160 metrekareye kaç araba sığar?
İstanbul’un eski semtlerinde birkaç evlik boşluklarda ortaya çıkan otoparklar, sadece yıkılıp gitmiş eski binaları hatırlatmasın size. Mimar Kerem Piker, Sao Paulo Mimarlık Bienali’nde sergilenen projesiyle bu uygulamanın mimarlık ve mühendisliğin çaresiz kaldığı bir yerde ortaya çıkan bize özgü bir çare olduğunu anlatıyor…
Derin korkularımızı yeryüzüne çıkartan küçük depremden sonra Balat’taki bazı metruk binalar belediye tarafından yıkıldı. Zaten çatısı çökmüş, cumbası sarkmış, etrafı çevrilmiş gitti gidiyor haldeydiler… Ve zaten bir süredir bu kaçınılmaz kaderi bekleyen başka binalar birer ikişer aşağı indiriliyordu. Vaktiyle memleketin idari amirlerine uyuşturucu yatağı olan terkedilmiş binaları “ya tamir ettirin, ya yıkın” gibisinden talimat verilmiş, bunun da etkisiyle metruk bina avı başlamıştı. Geçen yüzyıldan kalan her şey gibi, o eski hayatın somut kültürel mirası da zaten bir çökme eğiliminde. Belediye vurmasa kazmayı, değişen iklimin tufan gibi yağmurları, olmadı küçük depremler, olmadı yıkılan taşıyıcı duvarlar sayesinde insan akılsızlığı ile sonları geliyor. 19 ve 20. yüzyıl bir süredir çöküyor…
Bu çöküşü bizim gibi asarı antika meraklıları hüzünle izlerken, birilerine gün doğuyor. Hayır mütahitler değil. Çünkü ne olursa olsun tescilli bir binanın yerine yeni bir şeyler yapmak o kadar kolay değil artık. Bu yıkımları sevinçle izleyenler otoparkçılar. Birbirine sımsıkı yaslanmış eski evlerin, hanların hamamların mahallelerinde otopark yapacak alan pek bulunmaz. İster Balat gibi yoksulluktan kurtulamamış bir mahalle olsun isterse Karaköy, Sultanahmet gibi kentin bin yıllık merkezi, yüz yıllık turistik yerleri. Modern bir otopark yapmak için gerekli boş alan nadiren bulunur. O alanın üstüne otel filan kondurmak çoğu kez daha karlıdır. Mevcut binaların altına otopark yapmak ise bir mühendislik fantezisi gibidir. Ama neyse ki sık sık bir bina yıkılır, ya da uzun zamandır öylece duran bir boşluk vardır ve bu bir otoparka dönüşür.
Birkaç evlik küçücük bir arsa, ileride nasıl olsa bir yolu bulunup alınacak imar iznini beklerken kentin otopark sorunun çözümüne hizmet eder. Ne mimarlara ne mühendislere, ne de aman aman bir yatırıma ihtiyacınız vardır bunun için. Şöyle düz bir beton, hatta biraz mıcır ve moloz, iki değnekçi ya da kibarcası vale, bir de onların duracağı plastikten kulübe kişiyi otopark işletmecisi yapar. Dünyanın hiçbir yerinde verimli bir otopark olarak işletilemeyecek kadar küçük alanlar sımsıkı park edilen arabalarla burada işe yarar. Dolmuş gibi, elden ele ön tarafa İstanbulkart uzatmak gibi, ‘arkaya ilerleyelim’ diye şoför tarafından azarlanarak sıkışmak gibi bize özgü çözümlerinden biridir bu da…
Bize has bu garip uygulama, mimar Kerem Piker’in de dikkatini çekmiş. İki yıl önce Venedik Mimarlık Bienali’ne Türkiye adına katılan Piker, günümüz mimarlığının parlak yıldızlarından biri. Piker’in Türkçede ‘kahya otoparkları’ İngilizce’de ise Informal Parking Lot (IPL) adını verdiği projesini, geçen ay dünya mimarlığına da sunma fırsatı buldu. Kerem Piker Mimarlık Ofisi olarak Brezilya’daki 12. Sao Paulo Mimarlık Bienali’ne katıldılar. Tam da meselenin özüne uygun eğlenceli bir formda, çizgi roman olarak sunulan proje, izleyenlere İstanbul’un bu kendine özgü kentsel çözümünü anlatıyor. Bir yandan mimari bir mesele olarak otopark konusunu, bir yandan şehirciliği öte yandan da modernizmi tartışan IPL, aynı zamanda kaotik başka kentleri mesela Rio’yu da uyarıyor, ya da uyandırıyor...
Kerem Piker şöyle özetliyor meseleyi: “Tarihi kent, içerisinde otopark barındıracak şişmanlıkta boşluklara sahip olmayacak kadar değerli; bir başka deyişle otoparkın mekân ekonomisi bu kez kentin mekânsal ekonomisine yenik düşüyor. İstanbul’da gündelik hayat, irrasyonelin rasyonelleştirilebilmesi diyebileceğimiz özgün çözümleri üretmek konusunda son derece mahir. Salt iki ‘vale’ ile yönetilen açık alan otoparkları (IPL), kentin en kritik bölgelerinde yer alan parsel artıklarını içerisine rasyonel bir otopark sığdırmanın fiziksel olarak neredeyse imkansız, mekân ekonomisi açısından ise anlamsız olduğu noktalarda birer otopark vahasına dönüştürebiliyorlar. Hiçbir zaman otopark olarak tarif edilmemiş, planlanmamış, projesi dahi çizilmemiş bu şekilsiz parseller böylelikle gündelik hayatın ürettiği birer altyapı projesine dönüşüyorlar”
Hakikaten söz konusu çizgi romanı okurken öğreniyorsunuz ki bugünkü otopark standartları 1920’lerde mühendis Freysinet’in inşa ettiği ilk otoparktan bu yana aynı kalmış. Bütün mimarların çok iyi bildiği park yeri, manevra alanı ve yol genişliği standardı neredeyse değiştirilemez. Çünkü bütün otomobil endüstrisi de bu standartlara göre işliyor ve araçların büyüklükleri, manevra kabiliyetleri tüm dünyada inşa edilen standart park alanları dikkate alınarak tasarlanıyor. Ama Türkiye’de bu standartlar anlamını kaybediyor, araçların tampon tampona istif edildiği bir sistem kentin bütün sıkışık alanlarında kendini gösteriyor. Modernist mimarinin bu en değişmez formu, İstanbul’da ironik olarak boşa çıkıyor.
Biliyoruz ki bazen eski binaların alaşağı edilmesi için iyi bir motivasyon oluyor otoparklar. Tarla açmak için orman yakan bir millet otopark açmak için çok sayıda konak ve ev yaktı, yıktı… Ama Kerem Piker artık parsellerin, boş kalmış bazı alanların otopark olmasında çevre sakinlerinin de hoşuna giden bir şey olduğunu düşünüyor. Hem arabalarını park edebilecekleri bir alana sahip oluyorlar hem bu boşluklar o sımsıkı mahallelerde ışık ve hava geçişini mümkün kılıyor…
Kerem Piker Mimarlık Ofisi ekibi, Beyoğlu ve Karaköy bölgesinde otuz kadar park alanını incelemiş ve haritalandırmış. Buradan görüyoruz ki ‘iki vale sistemi’ ile 160 m2’ye on üç, 240 m2’ye on dokuz, 450 m2’ye otuz yedi, 810 m2’ye altmış yedi, bin 585 m2’ye ise yüz yirmi dokuz araç sığdırmak mümkün…
9 Aralık’a kadar Sao Paulo Mimarlık Bienali’nde sergilenecek IPL, Türk güncel sanatının hınzır ve ironik işleriyle benzer bir dile sahip. Gündelik hayatın içinde sıradanlaştırdığımız bir garip duruma dikkat çeken, zekice ve şaşırtıcı, eleştirel ve bir yandan da kendisiyle barışık hatta iyimser...
Balat’ta eksik diş gibi sırıtan yıkılmış binaların boşluklarına baktığımızda eğer üstünde park etmiş birkaç araba varsa, şimdi asarı atika hüznüne kapılmak yerine, hınzır bir modernizm eleştirisinin neşesine bürünmek de mümkün olacak. Sağ olsun Kerem Piker Mimarlık Ofisi…