YAZARLAR

Demokrasi hayali, programı, mücadelesi

Ülkenin durumunu anlamak bakımından kapsayıcı bir kamusal tartışmanın araçları olabilecek tüm kurumların rejim marifetiyle ortadan kaldırıldığı bir dönemdeyiz. Seçmenlerin ezici çoğunluğunun oyları ile seçilmiş belediye başkanları görevden alınarak yolsuzluk iddiaları belgelenen kayyımlar belediye başkanı olarak atanıyor.

2002’de tek parti iktidarı olarak başlayan, ardından tek parti rejimine, sonrasında da parti-devlete dönüşen sürecin sonuna geldik. Şimdi mesele bu sonun yeni bir başlangıca mı yoksa hiçbir şeyin değişmediği bir değişime mi kapı aralayacağı. Bunu toplumsal sınıflar, partiler başta olmak üzere siyasal özneler, anayasal kuruluşların kapsadığı ve kapsamadığı “herkes” ile siyasal kurumlar arasında cereyan edecek karmaşık etik-siyasal-kurumsal mücadeleler belirleyecek. Elbette parçası olduğumuz geniş coğrafi mekanlar üzerindeki emperyalist çıkar çatışmalarının ve buna karşı mücadelelerin iyice karmaşıklaşan, toplumsal ve ideolojik yarılmaları körükleme potansiyeli taşıyan etkisinin ağırlığı da bu karmaşık mücadelelere dahil.

HAYALİ ÖRGÜTLEMEK

Ülkenin durumunu anlamak bakımından kapsayıcı bir kamusal tartışmanın araçları olabilecek tüm kurumların rejim marifetiyle ortadan kaldırıldığı bir dönemdeyiz. Dolayısıyla belki de durum kendiliğinden burada ortaya çıkıyor. Örneğin ülkenin kaderini belirleyecek bir seçime ilişkin devletin haber ajansı, kendine bir talimat gitmeden mesleki etik ve kurumsal yapısı nedeniyle sorumlu olduğu yurttaşları doğru bilgilendirme görevini yerine getiremiyor. Seçmenlerin ezici çoğunluğunun oyları ile seçilmiş, seçilme yeterliğine sahip olarak seçime girmiş belediye başkanları görevden alınarak yolsuzluk iddiaları bizzat seçilmiş belediye başkanları tarafından belgelenen kayyımlar belediye başkanı olarak atanıyor. Gazeteler aynı manşetlerle çıkıyor, kamu ihaleleri aynı isimlere veriliyor, kamunun fabrikası, toprağı, suyu aynı isimlere peşkeş çekiliyor, eğitim bütçesi aynı adlı okullara övgüyle aktarılıyor, vakıf adında örgütlenmiş aynı tarikatlar devlet kadrolarını paylaşıyor, kadına ve çocuğa, geleceğe düşman nesiller yetiştiriyor, savcılar polisten gelen tutanağı mütalaa, hakimler de aynısını karar yapıyor. Aynı havuz halkın emeğinin karşılığı olarak kazandığı parasını, yurttaşlık hakkı olan özgürlüğünü ve bazen de canını alarak dolduruluyor ve aynı çıkar çevrelerine akacak şekilde boşaltılıyor. Havuzu doldurup boşaltan motorun adı ise beka savaşı. Brecht’in Savaşın Başlangıcı şiirindeki davulcusunun savaşı imgesinde olduğu gibi: “Davulcu saçmasapan söz edecek kurtarıştan/ama eşi görülmemiş olacak ülkedeki baskı… Yitirilince davulcunun savaşı/kazanılmış olacak Almanya’nın savaşı”.

Türkiye’de halkın pasifize edilişinin uzun ama AKP dönemine has pratiklerle kendine has özellikler taşıyan bir tarihi var. Bu tarihin en önemli parçası ise bütün halk kesimlerinin geleceğe ilişkin hayallerinin elinden alınması. Yoksullar için bir hak olmaktan çıkarılarak sadakaya dönüştürülmüş sosyal yardımlardan başını biraz kaldıranın cezalandırılması aynı işleve hizmet etti yıllarca. Halkın haklarını aramak mücadelesinin ötesine de geçerek başka bir ülke hayalinin elinden alınması. Etienne Balibar’ın Hrant Dink anısına Boğaziçi Üniversitesi’nde yaptığı ve Barış İçin Akademisyenlere ithaf ettiği ilham verici konuşmasında söylediği gibi birbiriyle çelişik görünen ikili bir demokrasisizleştirme hamlesiyle. Neoliberalizmin elitist, finansallaşmış profesyonelleşmiş örgütlenmesi ve kişiselleşmiş otoriter bir rejimin marifetiyle halkın siyasetten çekilmesi. Daha açıkçası geleceğini belirleme hakkını, hatta onu hayal edecek kapasiteyi elinden almak için baskı araçlarını geliştirmesi.

Bugün muhalefetin çok geniş kesimlerini bir araya getirebilecek olan bu hayali ilmek ilmek örmek, onu inşa etmektir. Artık buna imkan da vardır. 31 Mart ve 23 Haziran seçimlerinde AKP ve küçük hesaplı ortağının geriletilmesi hamlesi, artık tüm bir iktidar blokunun Türkiye’yi dönüştürdüğü şeye karşı bir hayalin örgütlenmesinin zeminini yaratmıştır. Bunu kavramayan, emek, demokrasi ve barışın güçlenmesinin hayalini örgütlemeye girişmeyen bir muhalefet, gerilettiği şeyin çok daha ağırının altında kalacaktır, daha doğrusu halkı bunun altında bırakacaktır.

HAYALİ PROGRAMA DÖNÜŞTÜRMEK

Demokrasi hayali, demokratik bir programın ve onu hayata geçirebilmek için verilecek mücadelelerin ön koşuludur. Bu program için yeni bir icadın gereği olmayabilir ama belki bu programı da değiştirecek mücadele biçimleri bakımından belki yazıyı ve hatta sözü yeniden icat etmenin büyük bir önemi olduğunu bilerek yola çıkmak gerekir.

Programın temel ilkeleri, insanlık tarihinin önemli kazanımları olan hakları kurumsallaştırmaktan, toplumsal ve siyasal barışın sağlanmasından, çatışmanın kurallarını belirleyerek yargının bu kurallara uymasının evrensel ilkelerini oluşturulmasından, kamu gücünün her türlü kişisel güç kullanımından arındırılmasından, kamusal meselelere ilişkin fikirlerin özgürce tartışıldığı kamusal mecraların güvence altına alınmasından, kamusal erkler içinde halkın kapasitesinin ve gücünün artırılmasından başka ne olabilir? İşte bütün bu anayasal ilkeler bugünden, onun işleyeceği yere yani ülkede yaşayan herkesin ellerine taşınmalıdır, elden ele taşınmalıdır. Bu ise hayali örgütlemiş, programını tartışmış siyasal öznelerin kurucu mücadelesini gerektirir.

KURUCU MÜCADELE BİÇİMLERİ

Türkiye, olağanüstülük koşullarından çıkmadı. Olağanüstü koşullar yaratılarak inşa edilen yeni rejim ise konsolide olamadı. Dolayısıyla anayasal ve demokratik meşruiyet bakımından olağanüstü koşulların her bakımdan sürdüğü bir ara rejim döneminde bir kurucu momentte bulunuyoruz. Başta söylediğim gibi bu anda yapılacak olanlar ve yapılamayanlar anayasal kuruculuk bağlamındaki “herkes” için yani parçalı ve farklı çıkar, inanç ve değerleri olan “herkes” için uzun erimli sonuçlar yaratacak. Kuruculuğun kadim anlamıyla, Machiavelli’nin sarih biçimde anlattığı gibi kurumlar yaratmak olduğunu biliyoruz. Bu durumda mücadelelerin temelinde de yaratılacak olanın bugünden inşa edilmesi gereği var. Önümüzde de büyük bir repertuvar duruyor, demokratik meşruluğun içinde ve iktidar tarafından kuşatılmış yasallığın sınırlarının üzerinde demokratik ve barışçıl bütün araçlarıyla…


Dinçer Demirkent Kimdir?

1983 İzmir doğumludur. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Anayasa Kürsüsü’nde çalışmakta iken 7 Şubat 2017’de KHK ile ihraç edildi. Doktora derecesini aynı fakülteden, “Türkiye’nin Anayasal Düzeninde Cumhuriyetin İki Kuruluşu ve Dinamik Cumhuriyet Kavramı” başlıklı tezi ile almıştır. Doktora tezinden üretilmiş, Bir Devlet İki Cumhuriyet adlı kitabı Ayrıntı Yayınları’ndan, Murat Sevinç ile birlikte kaleme aldıkları Kuruluşun İhmal Edilmiş İstisnası kitabı İletişim Yayınları’ndan basılmıştır. Anayasa tarihi, cumhuriyetçilik, kurucu iktidar, siyasal temsil konuları üzerine çalışmalarını sürdürmektedir. Ayrıntı Dergi ve Mülkiye Dergisi yayın kurulu üyesidir; 2018-2021 yılları arasında Mülkiyeliler Birliği Genel Başkanı olarak görev yapmıştır. İnsan Hakları Okulu Derneği'nde akademik koordinatörlük görevini sürdürmektedir. Çeşitli dergilerde yazmaya, dersler hazırlamaya devam etmektedir.