Rudy duruma hakimse
Trump hakkında uzun zamandır beklenen ‘görevden azil’ soruşturmasının resmen başlatılmasına neden olan Ukrayna Cumhurbaşkanı Zelensky ile 25 Temmuz’da yaptığı o meşhur telefon konuşmasında ismi geçenlerden biri yine Giuliani. Amerikan basını işin peşini bırakmayınca Beyaz Saray’ın o telefon görüşmesinin dökümünü yayınlamak zorunda kaldı.
Akşam gazetesinin 24 Eylül tarihli haberinden öğrendik. ABD Başkanı Donald Trump’ın kişisel avukatı ve New York eski Belediye Başkanı Rudy Giuliani patronunun Cumhurbaşkanı Erdoğan ile temasları için ‘Ne kadar konuşursanız o kadar çözüm bulursunuz. İlişkilerin en kötü olduğu zamanlarda bile’ diyerek kitabın ortasından bazı laflar etmiş. Hangi vesileyle nerede konuşmuş onu bilemiyoruz. Zira gazeteci arkadaş zahmet edip yazmamış.
Aynı gazetecinin Temmuz 2017’de Beyaz Saray bahçesinde Trump’ın damadı Jared Kushner ile çektiği selfie’nin altına yazarak gazetesinde bastırdığı metin Beyaz Saray tarafından yalanlanarak Kushner’in böyle bir röportaj vermediği açıklanmıştı. Dolayısıyla Giuliani’ye atfedilen ‘Türkiye ile ortak nokta mutlaka bulunur’ sözleri gerçekten kendi ağzından çıktı mı, o da Kushner gibi sadece bir fotoğraf çektirdiğini mi sanıyordu, röportaj verdiğinin farkında mıydı gibi detaylar elbette önemli. Ancak ben başka bir noktaya takıldım. Acaba New York ziyareti sırasında Erdoğan’ı izlemekle yükümlü o muhabirin yolu Giuliani ile neden kesişmişti? Rudy Giuliani kaldığı Peninsula Oteli’nde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı ya da ekibinden birini ziyarete mi gelmişti?
Rudy Giuliani’nin Şubat 2017’de gizlice Ankara’da Cumhurbaşkanı Erdoğan ile görüştüğünü bu ziyarette kendisine eşlik eden ABD’nin eski adalet bakanlarından Michael Mukasey, daha sonra Türkiye aleyhine bir itirafçıya dönüşen Reza Zarrab’ın savunması için Nisan 2017’de mahkemeye sunduğu dilekçede açıkça teyit etmişti. O dönemde de aynı bugün olduğu gibi Giuliani ile Mukasey’in avukatlık bürosu Greenberg Taurig, Türkiye için ABD’de lobi faaliyetinden en çok para kazanan şirketlerin başında geliyordu.
Sırası gelmişken hatırlayalım; Türk hükümetinin ABD’de bir düzine kadar farklı lobi ve halkla ilişkiler şirketine 2018 yılı içinde yaptığı toplam ödeme yaklaşık 6 milyon 975 bin dolar olmuştu. Bu paranın yaklaşık 5 milyonu doğrudan Türk hükümeti tarafından, 1 milyon 915 bin doları ise Türk Amerikan İş Konseyi (TAİK) tarafından ödenmişti. Bir de üzerine Halkbank’ın Hakan Atilla davası için harcadığı bir buçuk milyon dolar eklendiğinde devlet kasasından geçen yıl Amerikalı lobicilere ödenen para toplamda 8.5 milyon doları bulmuştu.
‘Washington’da etki satın almak’ Amerikan siyasetinin kilit bir unsuru. Yasadışı ya da siyasi etiğe aykırı bir faaliyet de değil, elbette şeffaf biçimde kuruşu kuruşuna raporladığınız takdirde. Suudi Arabistan’ın sadece bir senede harcadığı 35 milyon doların yanında Türkiye’nin Amerikalı lobicilere kaptırdığı 8-9 milyonun lafı olmaz da diyebilirsiniz. Türkiye açısından asıl sorun harcanan paranın ülke çıkarları açısından anlamlı sonuçlar üretip üretemediği sorgulandığında ortaya çıkıyor.
Son iki buçuk senede Türkiye’nin ABD’de harcadığı toplam 20 milyon dolardan şirketi aracılığıyla hatırı sayılır biçimde payını alan Rudy Giuliani, ‘Zarrab’a karşı Pastör Brunson’ takasını Ankara’ya parlak bir fikir olarak pazarlayan kişidir. Ankara’nın üzerine atladığı bu teklif ilk günden itibaren Washington’da dosyayı yürüten kurumların büyük muhalefetiyle karşılaştı. Sonra teklif epey eğildi büküldü başka pazarlıklar için mucize formül olarak kullanılmaya başlandı. Cumhurbaşkanı Erdoğan ‘papaza karşı papaz’ diyerek Brunson karşılığında Gülen’i beklediklerini ima etti. İş en son ‘Brunson’a karşı Hakan Atilla’ noktasına gelmişti ancak günün sonunda takas gerçekleşmedi. Kimse Türkiye ile ABD arasında tutuklu takasının fikir babası Giuliani’ye hesap sordu mu bilemiyoruz.
Şimdilerde Giuliani’nin arabulucu pozlarında yeniden ortalarda dolaştığı anlaşılıyor. Malum Trump’ı mest eden Türkiye ile ABD arasındaki ticaret hacmini 100 milyar dolara çıkartma hedefini tutturmak için harıl harıl çalışan devasa bir lobi var. Giuliani’nin bu denklemin neresinde olduğuna dikkat etmek lazım.
Trump başkanlık koltuğuna oturduğundan beri Washington’da diğer ülkelerle ilişkiler iki ayrı hattan yürümeye başladı. Bir yanda klasik Amerikan diplomasisi, öbür yanda Trump’ın devlet ve hükümet başkanlarıyla yürüttüğü kişisel ilişkileri - ki bunların epey bir kısmında büyük şaibelerin söz konusu olduğu er ya da geç ortaya çıkıyor. Ve ne hikmetse o şaibelerin bir ucu hep Giuliani’ye dokunuyor.
Trump hakkında uzun zamandır beklenen ‘görevden azil’ soruşturmasının resmen başlatılmasına neden olan Ukrayna Cumhurbaşkanı Zelensky ile 25 Temmuz’da yaptığı o meşhur telefon konuşmasında ismi geçenlerden biri yine Giuliani. Amerikan basını işin peşini bırakmayınca Beyaz Saray’ın o telefon görüşmesinin dökümünü yayınlamak zorunda kaldı. Trump, Zelensky’den açık seçik Demokratların 2020 için başkan aday adaylarından olan eski Başkan Yardımcısı Joe Biden ve oğlu hakkında Ukrayna’da yolsuzluk soruşturması açılmasını talep ediyor. Dahası Giuliani’yi kastederek ‘Rudy duruma hakim ve çok yetenekli adamdır. O seni arayacak’ mealinde şeyler söylüyor.
Amerikan devleti doğal olarak bu konuşmaların hepsini kaydediyor. Hatta Secret Service (ABD Gizli Servisi) sadece Beyaz Saray’da sabit hatlardan yapılan ve zaten devlet görevlileri tarafından not tutulan resmi telefon görüşmeleri dışında Başkan ve ailesinin cep telefonlarından yapılan görüşme ve mesajlaşmaları da takip ediyor. Yani bir yabancı devlet başkan ya da yakın çevresiyle yapılan gayri resmi pazarlıklar, anlaşmalar ya da al-ver girişimleri de Amerikan devletinin gizli arşivlerinde istifleniyor. Hatta bazen ‘bu kadarı da olmaz’ diye bazı devlet memurları tarafından basına sızdırılıyor.
Son dönemde Türkiye adına gayri resmi diplomasi yürüten her kim varsa Trump’ın yakın çevresindeki Rudy Giuliani gibi olağan şüphelilerle temaslarının Amerikan istihbarat çevrelerinin yakın takibinde olduğunu tahmin etmek güç değil. Amerikan devleti ile Trump yönetimi arasındaki makas gittikçe açılırken hâlâ ısrarla ve sadece Trump’a yatırım yapan Cumhurbaşkanı Erdoğan ve ekibi aslında kendileri açısından da tahminlerinin ötesinde riskler alıyorlar. Buna rağmen büyük beklentilerle gidilen New York’tan Trump ile 15 dakika dahi yüz yüze görüşemeden dönülüyor. O zaman anlıyoruz ki devlet duruma yine el koymuş.