Vahşeti kayda almakla birlikte kayıtsızlık
Emine Bulut cinayetinde vahşet niteliğindeki görüntülerin yayınlanmasının doğru olup olmadığıyla ilgili çokça tartışma döndü. Videonun A’dan Z’ye herkes için travma olduğu ortadaydı. Videonun yarattığı farkındalığın, somut anlamda hiçbir olumlu gelişmeye sebebiyet vermemesi ihtimalinde yaşadığımız travmayla kalacağımızdan endişeliyim.
Bulgar aktivist Yana Buhrer Tavanier’in bir TedX konuşması şöyle başlıyordu: “2017 yılının yazında Sofia’da bir kadın, partneri tarafından öldürüldü. Ölmeden önce 50 dakika boyunca dövüldü. Ertesi sabah, kadının komşuları basına, kadının çığlıklarını duyduklarını ama müdahale etmediklerini söylediler”.
Yana Buhrer’in konuşması ev içi şiddetin aile içi bir şiddet olarak görüldüğü tespitiyle devam ederken benim aklıma Emine Bulut cinayeti geldi.
Emine Bulut’un öldürülme görüntüleriyle ilgili olarak cinayetin dehşetine ilişkin söylenenler ve genel yorumlar bir yana, insanlar birbirlerine şunu sorup durdu: Videoyu çeken kişi niçin müdahale etmedi?
Bu, halen cevaplanmış bir soru değil. Görüntüleri çeken kişi B.Y. hakkında "soruşturma ve kovuşturma işlemleri sırasındaki ses ve görüntüleri yetkisiz kayda alma veya nakletme" suçundan soruşturma başlatıldı.
Bir hukukçu olarak değil de bir insan olarak bana sorarsanız buradaki suç, "soruşturma ve kovuşturma işlemleri sırasındaki ses ve görüntüleri yetkisiz kayda alma veya nakletme" değil. Buradaki suç; bir anne, 10 yaşındaki evladının önünde can verirken video çekmeyi düşünme ve hiçbir şey yapmadan çekebilme. Vahşeti kayda almakla birlikte kayıtsız kalabilmek. Elbette TCK’da böyle bir suç yok. Fakat hani hep diyoruz ya susmak da suça ortak olmaktır diye, işte bu düşünceden ileri gelen bence suç sayılabilecek kadar kamuyu etkileyen bir eylem bu.
Bunu yapabilen insanın o sıradaki ruh halini bilemeyiz tabii. Onunla konuşmak gerekirdi bunu fakat hiç konuşulmadı. İsim verilmeden yapılabilirdi belki. Elbet konuşmaya ikna edecek birileri çıkardı. Hangi ruh haliyle kayda aldığı, o sırada ne düşündüğü, neler olduğu sorulabilirdi. Sorulmadı. Belki de hiç denenmedi bile. Bilemiyorum.
Bu yazıyı yazarken bir tweet düştü önüme. Cennet Göztepe 23 yaşında. Bir hastanenin acilinde annesinin boşanmış olduğu eşi, yani babası tarafından saldırıya uğradığını kimsenin müdahale etmediğini, görüntülerin de yok edildiğini söylüyor, yardım istiyor.
Tepkisizlik. Ya da boş tepki. Bugünlerde beni en çok düşündüren ve korkutan şeylerden biri.
Emine Bulut cinayetinde vahşet niteliğindeki görüntülerin yayınlanmasının doğru olup olmadığıyla ilgili çokça tartışma döndü. Bir grup, görüntülerin vahşet içerdiğini ve suça teşvik eder nitelikte olduğunu bu sebeple kesinlikle yayınlanmaması gerektiğini, diğer grup ise görüntüler olmasaydı olayın bu kadar ses getirmeyeceğini ve farkındalık yaratmayacağını bu sebeple yasaklanmasının doğru olmadığını savundu. Söz konusu videonun A’dan Z’ye herkes için bir travma olduğu ise ortadaydı.
Şahsi görüşüm biraz karmaşık. Her iki görüşe de hak vermekle birlikte, videonun yarattığı farkındalığın, somut anlamda hiçbir olumlu gelişmeye sebebiyet vermemesi ve uzay boşluğunda kaybolup gitmesi ihtimalinde yaşadığımız travmayla kalacağımızdan endişeliyim.
Videoyu izleyip, "Ah ne korkunç" deyip, kendi aramızda ve sosyal medyada çeşitli şekillerde üzülüp içimizden başımıza gelmediği için şükredip, sonra yeni videolar çekmeye ve alt katta dövülen kadının sesini 50 dakika boyunca dinleyip ya da hastanedeki kadının kocası tarafından saldırıya uğrayışını kenara çekilip izlemeye devam edeceğimizden endişeliyim.
Muktedirlerin artan onca vahşete rağmen kadına yönelik şiddeti önlemeye dair hiçbir politika üretmemesi endişemden bahsetmiyorum bile. Bu çok uzun bir süredir böyle olmakla birlikte artışın sebeplerinden en önemlileri bizzat kendileri zaten.
“Susamam” diye bir şarkı yayıldı malum, 20 kişinin seslendirdiği. Seslendirenlerden biri olan ve “Şarkıyı FETÖ'cüler ile HDP’liler paylaşmasın” diyen Miraç acaba gerçekten susamıyor mu çok merak ediyorum mesela. Susanlar vicdan azabı çekiyor mu? Örneğin, Emine Bulut’un videosunu çeken kişi şu an ne hissediyor?
Bunu düşününce Kevin Carter diye bir fotoğrafçı vardı, onun hikayesi geliyor aklıma. Kevin Carter bir fotoğraf çekti, sanırım bilmeyen yoktur; Sudan’da açlıktan ölmek üzere olan bir deri bir kemik bir kız çocuğu ve hemen arkasında çocuğun ölümünü bekleyen bir akbaba… Bu fotoğraf Kevin Carter’a Pulitzer Ödülü'nü kazandırdı. Fakat çok eleştiri aldı fotoğrafa dair. O sırada çocuğu kurtarabileceğini ama fotoğraf çekmeyi yeğlediğini söylediler. Sonrasında Kevin Carter, arabasında ölü bulundu. Egzoz gazını içeri vererek intihar etmişti. İnsanlar “vicdan azabı” dediler. Doğruluğunu ancak Carter’ın kendisi teyit edebilir tabii.
Bildiğim şey şu: Vicdan azabı noktasına gelmeden, vereceğimiz tepki, ufak büyük demeden atacağımız her adım hem başkalarının hem de kendimizin hayatını kurtarabilir. Böyle anlarda alt komşunun kapısının zilini çalmanız şiddet uygulayanı korkutabilir ya da yolda, sokakta rastladığınızda sesli tepkiniz bile faili panikletebilir. Örneğin, Mersin’de dolmuşta eşine fiziki şiddet uygulayan adama sözlü tepki vermek, hiçbir şey olmasa adamın cesaretini kırar, davranışına örtülü onay verildiği algısını ortadan kaldırır ve belki gelecekte bunu yapamaz. Verilen tepkiler, bir şekilde, muhakkak işe yarar. Yeter ki susup kenara çekilmeyin.
Şiddet aile içi bir mesele değildir, toplumsal bir sorundur. Bunun böyle olduğunu neredeyse yarım asır evvel Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Opuz/Türkiye kararı ile tescilledi. Bunun üzerine bu doğrultuda bir dolu yasa yapıldı, sözleşme imzalandı. Bunu artık bireyler olarak da içselleştirmemiz gerekiyor.
Emine Bulut’un ardından, mevcut düzeni değiştirip iyileşme için somut adımlar atmadıkça/atmalarını sağlamadıkça, bencilce ve ikiyüzlüce duyar kasan insanlardan bir farkımız kalmayacak. İzlenen görüntüler travma olarak yanımıza kalacak. Emine Bulut’un da, öldürülen diğer kadınların da kemikleri sızlayacak.