YAZARLAR

AKP dağılırken…

AKP, dağılıp yokuş aşağı inerken son bir hamle olarak HDP’ye tutunuyor ve onu aşağıya çekerek yukarı çıkmaya çalışıyor. Fakat AKP, son zamanlarda sadece eski kadrolarını değil aynı zamanda eski kurnazlığını ve aklını da yitirdi. Yaptığı “ince” hamleler artık elinde kalıyor, kaba-saba hale geliyor. HDP Diyarbakır il örgütü önünde başlatılan gösterinin getirildiği nokta, AKP’nin böylesi bir hamleyi bile artık kendi lehine sonuçlandırma kabiliyetinden yoksun olduğunu göstermiyor mu?

Yakın zamana kadar AKP’nin dağılma sürecine girdiğini söylemek 'Pollyannacılık'tı. Artık değil.

Hatta yakın zamana kadar AKP’nin dağılma sürecine girdiği sanrısına kapılmanın sonucu, politika üretememekti. Şimdi tam tersi: AKP’nin dağılma sürecine girdiği tespiti yapmamanın sonucu politika üretememek olur.

Üstelik demokrasi güçleri bu tespitten hareketle geleceğe ilişkin ivedi bir politik hazırlığa girişmezse, AKP’nin dağılmasının onlar açısından kurtuluşla değil, yeni bir milliyetçi cephe üzerinden şimdikini bile aratacak bir kuşatılmayla sonuçlanması kaçınılmaz olabilir.

Bu olasılığa geçmeden önce, gözle görüleni tespit etmeye çalışalım.

Bir kere parti içinde kaynayan kazanlara dair bildiklerimiz, bilmediklerimizin binde biri olduğu halde, AKP’nin bırakın ülkeyi, artık kendisini bile idare edemeyecek hale düştüğü görülüyor.

Bunu anlamak için illa büyük resmi görmeye de gerek yok. Ülke idaresinin ne halde olduğunu bazen küçük örnekler de anlatmaya yetiyor.

Misalen; T24’ün, yurtdışına gönderdiği beş çiftçinin PKK’yle irtibatı olduğu iddiasıyla görevden alınıp yerine kayyım atanan Hınıs Ziraat Odası Başkanı Abdulsamet Demir’in ikinci kayyımın yerine kayyım olarak atandığı haberinin başlığı: “Görevden alınarak yerine kayyım atanan başkan, yerine atanan kayyımın yerine kayyım olarak atandı.”

Bu haberin anlamı şu: AKP, devlet idaresinde bocalıyor. Elinde tuttuğu ip ayağına dolanıyor. Boşa koyunca dolmuyor, doluya koyunca almıyor.

Parti idaresine gelince…

AKP, 23 Haziran’a kadar da kendi içindeki çözülmeyi devlet gücünü kullanarak görünmez kılmayı başarıyordu. Fakat özellikle Ahmet Davutoğlu ve Ali Babacan öncülüğündeki iki ayrı hizbin resmen AKP’den kopmasıyla beraber artık dağılmanın saklanacak yanı kalmadı.

Muhtemelen AKP ve liderliği özellikle bu iki oluşuma erken doğum yaptırarak daha büyük kopuşların önünü almak, safları çarçabuk netleştirtmek istedi. Fakat bu “ebelik”, çözülmenin engeli değil, olsa olsa kısa süreli erteleyeni olabilir. Aldığımız sınırlı duyumlar, edindiğimiz izlenimler, gördüğümüz sayısız alamet, bu intibayı güçlendiriyor.

Davutoğlu ve Babacan’ın kaynattığı kazanlar ihraç ve istifalarla AKP dışına taşınmış olsa da, hâlen parti içinde kaynayan başka kazanlar da var. Zira batan geminin mallarından nemalanmak, küçük de olsa paylar almak isteyenler sadece ayrılan veya atılanlar değil. Partinin çöküşüyle beraber kopması beklenen fırtınaya herkes kendince hazırlık yapıyor.

AKP, kendi içindeki bölünmenin veya ayrışmanın erken doğumunu yaptırırken, eşzamanlı olarak HDP karşıtlığı üzerinden bir gürültü koparıyor. Böylece hem parti içindeki kazanları soğutmak, “davayı” bunun üzerinden yeniden canlandırmak istiyor, hem de PKK’yi ancak kendi “aklının” yenebileceğine ilişkin bir gösteriyi, muhtemelen belli güç odaklarına mesaj olarak sunuyor.

Yani AKP, dağılıp yokuş aşağı inerken son bir hamle olarak HDP’ye tutunuyor ve onu aşağıya çekerek yukarı çıkmaya çalışıyor.

Fakat AKP, son zamanlarda sadece eski kadrolarını değil aynı zamanda eski kurnazlığını ve aklını da yitirdi. Yaptığı “ince” hamleler artık elinde kalıyor, kaba-saba hale geliyor.

HDP Diyarbakır il örgütü önünde başlatılan gösterinin getirildiği nokta, AKP’nin böylesi bir hamleyi bile artık kendi lehine sonuçlandırma kabiliyetinden yoksun olduğunu göstermiyor mu?

Çocukları PKK militanı olan bazı ailelerin HDP Diyarbakır il binası önünde toplanmasının başından itibaren bir iktidar projesi olduğu belliydi.

Fakat bu projenin derinlikli bir akıl yürütmeyle hazırlanmadığı, bir ezberin tekrarı olduğu, dolayısıyla da projeyi yürütenlerin giderek kendi tuzaklarına düşmeye başladığı görülüyor.

Düşünsenize, daha düne kadar (10 Mart 2017) “Biliniz ki iflahınızı keseceğiz. Bir daha bu coğrafyada PKK'nın adını bile anamayacaklar” diyen “Dahiliye Nazırı”, bugün HDP’nin Diyarbakır binasının önünde bulunan, PKK’nin “kaçırdığı” militanların annelerine destek vermeye gidiyor. Bir başka bakan, HDP merdivenlerinde oturup boyun büküyor.

Peki iktidar ve yolladığı bakanlar, ünlüler HDP’den tam olarak ne istiyor?

HDP binası önüne giden “Bakanlar” annelere tam olarak ne diyor, neyin desteğini veriyor?

“Çocuklarınızı etkisiz hale getirmek istemiyor, onların sağ salim yanınıza dönmesi için çabalıyoruz” mu diyorlar mesela?

Eğer böyleyse, o zaman bunun için bir çatışmasızlık, çözüm süreci gerekiyor, değil mi?

Ama eğer bu “bakanlar” annelere “çocuklarınızı unutun ve hıncınızı HDP’den alın. Siz bir tekme atın, gerisini biz getiririz” diyorsa, bu annelerin derdine nasıl bir merhem olacak?

Annelerle “dayanışmaya” götürülen iktidarın kadrolu ünlüleri, havaya kaldırdıkları fotoğraftaki gençlerin şu anda örgüt militanı olduklarının farkında mı? Bu fotoğraftakilerin, iktidar medyasının hemen her gün zafer nidaları eşliğinde ilan ettiği “etkisiz hale getirilen teröristler” olmadıklarının garantisi var mı?

Şimdiye kadar herhangi bir yetkiliden, “silahlı kuvvetlerimiz ne yazık ki kandırılmış bir teröristi etkisiz hale getirdi” gibi bir açıklama duymadığımıza göre, bunun bir garantisi de yok.

Peki fotoğrafları taşınan bu gençlerin halen hayatta, öldürülmemiş olmasını dilemek bile zamana, kişiye, mekâna göre Terörle Mücadele Kanunu kapsamına girmiyor mu?

Elbette TMK’nın icrası kişiye, mekâna ve zamana göre değişir.

Mesela Ayşe Çelik gibi Diyarbakırlı bir öğretmen, zamansız bir zamanda çıkıp “çocuklar ölmesin” derse, bebeğiyle birlikte hapsi boylar.

Mesela AKP’li siyasetçiler, yöneticiler çözüm sürecinde “bu sorunu çözelim, dağdaki genç de ovadaki asker de ölmesin, analar ağlamasın” dediğinde alkışlanır. Fakat HDP’li bir siyasetçi, “zamansız bir zamanda” bunu söylediğinde başına gelmedik kalmaz.

Bugün HDP binası önüne gidip gençlerin fotoğraflarını taşıyan ünlüler de “zamansız bir zamanda”, “teröristlerin fotoğraflarını taşıdıkları için” hedefe konsa, kim şaşırabilir?

PKK militanlarının fotoğraflarını taşıyan, bu militanların evlerine sağ-salim dönmelerini, annelerinin dizinin dibinde oturmasını isteyen bakanlar ve o bakanların iki dudağı arasındaki söze bakan devlet ünlüleri, TMK kapsamında “teröristlerin” propagandasını mı yapmış oluyor?

Yanıt “hayır” ise, daha dün, çözüm sürecinde “Gerilla kızları oynamayı çok istedim. Belki bir gerilla annesi olurum artık. Ya da anneannesi” dedi diye usta oyuncu Füsun Demirel’i kim hedef haline getirip hakaretler eşliğinde işsiz bıraktı?

Daha geçen sene bugünlerde, 1 Eylül 2018’de iktidar yanlısı medya, şu bilgiyi haberleştirmedi mi? “Terörist oğlundan mektuplar alan anne çıkarıldığı mahkemece tutuklandı.”

Daha düne kadar “analar ağlamasın” diyen Erdoğan, eski hasmı Devlet Bahçeli tarafından Ocak 2013 tarihinde şu sözlerle hedef gösterilmiyor muydu? “Erdoğan 10 yıldır anneler ağlamasın diye uğraştıklarını iddia ediyor. Terörist anneleriyle şehit annelerini aynı kefeye koyuyor. PKK'yla kucaklaşan, katillere meydan açan Başbakan ve partisi akan kanlardan milletin kalbinde hüküm almıştır. Yakında AKP'nin sonu gelecektir.’’

Peki bir annenin anne olarak kabul edilmesi, haklı ve makbul görülmesi için illa HDP karşıtı kampanyaya dâhil olması mı gerekiyor?

Bunları geçip esas soruya gelelim: Annelerin PKK militanı olan çocukları nasıl kurtulacak? HDP kapatıldığında mı, çatışmalar durduğunda mı?

Diyarbakır’daki kampanyayı başlatanların veya destekleyenlerin bu soruları hesaba katıp yanıt hazırladıkları şüphe götürür.

Fakat şüphe götürmeyen bir şey varsa, o da dağılmakta olan AKP’nin artık ne taktik ne de strateji belirleyecek bir akla sahip olduğu.

Bununla birlikte aynı tespit MHP için geçerli değil.

Halihazırda AKP’den kopanlar veya kopmak için fırsat kollayanlar kadar MHP de yeni dönemin hazırlığını yapıyor.

AKP dağıldıkça, ortağı olan MHP’nin iktidardaki hisseleri artıyor.

Bu da AKP sonrası dönemde iktidarı, devleti kimin devralacağına dair soruları genişletmeyi gerektiriyor.

Eğer CHP, AKP’nin dağılması halinde iktidarın altın tepsiyle kendisine sunulacağını bekleyerek rehavetini sürdürürse, şimdiden geçmiş olsun.

Keza, eğer HDP, AKP sonrasının dikensiz gül bahçesi olacağını bekleyerek mevcut siyasetsizliğini devam ettirirse, ona da şimdiden geçmiş olsun denebilir.

Çünkü demokratik muhalefet şimdiye dek belki de hiç olmadığı kadar kritik, hayati bir dönemle karşı karşıya.

AKP dağıldıkça iktidardaki hisseleri artan MHP’yi iyi izlemek gerekiyor. Yakın gelecekte MHP’nin, çaptan düşmüş bir AKP ve “bir şekilde geri kazanacağı” İYİ Parti’yle, yahut çaptan düşmüş AKP yerine ondan kopmuş olan hiziplerden herhangi birini ve ulusalcı-faşist yapıları yanına katarak devleti devralmasını olasılık dışı saymak, büyük bir yanılgı olabilir.

Fakat öyle anlaşılıyor ki bu yanılgı şimdiden muhalefet üzerinde hüküm kurmuş durumda.


İrfan Aktan Kimdir?

Gazeteciliğe 2000 yılında Bianet’te başladı. Sırasıyla Express, BirGün, Nokta, Yeni Aktüel, Newsweek Türkiye, Birikim, Radikal ve birdirbir.org ile zete.com web sitelerinde muhabirlik, editörlük veya yazarlık yaptı. Bir süre İMC TV Ankara Temsilciliği’ni yürüttü. "Nazê/Bir Göçüş Öyküsü" ile "Zehir ve Panzehir: Kürt Sorunu" isimli kitapların yazarı. Halen Express, Al Monitor ve Duvar'da yazıyor.