dünya pazarında taşları yerinden oynatmaya başladılar. Bu önemde Güney Kore sineması; sancılı tarihinden beslenen, yaşadığı kaotik süreçlerle hesaplaşan filmleriyle adından söz ettirmeye başladı.
Kore toplumu 20'nci yüzyılın neredeyse bütün olumsuz, sert politik ikliminden etkilenmişti. İşgal, sömürgeleşme, soykırım, savaş, bölünme, darbe, diktatörlük… Koreliler bu kavramların hepsini deneyimledi. Kore’nin yaşadığı politik tahribatın, sinemasında yoğun bir karşılığı olduğunu söyleyebiliriz.
JAPON İŞGALİNİN SİNEMAYA YANSIMALARI
20'nci yüzyılın başını Japon işgaliyle karşılayan Kore, 35 yıl boyunca Japon sömürgesi olmaktan kurtulamadı. Bu dönemin yarattığı derin trajediler, İkinci Dünya Savaşı döneminde zirveye çıktı. Kore’nin yerel kültürü yok edildi. Koreli erkekler Japon savaş endüstrisinde köleleştirilmiş bir biçimde kullanıldı. Japon sömürge döneminin ortaya koyduğu vahşet, sadece erkeklerin endüstri kölesi olarak kullanılması değil aynı zamanda Koreli kadınların da sistematik tecavüze maruz kalmasına neden oldu. Bu vahşetle ilgili politik tazminat tartışmaları ve resmi özür süreçleri bir ileri bir geri biçimiyle devam ededursun Güney Kore sineması, bu dönemin vahşetinin temel alındığı insan hikayelerine dayanan başarılı filmler ortaya koymaya başladı.
İşgal döneminde Kore sineması, Japon işgalinin destekçisi bir çizginin dışına çıkamamıştı. İkinci Dünya Savaşı sonrasında Japonya, olanca tahribatıyla Kore’den çekilince, 1946’da Kore’de çekilen ilk film In-kyu Choi’nin yönettiği Yaşasın Özgürlük-Hurrah! For Freedom isimli yapımdı. Filmde Japon işgaline karşı mücadele edenlerin yaşamları resmediliyordu. Bu tarz birkaç deneme yapılsa da Japon İşgalinin sarsıcı filmleri daha çok 2000 sonrasında ortaya çıkmaya başladı.
2015 yapımı Choi Dong-hoon’un yönettiği Suikast-Assassination filmi bunlardan biriydi. Filmde işgal döneminde Japon komutana suikast planlayan bir direnişçinin yaşadığı zorluklar, güçlü bir aksiyon trafiğiyle izleyicilere sunuluyordu. Dağınık direniş örgütlerini ve yaygın muhbir ağını da resmeden film, uzun süren Japon işgalinin sebeplerine dair de ipuçları barındırıyordu. Gişedeki başarısıyla da bu konu üstüne film çekmenin ticari kazanımına dair de umut vaat ediyordu.
2016 yapımı Lee Joon-ik’in yönettiği Dongju: The Portrait of a Poet ise Koreli şair Yun Dong-ju’un hayatına odaklanan, renksiz çekilen bir dram filmi. Yun Dong-ju, 1943'te, Japonya’da eğitim alırken Kore bağımsızlık hareketine katılmaktan iki yıl hapis cezasına çarptırılmış, 1945’te hapishanede ölmüştü. Bir şairin hayatı anlatmanın şiirselliğini taşıyan yapım, işgalin Kore’nin kültürel değerlerini nasıl yok ettiğinin de izini sürer.
Cho Jung-rae’nin yönettiği 2016 yapımı Spirits Homecoming filmi ise Kore’de etkileri devam eden bir insanlık dramına odaklanır. 14 yaşındaki Jung-min ve 16 yaşındaki Young-hee'nin Japon askerlerce kaçırılıp genelevde sistematik cinsel istismara maruz kalmaları ve kaçma hikâyelerini anlatır. Koreli kadınların yaşadıkları bu vahşetle ilgili yeni belgeler bulunuyor ve bu vahşeti yaşayan kadınlar Kore’deki Japon elçiliği önünde eylemlerini sürdürüyorlar.
2017 yapımı Hashima Kömür Madeni-The Battleship Island Seung-wan Ryoo’nun yönettiği ve Japon işgal döneminde yaşanan endüstri köleliğine odaklanan bir yapım. Kore’den Mançurya’ya götürülen genç erkekler zorla kömür madeninde ve çelik üretiminde çalıştırılırken, kadınlar da Japon askerlerince sistematik tecavüze maruz bırakılırlar. Zorlu bir hazırlıktan sonra Korelilerin kaçışını da resmeden film, son dönemin adından söz ettiren Güney Kore filmlerinden biriydi.
2017 yapımı Karanlık Görev-The Age of Shadow, Japonlara karşı Kore direnişi üstüne çekilen en popüler çalışma. Güney Kore’nin Oscar adayı da olan film, güçlü görselliği ve başarılı senaryosuyla ilgiyi hak eden bir yapımdı. Geçmişte direnişi örgütünde olan bir komiserin yeniden direniş örgütüyle irtibat kurmasının çift taraflı gerginliğini yansıtan Karanlık Görev, usta işi bir aksiyon da vaat ediyor.
2018’de Lee Joon-ik’in çektiği başka bir direniş filmi de Anarchist From Colony’dir. Japonya prensi Hirohito'ya suikast düzenlemeyi planlayan anarşist grup Heukdohoe'yı ve grubun lideri Park Yeol'un hikayesini anlatan film, son direniş filmlerinden biri.
KORE DİZİLERİNDE İŞGAL DÖNEMİ DİRENİŞİ
Güney Kore’de giderek büyüyen bir dizi piyasası var. Sinema filmlerinde Güney Kore toplumunun yaşadığı politik ve sosyal deformasyon karşımıza sıklıkla çıkarken dizilerde ise bu gerçekliğin tamamen karşıtı bir hülya ortamının inşa edildiği görülür. Televizyon dizlerinde Kore’nin yaşadığı sıkıntılı siyasi ve sosyal tarihin izlerini göremeyiz. Şiddet ve cinselliğin neredeyse hiç yansımadığı bu yapay ortamda; tesadüfler, ansızın ortaya çıkan aşklar, sosyal ve ekonomik gerçekliklerinin dışında davranan sınıflar ötesi bireyler karşımıza sıklıkla çıkar. Ancak birkaç alternatif konulu diziden söz edebiliriz. 2012 yapımı Bridal Mask, bu alternatif dizilerden biri. Japon işgali altındaki Kore’de direnişçi olduğu için hapishanede işkenceye maruz kalan ve aklını yitirmiş numarası yaparak kurtulan Lee Kang San, gündüzleri deliliğin konforunu yaşarken, geceleri maskesiyle adeta bir süper kahramana dönüşür. Japon polisine karşı mücadele eden maskeli kahraman, gecelerin karanlığını haksızlıklara karşı mücadele ederek aydınlatıyordur. 2014 yapımı Inspiring Generation ise başka bir işgal dönemi fonlu dizi. 1930’larda Şangay’da geçen dizide bir grup Koreli gencin gündelik yaşamları resmedilirken içlerindeki bağımsızlık isteği ve direniş için yaptıkları da gösterilir.
BÖLÜNMENİN SİNEMASAL İZLERİ
1945 yılında Japonya’nın teslim olmasının ardından Sovyetler Birliği’nin Kore Yarımadası'nın kuzeyini, ABD’nin de güneyini kontrol altına almasıyla birlikte yarımadada siyasi olarak iki ayrı hükümet kurulmuştu. Ardından baş gösteren iki Kore’nin savaşı üç yıl sürmüş ve 3 milyon insanın ölmesine, 7 milyondan fazla kişinin de aile bütünlüğünü kaybetmesine neden olmuştu.
Kore Savaşı’nın en çarpıcı filmlerinden bir olan 2004 yapımı The Brotherhood of War-Kardeşler Savaşı’nda, savaş başladığında yolda savaştan kaçarlarken askere alınan iki kardeşin birbirlerini kaybedip farklı taraflarda savaşmalarının hüzünlü hikâyesini anlatır. Kore Savaşı’nda aynı toplumun bireylerinin birbirlerini öldürmesinin metaforik bir anlatımını da bünyesinde barındıran film, Kore Savaşı’nın böldüğü aileleri ve yok olan hayatları odağına alır. Kazananın olmadığı bu savaş ortamında kaybeden Korelilerdir.
Güney Kore’nin meşhur yönetmeni Park Chan-Wook’un yönettiği 2000 yapımı Joint Security Area, Kuzey ve Güney Kore sınır hattında iki ülkenin askerlerinin zaman içinde dost olup insani ilişkiler geliştirmelerine odaklanan bir yapım. Devletlerin, medyanın, savaş çığırtkanlarının türlü ezberlerine rağmen dost olan askerler; sınırsız, tel örgüsüz, mayınsız, bir dünyanın fotoğrafı gibidirler.
Kim Ki Duk’un 2016 yapımı filmi Ağ, ikiye bölünmüş bir toplumun farklı sistemlerine insan odaklı bir bakış denemesidir. Film, Kuzey Koreli bir balıkçının yanlışlıkla Güney Kore karasularına geçmesinden ötürü alıkonulmasının sonuçlarını anlatır. Devlet yetkilileri, yanlışlıkla Güney’e geçen balıkçının Güney Kore’nin ışıltılı dünyası içinde kalması için her yol denerler. Buna karşın balıkçının tek istediği yerde yemek yediği, tek odada uyuduğu kızı ve karısıyla yokluğu paylaştığı dünyasına dönmektir. Ağ, eski Kim Ki-duk filmlerini hatırlatan bir çalışma. İyi ya da kötünün değil insanın varoluşunu resmediyor. Güney’in boyalı sokaklarının, tüketiminin, pahalı markalarının insanın mutluluğuna hizmet etmediğini, Kuzey’in eşitlik ideasının da gerçeklerden uzak kaldığını göstermeye çalışıyor.
Güney Kore sinemasında savaşı bir kahramanlık miti çerçevesinde anlatan çok sayıda film de var. Amerika’da sinema eğitimi alan Hollywood sineması eksenli yönetmen John H. Lee’nin filmleri buna örnek gösterilebilir. Lee’nin 2010 yapımı filmi 71: Ateş Hattında filminde askere alınan 71 Güney Koreli öğrencinin savaşta Kuzey Korelilere karşı verdikleri mücadele savaşın iki cephesinde savaşanların da aynı millet olduğu gerçeğinden soyutlanmış halde düşman imgesi ve militarizm eksenli olarak yansıtılır. 2016 yapımı Operation Chromite filminde ise savaşta Güney Koreli ve Amerikalı askerlerin Kuzey Kore’ye karşı ortak bir operasyonunu sinemaya yansıtır.
SIKIYÖNETİM DÖNEMİYLE HESAPLAŞAN FİLMLER
Savaş döneminden sonra Güney Kore’de Amerika desteğiyle General Park Chung-Hee yönetime el koydu. Askeri darbeyle beraber 1979’daki suikast sonucu ölümüne kadar sürecek olan baskılar, sansürler, yolsuzluklar ve katliamlar dönemi başlamış oldu. Diktatör Park Chung-Hee, komünizm tehlikesini gerekçe göstererek toplumsal hayatta ağır bir baskı düzeni kurdu. Sansür bütün sanat dallarının denetimine neden oluyor, eylem, gösteri gibi toplumsal haklar yok sayılıyordu. Kendisinden sonra ikinci bir darbeyle 1979'da Chun Doo-Hwan’ın baskı dönemi başladı. 1988’deki seçimlere kadar bu durum değişmedi.
Bong Joon-ho’nun yönettiği Memories Of Murder doğrudan baskıcı sıkıyönetim dönemini resmetmese de sıkıyönetim atmosferini izleyiciye hissettirmeyi başarır. 1980’li yılların sonunda küçük bir kasabada yaşanan seri cinayetleri araştıran biri köylü biri şehirli iki polisin yaşadıklarını anlatırken fonda öğrenci gösterileri ve askeri cuntanın marifetleri resmedilir. Güney Kore sinema tarihinin en nitelikli polisiye filmi sayılabilecek yapım, yeni dönem Güney Kore sinemasının ayak seslerini duyuruyordu.
Jang Hoon’un 2017 yapımı filmi Bir Taksi Şoförü, sıkıyönetim döneminin en şiddetli çatışmalarının yaşandığı 1980 yılında geçer. Ekonomik kaygıları ve annesiz büyüttüğü kızıyla daha fazla vakit geçirme isteğinin dışında bir derdi olmayan, toplumsal olayların yarattığı etkilerden uzak bir taksi şoförünün Alman bir gazeteciyi Seul’den Gwangju şehrine götürmesiyle yaşananlar filmin temel örgüsünü oluşturur. Gwangju şehrinde özellikle üniversiteliler cuntaya karşı toplumsal eylemler düzenliyorlardır. Cunta askerleri ise sokaklarda öğrencileri kurşunlayarak bu özgürlük talebini yok edeceğine inanıyordur. Şehre giriş çıkışların kapalı olduğu bu dönemde Alman gazeteci bütün dünyaya göstereceği tarihi kayıtlar alıyorken taksi şoförü de gördükleri karşısında giderek toplumsal bilinç düzeyini arttırıyordur. 2017’nin en çok izlenen Kore yapımı olan film, Oscar ödülü için de ülkeyi temsil etti. Bol ödüllü Bir Taksi Şoförü, gerçek bir hikayeden yola çıkarak çekilen ve Kore toplumunun yaşadığı ağır bedeli, genel izleyici kitlesiyle buluşturan, askeri darbelerin yaptıklarına karşı önemli bir film.
2017 yapımı 1987, askeri darbe dönemini sonlandıran toplumsal gösterilerin dönemine uzanan bir yapım. Bir Taksi Şoförü filminde konu edilen Gwangju öğrenci katliamını protesto eden üniversite öğrencisi Chun Doo-hwan’ın işkencede öldürülmesi sonrasında cinayetin saklanmaya çalışılması ve suçluların ortaya çıkarılma sürecini anlatıyor. Chun Doo-hwan’ın ölüm haberinden sonra toplumsal gösteriler yoğunlaşmış ve sıkıyönetimden demokrasiye geçilmişti. Film, bu dönemin arka planında yaşananlara odaklanan, Kore’nin geçmişiyle hesaplaşma filmlerinden biri.
KORE SİNEMASINDA AMERİKALILAR
Resmi rakamlara göre Güney Kore’de 28 bin 500 Amerikan askeri var. Amerika hükümeti bu askerlerin masrafları için de Güney Kore’den 2019’daki anlaşmaya göre 924 milyon dolar ödeme alacak. Amerikan askerlerinin Kore Savaşı sırasındaki sivil katliamları, Amerikan üslerinin yarattığı tahakküm, Amerikalıların Kore’deki imtiyazları, Kore mahkemelerinde yargılanamıyor olmaları gibi sancılı konular Kore sinemasında kimi zaman karşımıza çıkar.
Lee Sang-woo’nun yönettiği A Little Pond filminde savaşta No Gun Ri Köprüsü’nün altında Güney Koreli köylülerin -içlerinde Kuzey Koreli askerlerin saklanmış olması ihtimalinden ötürü- öldürülmelerini anlatır. Gerçek hikayeden yola çıkan film, 1950’de No Gun Ri Köprüsü Katliamı olarak bilinen olaydan hareketle çekilmişti. Katliamda, No Gun Ri Barış Vakfı 2011 yılı verilerine göre çoğunluğu kadın ve çocuk olmak üzere 300 kişinin öldürüldüğü tahmin ediyor.
Bong Joon-ho’nun 2006 yapımı filmi The Host’ta her ne kadar ön planda, bir canavar ile mücadele eden ailenin hikayesi anlatılsa da G. Kore’deki Amerikan üslerinin varlığına eleştiriler barındıran bir yapımdı. Filmde Han Nehri’ne Amerikalı bir kimyagerin kimyasal atık dökmesinden sonra nehirde bir canavar oluşur. Gerçekten 2000’de Amerika üssünde görevli bir sivil memurun nehre kimyasal atık döktüğü ortaya çıkmıştı. Amerikalı memur yargılanmadan ülkeyi terk etmişti. The Host 13 milyon izleyiciyle Güney Kore’nin en çok izlenen filmi oldu. Asya film festivallerinde 2006’nın en çok ödül alan yapımlarından biriydi.
Ayrıca The Flu (2013), Typhoon (2005) ve Welcome to Donmaekgol (2005) gibi farklı filmlerde olumsuz olarak yorumlanabilecek Amerikalı tiplemeler mevcuttur.
SON SÖZ
Güney Kore sinemasının öne çıkan, gişe başarısı yakalayan ve uluslararası arenada ses getiren filmlerini incelediğimizde; toplumun tarih boyunca yaşadığı şiddet sarmalının ülkenin sinemasının karakteristik özelliği haline geldiğini söyleyebiliriz. Japon işgali, Kore Savaşı, bölünme, Amerikan üsleri, sıkıyönetim gibi ülke tarihinin mayınlı alanları da sinemada her geçen gün daha geniş bir alanda kendine yer bulmaya başladı. Bu filmlerin önemli izlenme oranlarına ulaşması da bu konularda film çekilmeye devam edileceğinin en somut göstergesi.
Rıza Oylum Kimdir?
1984 İstanbul doğumlu. İstanbul Kültür Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünde lisans, Trakya Üniversitesi’nde aynı alanda yüksek lisans eğitimi aldı. Varlık, Virgül, Agora, RadikalGenç, Birgün, Cumhuriyet Kitap, Film Arası, Kitapçı, Sendika.org, ve Edebiyathaber.net gibi farklı mecralarda sinema ve edebiyat merkezli metinler yayımladı. Uzakdoğu Sineması, Rus Sineması, Alman Sineması, Ortadoğu Sineması, Dünya Yönetmenlerinden Sinema Dersleri, Doksanlar, Dünya Yazarlarından Yazarlık Dersleri ve İran Sineması kitaplarını yazdı. Ulusal ve uluslararası festivallerde jüri, küratör ve yayın editörü görevlerinde bulundu. Türkiye’de ve yurtdışında ülke sinemaları üstüne konferanslar verip workshoplar yaptı. Halihâzırda bir vakıf üniversitesinde sinema tarihi dersleri veriyor. Seyyah Kitap’ın genel yayın yönetmenliğini sürdürüyor.
'Hemme'nin Öldüğü Günlerden Biri': Israrla Kürtçesiz 02 Ekim 2024
'Dışavurumcu' İran sineması: Festivale film çekmek 07 Eylül 2024
Tuncay Akça’nın bilinmeyen başrolü: Bebek 21 Ağustos 2024
İktidardan muhalefete sürdürülemeyen film festivalleri 16 Haziran 2024 YAZARIN TÜM YAZILARI