Biraderlik dayanışmasını pekiştiren ‘Kız Kardeşler’
Erkekler arasında paranın el değiştirdiği beslemelik statüsünün alışveriş nesnesi olan kız kardeşler, bu ticaretten paylarına düşen yeni giysiler ve temiz yatak için yarıştırılıyor. Siyasi partilerde kadın kolları üyelerinin, karar mekanizmalarına girebilmek için birbiriyle yarıştırılması gibi.
Çaresizlik ve sıkışmışlık hissini ilk idrak edişim ilkokulu bitirdiğim yazdı. Üstelik o zaman sadece bu hissi idrak etmekle kalmayıp, bu hissin bir kurtuluş sayılarak gönüllü kabulüne de tanık olmuştum. Bizim apartmanın arkasındaki oyun arsamızı işgal eden binanın üst katına yeni komşuların taşındığı günlerdi. Keçiören’in birbirine çok yakın apartmanlarında karşı balkon komşuluğu ister istemez iç içe bir yaşam modeli dayatır. Yaşıtım kızla balkondan balkona ve birkaç kelimeyi geçemeyen sohbetlerimizle başlamıştı çaresizlik duygusuyla tanışmam. Adı Asiye’ydi, bu çok itaatkar kızın. Hemen hemen aynı yaşlarda bir kız daha vardı evde adını hatırlayamadığım. Asiye’nin aksine o yaşlardaki bütün kızlar gibi didişirdi annesiyle. Daha küçük bir oğlan çocuğu –ki onun da adını hatırlamıyorum- itaatkar ve çok çalışkan kıza ismiyle hitap ederken diğerine abla derdi. Galiba ilk bu nedenle dikkatimi çekmişti farklılık. Yemekten bulaşığa, temizlikten çocuk bakımına her işe koşturan Asiye’nin balkona çamaşır asacağı anları gözler olmuştum biraz konuşabilmek için. Kardeşlerim dediği diğer iki çocuk mahalle arkadaşlarımızla oyunlarımıza katılır ama Asiye onlarla gelmezdi. Ancak bakkala gidip dönerken sokakta görebiliyordum onu. Oyunu bırakıp hemen yanına koştuğumdaysa birkaç cümle bile kuramadan diğer kızın bir bahaneyle annesine seslenişini, anne balkona çıkmadan Asiye’nin telaşla apartmana girişini hiç unutamam yıllardır. Tabii dedikoducu meraklı komşu muamelesi gördüğüm için böyle yapıldığını anlamam yıllarımı aldı. Fakat beni çeken bir şey vardı o kızda. Ve bu çekimin mahzunluktan kaynaklandığını da çok geç idrak etmiştim.
Balkon konuşmalarımızda, her seferinde elimdeki kitabın adını sorduğunu hatırlıyorum. Bitirince vermeyi teklif ederdim ama o kibarca geri çevirirdi daima teklifimi. Yaz bitip ortaokula kaydolurken mahallede ortaokula devam etmeyecek tek çocuk olduğunu hayretle öğrendiğimi hatırlıyorum. Çok şaşırmış ve aşırı ısrarla defalarca sorduktan sonra ‘ben beslemeyim’ cevabıyla nihayet zihnimi kurcalayan bilmeceyi çözmüştüm. Tuhaftır, besleme tabiri yabancı gelmemişti. Her halde Hüseyin Rahmi’nin hikayelerinden filan biliyordum. Ama isyan etmiştim. Nasıl olur da çok geçmişte kalması gereken beslemelik, okumaya bu denli hevesli bir kızı okuldan alıkoyardı? Asiye’nin cevabında ve gözündeyse minnet, açık seçikti. “Beşi bitirmem için destek oldular, daha ne yapsınlar? Hem annem beni çok sever, bazen kardeşimin kitaplarını okumama bile izin verir.” Çok geçmeden mahalleden taşındıkları için arkadaşlığımız bir adım öteye geçemedi. Ancak çocukluk hatıralarım arasında halen zihnime asılı bir portre olarak kaldı Asiye.
Kız Kardeşler filmi üzerine, Şenay Aydemir’in yönetmenle söyleşindeki şu satırlar biraz da Asiye’nin hatırasıyla ilgimi çekmişti: “Kız Kardeşler, çocukken besleme olarak verilmiş üç kız kardeşin yıllar sonra baba evine dönüşü sonrası yaşananları anlatıyor. Geçit vermez dağların, her türlü tabiat olayının hapishane duvarları gibi tasarlandığı bir tür çıkışsızlık hikayesi…” Filmi yazıp yöneten Emin Alper’in, besleme kızlarla ilgili benden çok daha fazla hatırası olduğunu da söyleşiden öğrenince mutlaka izlemeye karar verdim elbette. Zorlu yaşam koşullarının kız çocuklarını, besleme olarak alındıkları evlerdeki horlanmaları bile minnetle kabul etmeye sevk eden dinamikler, filmde hayli gerçekçi anlatılıyor. Ancak anlamak ve kabullenmek imkanı olmayan yönleri de var filmin. Film eleştirmenliği ayrı bir uzmanlık ve yazık ki çok uzağıma düştüğü halde düşündüklerimi, hissettiklerimi yazmaya giriştim. Hal böyle olunca yazımın bundan sonrası spoiler içerebilir, uyarmış olayım sevgili okur.
Filmden bana kalanlara bir parça yaklaşan satırları ise yine Gazete Duvar’da yayınlanmış olan Menekşe Toprak yazısındaki şu satırlarda bulduğumu söyleyebilirim: "Üç kız kardeşin kıskacında oldukları iktidarı çok yüceltmelerini, abla Reyhan örneğinde olduğu gibi güçlü olanı haz nesnesi haline getirmelerini pek sevmemiş olsam da…” Sevmemekten ötesini hissettim aslında. Özellikle ortanca kardeş Nurhan’ın itirazlarının, itaatsizliğinin hikayede zayıf ve kıymetsiz bırakılışına içerledim açıkçası. Gerçek bir kadın hikayesi olmak için Nurhan elverişli bir örnekmiş ama olmamış. Üç kız kardeşin yaşadıklarına itirazın görülmeyişi, satır aralarına dahi sızmayışı, bir kadın filmi olmayışından. İstemli ya da istemsiz ama kesinlikle sıkça başımıza gelen bir mansplaining filmi olmuş.
Kadınların ana karakter olmasına rağmen hikayede yardımcı karakterler kadar öne çıkarılmayışı, filmin sorunlu yanlarından. Tüm sıradan filmlerde kadın karakterlerin erkek karakterlerin dörtte biri kadar konuşturulduğunu hatırlayınca fark yaratmadığını görüyoruz. Ana karakterler kadın olduğu halde bu kadar az konuşursa söylenecek tek şey kalıyor geriye. Karşımıza geçip siz bilmezsiniz ben anlatayım diyen bir erkek dili. Bir de kadın diyaloglarının çok az oluşu kadar gerçeğe uymayışı da kayda değer hatalardan. Gerçek hayatta kız kardeşlerin yüzleşmeleri çok daha sert ve kırıcı olur. Ancak birbirlerine olan bağlılıkları da aynı derecede güçlü sözlerle dile dökülür. Köyde, kentte, kasabada zengin vaya yoksul olsunlar fark etmeksizin kadınlar, kız çocukları birbirlerine içini dökmeyi bilir ve tercih eder.
Kız kardeşlerin birbirleriyle olan diyalogları bu denli yüzeysel kalınca hikaye derinliği de oluşamamış sanki. Yönetmen sezdirerek anlatmak istemiş olsa bile böyle bir anlatım metoduyla Altın Lale ödüllü sanat filmi, toplumsal soruna eleştirel bakış getirmek yerine o çarpıklığın kanıksanma ihtimalini yükseltmiş. Zira ne söylersen söyle bilgin, karşındakinin anladığı kadardır, derler. Zaten kadın karakterleri kendilerini sömüren o düzeni kabullenmiş ve düzen içine girebilmek için birbiriyle rekabet eden kardeşler olarak gösteriyor.
Erkekler arasında paranın el değiştirdiği beslemelik statüsünün alışveriş nesnesi olan kız kardeşler, bu ticaretten paylarına düşen yeni giysiler ve temiz yatak için yarıştırılıyor. Siyasi partilerde kadın kolları üyelerinin, karar mekanizmalarına girebilmek için birbiriyle yarıştırılması gibi. Eril düzenin mütehakkim erkeklerine itiraz yok ama kadınların birbirine sitemi çok olan dünyamıza bu film eleştiri getirmiyor. Durumun sorunlarını tespit etmekle yetinişi eleştiri sayılıyorsa o ayrı. Ancak kadınları, düzeni kabul etmiş bireyler olarak göstermenin günümüz kadınlarına hiç uymadığı da bilinmeli.
Erkekler arası dayanışmanın somut örnekleri bolca sergilenirken kadınların itaat yarışına girmesi, baba dediği ev sahibi tarafından bedeni dahil tüm emeğinin sömürülmesi bile en ufak bir sitemi dahi içermiyorsa kadınlık gerçekliğiyle bağdaşan yanı yok demektir. Hele ensest sayılan bu tasallutun bebeği, senaryoda öldürülünce. Mevcut eril düzen hep bunu ister hep bunu yapar zaten. Söz ettiğim durum tespiti bu şekilde yer alıyor filmde ama eleştiri yok ortada. Kadınlar açısından sisteme eleştiri getirmeyen film düzenin devamına hizmet eden benzerleriyle aynı kefede. Bu zihniyeti pekiştirerek kız kardeşleri bilinmeze umut bağlayan çaresizler olarak sunması, filmden geriye kalan buruk tat.