Bir ‘Şükran Günü’: Galiplerin mağluba vefası
Güncel tartışmalara ilişkin imalar ve açık göndermeler, kırık sandalyeler, mesajlar, pasajlar dolu manevralar içeren bir kurgu sahneleniyor. Ve aslında her birine tek tek bizzat yenildiği ‘muhalefet’ başkanlarıyla iş WhatsApp grubu kurmaya kadar varıyor. O ‘muhalefet’ çıkışta ‘şükran’ bildiriyor ve tüm o kurmaca bir ‘Şükran Günü’ne dönüşüyor.
Saray’daki ‘Şükran Günü’ne geleceğiz sonunda. Ama önce 31 Mart gecesi ortaya çıkan tabloyu bir hatırlayalım; bize bir hafıza fonu versin…
Devletin tüm olanakları seferber edilmiş; bir zamanlar ‘anaakım’ olarak bilinegelmiş büyük kuruluşlar da dahil olmak üzere konvansiyonel medyanın tam mevcutlu ve hiçbir ilke tanımaksızın, yalanı, dolanı, hakareti boca eden desteği arkaya alınmış… Ne yasama ne yürütme ne yargı, bunların birliği bile değil, devlet mimarisindeki en büyük güç olarak, neredeyse hepsine rızayla ya da cebren hükmetme ayrıcalığına sahip Başkan bizzat sahaya inmiş ve tüm bu olanakları omuzlayarak rakiplerini, hatta onlara oy verenleri, teröristlikle, darbecilikle, ‘FETÖ’cülükle, ihanetle, saymakla bitmeyecek ağır ithamlarla çivilemiş… Batıda polis, doğuda asker alabildiği kadar inisiyatif almış. Valisi kaymakamı, hâkimi savcısı yetkilerini; imamı müftüsü, şeyhi tarikatı handiyse minberden yeşil sancağı çekip yardıma koşmuş… Oy sayımını duyuran ‘kamu kuruluşu’ ihtiyaç anında yavaşlayacak, duracak, susup oturacak ya da işte her ne lazımsa onu yapacak şekilde balans edilip pusulanmış…
Ve bu şartlarda gidilen seçimi, İstanbul, Ankara, İzmir, Diyarbakır, Adana, Antalya, Mersin, Aydın, Van, Muğla, Mardin, Tekirdağ, Eskişehir ve Hatay gibi, ülkenin hem nüfus olarak hem de ekonomik, siyasal ve kültürel açıdan büyük ağırlığını oluşturan başlıca merkezlerinde muhalefet kazanmış. Aslında daha doğru kurulmuş bir cümleyle söylersek, iktidar kaybetmiş… Hatta belki de en doğrusuyla söylersek, iktidarı şahsında temsil, yakın çevresinde tevdi eden ‘Lider’ kaybetmiş… ‘Ben devletim’ diyerek girdiği seçimden; bu imanın caydırıcılığı ve ürkütücülüğü kadar riskini de sırtlanarak girdiği seçimden ağır bir tabloyla, dün için de o gün için de gelecek için de çok şey söyleyen bir tabelayla ayrılmış.
Yetmemiş, açık ve pejmürde bir mızıkçılığa dönüşen itirazlar, hiçbiri doğrulanamamış ithamlar, rakibi düzenbazlıkla suçlayayım derken kendi çaresizliğini teyide dönüşen bir propaganda silsilesinin ardından İstanbul seçimlerini bir kalem oynatmayla silip atmış. Tekrarlanan seçimde bunun karşılığını misliyle almış. Başta ekonomik krizin fatura edildiği emekçi sınıflar olmak üzere kendi doğal oy deposu olarak görülen kesimlerdeki etkisinin, gündem belirleme gücünün, parti mimarisindeki sorgulanamaz etkinliği ve biricikliğinin gerilediği; açık, nesnel hatta sayısal verilerle ortaya çıkmış… Hareket alanı daralmış; kendisini geleceğe taşıyacak bir yakıta sahip olup olmadığı belirsizleşmiş; Türk sağının çok sevdiği o çarpık ifadeyle söylersek, ‘tarafsız devlet adamlığı’ sığınağını çoktan yitirmiş…
Ve aylar sonra, şimdi el değiştirmiş belediyelerin vaktiyle nasıl bir nüfuz, imtiyaz, rant dağıtım aygıtına dönüştüğünü göstermenin yolları –‘israf’ falan gibi konuyu özünden uzaklaştıran yanlış kavramlar kullanılmasına rağmen– ortaya çıkmışken… Ülkenin bir bölümünde, adını koyarak söyleyelim, Kürt şehirlerinde seçimler fiilen askıya alınmışken… 2017 referandumundan beri giderek paslanan bir makineye dönüşen parti örgütü toplumsal desteğini kaybetmenin yanı sıra kendi içindeki hiziplerle çatırdıyorken…
Tüm bunların en açık şekilde görülmesini sağlayan seçimin ‘galipleri’, bir siyasal strateji olduğu çok açık olan çağrıyla Saray’da toplanıyor. Sanki belediye seçimlerini bizzat kendisi kaybetmemiş gibi, tarafsız bir makam postundan onlara akıl/ayar veriyor. Güncel tartışmalara ilişkin imalar ve açık göndermeler, kırık sandalyeler, mesajlar, pasajlar dolu manevralar içeren bir kurgu sahneleniyor. Ve aslında her birine tek tek bizzat yenildiği ‘muhalefet’ başkanlarıyla iş WhatsApp grubu kurmaya kadar varıyor. O ‘muhalefet’ çıkışta ‘şükran’ bildiriyor ve tüm o kurmaca bir ‘Şükran Günü’ne dönüşüyor.
Türkiye, derin ekonomik ve siyasal krizlerin örtüştüğü yeni bir dönemeçteyken, 17 ağır yılın, öteki kurumlar gibi, kendi burjuva muhalefetini de aşındırdığı açığa çıkıyor. Bu haliyle hemen hepsi, rejimin başlıca teamüllerine, tek adam yönetimine, her alanda dinselleşmeye, hukukun ve siyasetin lağvedilmesine razı; ‘yüksek siyaset’teki çekişme ve hizipleşmelerin halkın taleplerine üstün gelmesinden ümitli görünüyor. Açık hukuksuzluklarla tutuklanmış, hapis cezasına çarptırılmış bazı gazetecilerin, akademisyenlerin durumlarına ilişkin ‘yeni’ kararlar ve bu gibi Şükran Günü tertipleri, bizzat Erdoğan’ın, “bildiğimiz anlamda bir AKP’nin yer almadığı bir AKP rejimi” konusunda daha hazırlıklı olduğunu düşündürüyor. Buna ilişkin ‘muhalefet’ denebilecek ilk itirazlar da –çok da şaşırtıcı olmayan bir şekilde– MHP kliğinden geliyor.
Hakkı Özdal Kimdir?
1975 yılında doğdu. İTÜ Malzeme ve Metalurji Mühendisliği'nden mezun oldu. 1996'dan itibaren, Evrensel Kültür dergisinde, Evrensel, Referans ve Radikal gazetelerinde editörlük ve yazarlık yaptı. Halen Yeni E dergisinin yazı işleri müdürlüğünü yapıyor.
Türkiye’nin ‘anlık’ görüntüsü: Xiaomi-Salcomp’ta sendika direnişi 17 Eylül 2021
Menderes’in elini yakan büst 10 Eylül 2021
28 Şubat ‘intikamı’: Güç değil, zayıflık alameti 24 Ağustos 2021
Köylüler ve ‘beyaz etçi’ler: Halk ve sermaye 06 Ağustos 2021 YAZARIN TÜM YAZILARI